ELÇİYE ZEVAL OLMAZ!
22 Aralık 2016

ELÇİYE ZEVAL OLMAZ!

Elçiye zeval olmazmış! Her ne kadar azgın tırnakları ile Müslüman beldelere saldırmış bir devletin elçisi dahi osa! İnsanlıktan daha aşağı bir davranışla Kuranî bir hitaba muhatap olarak esfel-i sâfilîn olarak nitelesek bile! Suriye’de tüm dünyanın gözünün içine bakarak büyük küçük demeden, kadın erkek demeden, canlı cansız demeden, insanlarımızı bombalarken bile! Evet, elçiye zeval olmazmış...

Ancak anlamadığım bir şey var? Rusya tüm bu cürümleri işlerken, sesini çıkarmayan onunla ittifak eden, anlaşma üzerine anlaşma yapan, sıcak para gelecek derdi ile sıcak denizlerini bir Rus donanma üssüne çevirenlerin hali nasıl tasvir edilir? Amerika’dan bahsetmiyorum ya da onun Ortadoğu’daki kuklası İran’dan da. Sıcak denizleri olan Türkiye değil mi? Bu tasviri bu yöneticileri halen destekleyen ve ona rıza gösteren insanlara bırakıyorum.

Gelelim meselenin hakikat-i idrakine; Ankara’da bir sergi açılışı sırasında öldürülen Rusya Büyükelçisi Andrey Karlov’un, tekbir eşliğinde ve tüm şeffaflığı ile öldürülme olayına. Şeffaflık çünkü her şey kameralar önünde oldu. Bundan sonra göreceğimiz ise Rus yetkililerin gelip soruşturmaya ortak olmalarından sonra yönlendirilmiş bir algıdan ibaret olacaktır. Ancak algı zaten olayın ilk cereyan ettiği andan itibaren başlamıştı. Nitekim bu olaydan herkes bir yere ulaşmak istedi. Birçok komplo teorisi ise son zamanlarda Türkiye’de yaşanan olayların çeşitliliği ile insanlar nezdinde alışılagelmiş bir kahve kültürüne döndü. Toplumumuz artık öyle bir hale ge(tiri)ldi ki patlamalarla, suikastlara bir bulmacanın parçası gibi bakar oldu.

Nitekim bu olayda da aynı algı oluşturuldu. “İç ve dış mihrakların işidir.” bu sözü son zamanlarda yaşanan bu tip olayların hemen hemen hepsinde duyduk. Meğer içimiz dışımız düşman mihraklar tarafından doldurulmuş. Dolmabahçe’de polise dönük saldırı da, Kayseri’deki askere yönelik saldırı da hep bu mihrakların işi. O zaman ne yapmamız lazımmış MİLLİ SEFERBERLİK ilan etmemiz lazımmış. Peki neye karşı Milli Seferberlik yapacağız? Türkiye bir savaşa girdi de bizim mi haberimiz yok. Yoksa Türkiye Suriye konusunda yeni bir misyon üstlenip, ordularını Şam’a mı gönderdi de tüm kâfir devletler Türkiye’ye dirsek çevirdi. AB’ye karşı net bir tavır koyup siz Hıristiyan bir birliksiniz bizim sizinle işimiz olmaz deyip, yüzümüz İslam dünyasına mı çevrildi. Ya da ABD’ye yeter artık yaptıklarınız haddinizi bilin ve tüm kanlı ellerinizi İslam topraklarınızdan çekin diye bir açıklama mı yapıldı acaba? Bunların hiçbiri olmadı ise Lozan hükümleri ve Misak-ı Milli esasları da halen geçerli ve hatta Sykes-Picot tüm tartışmalara rağmen yürürlükte ise dış mihraklar bizden ne isterler acaba?

Neyse biz olayların gerçekleştiği zamanki gelişmelere bakalım. İç siyasette bir başkanlık sistemi tartışmaları devam eder gider durumda iken ve belki de en somut halini almış bir şekilde meclise sunuluyorken Dolmabahçe saldırıları gerçekleşti. Tüm algılar bunun başkanlık sistemi ile alakalı yapılan çalışmaların engellenmesi yönünde olabileceği üzerine çekildi ama unutulan bir şey daha vardı o da; Suriye’deki gelişmeler. Tüm zalimce argümanları kullanarak, Rus uçaklarının yardımı ile İran ve Esat şebbihalarının Halep’i kuşatması. Nitekim halkı Müslüman olan tüm beldelerden gelen çığlıklara yine halkı Müslüman olan Türkiye halkının sessiz kalması beklenemezdi. Çünkü Halep’e başlatılan kuşatmanın tepkileri Türkiye’de bir infiale ulaşmaya başlamıştı ki bahsetmiş olduğumuz Dolmabahçe saldırısı aniden gündemi değiştiriverdi. Ancak ne Halep unutuldu ne de kâfir Batı’nın yaptıkları cürümler. Bu saldırı bir nebze gündemi değiştirmeye yetti ise de tam anlamı ile başarılı olamadı.

Yine aynı günlerde Müslüman Türk halkının yakından tanık olduğu Mavi Marmara dosyası, Türkiye ve İsrail’in Haziran ayında yapmış olduğu anlaşma neticesinde düşmesi de birçok kesimde rahatsızlıkların oluşmasına neden oldu. Hatta bunun bir ihanet olduğu artık gündeme gelmeye başlamıştı ki bildiğimiz malum olay yani Beşiktaş patlaması bu meselenin de üzerine sünger çekti.

Ancak Halep kuşatmasının derinleşmesi ve iğrenç haberlerin Suriye’den gelmesi üzerine kamuoyu yine Suriye kıyamı ile hemhal olmaya başladı. Birçok gösteri ve yürüyüşlerle Türkiye yöneticilerine çağrıda bulunan halk, kendisini ABD ve Rusya büyükelçiliklerinin önüne attı. Tekbir ve Hilafet sesleri yükselmeye başladı. Halk kendisine ve Müslümanlara kurtarıcı olacak Mutasımlara seslendi ama ne çare bir karşılık bulamadı. Bir balinanın katliamına tüm çığırtkanlıkları yapanlar, Halep ölürken bir nara bile atamadı.

Müslümanlar bir vücudun azası gibidir hükmüne tabi olan halk ise Mutasımlarda bulamadığı cesareti kendi benliğinde göstererek Türkiye’nin her yerinden Suriye sınırına doğru hareket etmeye başladı. Ne yapabilirim tek başıma demeden elimden ne gelirse deyip halisane bir niyetle düştü yollara. Yöneticilerin kulak tıkadığı Müslüman kardeşlerinin feryadına kendisini siper etti.

İşte tam böyle bir atmosferde Kayseri patlamaları gerçekleşti. Tekrar dış mihraklar suçlandı vs. Ancak değiştirilmek istenen bir kamuoyu için bu altın fırsat niteliği taşıyordu ve nitekim de öyle oldu. Bu hadiseyi bile utanmadan kendi menfaat ve çıkarları için belki de bekaları için kullandılar. Ancak Halep’i unutturamadılar unutturamayacaklar da. Gündem her ne kadar değiştirilmeye çalışılsa da Halep’in feryatları Müslümanların kulaklarında çınlamaya devam ediyor. Bu hayırlı ümmet er ya da geç kendilerine gelecek Mutasımları beklerken, sessiz kalmayacaktır.

Son olarak Rus büyükelçinin öldürülmesi meselesine gelince, Suriye’de devam eden savaşın aslında hak ile batılın savaşı olduğu aşikârdır. Batılı kapitalist devletlerin kendi rekabetlerine sahne olan Suriye halkı ise idrakleri zorlayan bir tevekkülle tüm bu savaşa tek başına meydan okuyan şanlı bir direniş sergilemektedir. Türkiye ise ABD’nin sessiz kaldığı bir dönemde Rusya ve İran ile birlikte bu boşluğu doldurmak için var güçleri ile çalışmaktadırlar. Türkiye’nin başrollerinde olduğu bu dönemeçte muhalifler üzerinde etki yaparak direnişi yönlendirme çabası içerisinde olduğu bu dönemde böyle bir saldırının gelmesi aslında hiç de yadırganacak bir durum değildir.

Bu saldırı ile ilgili olarak siyasi birçok yorum yapılabilir. Nitekim birçok komplo teorisi de üretilebilir. Aynı gün Moskova’da yapılacak ve Rusya, Türkiye ve İran dışişleri bakanlarının katılacağı Suriye görüşmeleri de bu eylem için yeterli bahane olabilir. Nitekim bu görüşme BM dışından ve ABD olmaksızın yapılan ilk görüşme olması hasebiyle sembolik bir önem taşıyor. Suriye’de Rusya’nın etkinliğini artırması, Avrupa’nın bu süreçte dışlanması açıdan önemli sayılabilecek bir dönüm noktası olmuştur.

Ancak şunu unutmayalım: Müslüman Türk halkı Suriyeli kardeşleri için her türlü fedakârlığı yapmaya hazırken ve hâlihazırda Ensar olma gereğini yerine getirirken, Türkiye yöneticilerinin farklı duygu ve düşüncede olması karşısında sesini duyurmak için daha ne yapması lazım. Halk Suriye sınırına hareket ederken yöneticilerinin Moskova’ya ihanet anlaşmasının arabuluculuğunu yapmak için koşarak girmesini nasıl izah edeceğiz? Rus elçiye yapılan suikasta bir de buradan bakmakta yarar var bence. Her türlü komplo teorisinden sıyrılarak, olayın medyaya yansıyan şeffaflığı içerisinde olayı değerlendirdiğimizde ve saldırganın tüm bağlantılarını yok saydığımızda şöyle bir şey olmuş olamaz mı: “sessizliğin ve çaresizliğin çığlığı”

Tüm çağrılara karşı kulaklarını ve gözlerini kapatan yöneticilere karşı ümmetin çaresizliğinin bir patlaması olamaz mı? İllaki bir yerle veya mihrakla bağlantılı mı olması lazım bu eylemin. Bir nevi Müslüman halkın kendi çaresizliklerinin bir elçisi olamaz mı bu eylemi yapan şahıs. Eğer öyle ise evet gerçekten ELÇİYE ZEVAL OLMAZ...