Eğitim ve öğretim sistemi içerisinde bir dönemi daha geride bıraktık. Bu eğitim dönemine koronavirüs damgasını vurdu. Gerçi “damgasını vurmadığı hiçbir şey kalmadı” dersek çok da yanılmayız.
Hatırlayacağınız üzere 16 Mart 2020 tarihi itibariyle, salgın önlemleri kapsamında eğitime ara verilerek uzaktan eğitime geçilmiş, vaka sayılarının artış göstermesi üzerine de eğitim dönemi tamamlanmıştı. Tabii öğrencilerin ve velilerin kafalarında oluşan en önemli konulardan birisi ise lise ve üniversite sınavlarıydı. Yapılacak mı, yapılmayacak mı? Ertelenmeli mi, ertelenmemeli mi? Tüm bu belirsiz süreçlerin ardından nihayet LGS ve YKS sınavları yapıldı.
Eğitim sisteminin kendisi gibi, sınavların kısaltmaları bile başlı başına trajikomik bir durum. LGS, YKS, LYS… vs. Yaklaşık 20-25 yıl önce, bizim dönemlerimizde ÖSS ve ÖYS sınavları vardı. O yıllardan bu zamana kadar eğitim ve sınav sistemi yirmiye yakın değişikliğe uğradı. Her gelen bakan yeni bir sistem getirdi. Her seçimden sonra eğitim müfredatı sil baştan değişti. Neredeyse hiçbir öğrenci okula başladığı sistem ile okulu bitiremedi. Bırakın okullardaki kalitesiz eğitimi, bırakın öğrencilerin sağlıklı bir ilim almasını, daha “eğitim” kelimesinin içini doldurması gereken sistemin ne olduğuna karar veremedik maalesef. Yöneticiler, eğitim sisteminin arayışı içinde debelenirken milyonlarca öğrenci büyüyüp hayatın zorluklarına çoktan atıldılar bile. Peki, geçip giden zamanı kim telafi edecek? Kaybedilen imkânları kim geri getirebilecek. Hiç kimse!
Nice potansiyeli olan çocuklarımız ve gençlerimiz bu sistem içerisinde o kadar zayi edildi ki, sayıları milyonlar ile ifade edilmekte… Düzgün bir eğitim sistemi içerisinde okumuş, doğru bir hayat nizamı içerisinde yetişmiş olsa yetenekleri sayesinde ilim alanında çığır açacak olan gençlerimiz maalesef hiç de kendi kimlikleriyle örtüşmeyen bir hayatı yaşamak zorunda bırakılıyor. Sınava dayalı eğitim sisteminin ona sunduğu dayatmalar ile sevdiği ve yeteneği olduğu mesleği yapmak yerine, -geçimi için- sevmediği bir mesleği yapmak zorunda bırakılıyor. Sonra bakıyorsunuz, kimse işinden memnun değil. Çevremizdeki kişilere bu durumu sorsak, on kişiden dokuzu size, “hayallerinde farklı bir mesleğin olduğunu” söyleyecektir.
Daha ilkokul yıllarından itibaren test çözmeye adapte edilen, bir ilim öğrenmekten ziyade yanı başındaki arkadaşından daha başarılı olmaya itilen öğrenciler, hayat boyu anlamsız bir yarışın içerisinde sokulmaktadır. Sürekli, kazanma psikolojisi enjekte edilerek pragmatik bir bakış kazandırılan, dolayısıyla da hayatı boyunca doğruları yapmak yerine kârlı olanı, menfaatine geleni yapmayı tercih eden bir insan profili… Hatta okul hayatını belirlerken bile kazanç durumuna göre tercihler yapılmaktadır. Kendisine en uygun mesleği seçmek yerine, en çok maddi gelir sağlayacak meslekler hedef edinilmektedir. En ufak bir başarısızlıkta ise psikolojik travmalar yaşanması da bundan sebep. İşte bakın daha birkaç gün önce üniversite sınavında sağlık sorunu yaşadığı için sınav salonundan çıkmak zorunda kalan ve geri içeri alınmayan gencecik bir kardeşimiz, yaşadığı psikolojik durum nedeniyle hayatına son vermişti. Benzer örneklere de birçok kez şahit olmuştuk maalesef. Deneme tahtasına dönen eğitim sisteminin toplum üzerinde açtığı yara her geçen gün daha da derinleşmekte.
Tabii ki sorun sadece eğitim ve öğretim hayatı ile sınırlı değil. Fakat ağaç yaşken eğilir misali, temelde alınan doğru ve kalıcı bir eğitimin olmaması, fertlerin tüm hayata kar-zarar ve menfaat odaklı bakmasına neden olmaktadır. Çok küçük yaşlardan itibaren şans oyunları ve bahis sistemleri ile zengin olma hayalleri topluma bir fırsat gibi sunulmaktadır. İşte böylesi bir ortamda, okul ve eğitimin insanlar üzerindeki tek amacı sadece bir diplomadan ibaret olmaktadır. Toplumsal olarak egemen olan bu bakış maalesef velilere de yansımıştır. Onlar çocukları için en doğru ve en hayırlı olanı değil, en rahat para kazanacakları işi yapmalarını arzu eder vaziyetteler bugün.
İşte günümüzde yaşanan ahlaki çöküntünün, menfaatçi bakışın en temelinde, okul ve aile döneminde verilen bu yanlış bakış açısı yatmaktadır. Problemin esasında ise gayri İslâmi yönetim nizamı olan laik-demokratik sistem yatmaktadır. Menfaat üzerine kurulu olan bu sistemin, hayatın her alanında topluma sunacağı tek şey menfaatçi bakış açısıdır. Tabii birde ebeveynlerinin kafasında yumurta kıran, sosyal medyada alaya alan asalak bir gençlik grubu var. Onlar da bu bozuk sistemin yeni türeyen meyveleri…
İşte tüm bunlar Batı’dan ithal kanunların, Batı özentisi bir hayatın yansımalarıdır. Tüm problemlerin çözümünde olduğu gibi eğitim sisteminin kalıcı çözümü de, İslâm nizamı içerisinde tesis edilen, şer’i ahkâma uygun eğitim sistemidir. Hatırlayın, Osmanlı mekteplerinin duvar yazılarını: “Burada hiçbir balık uçmaya, hiçbir kuş yüzmeye zorlanmaz!” Yani, İslâmi eğitim sisteminde hiçbir öğrenci kendisi ile örtüşmeyen bir ilme zorlanmazken, dinî ve örfi değerler göz önünde bulundurularak düzgün bir nesil inşa edilmekteydi. Böylesi kıymetli bir değeri (İslâm) terk edip birkaç ucuz bakıra (demokrasi) razı olmak, problemlerin en temel noktasıdır.
Rabbimiz tekrardan bizlere, İslâm üzere bir nizama ulaşmayı nasip etsin!