Makalenin başlığını okuyan siz değerli okurların; “bu kıtalar dolaşan Ebu Cehil değil miydi?” dediğini duyar gibiyim. "Sürç-ü klavye"de bulunmadım. "Sürç-ü malumat" da söz konusu değil… Bile ve isteye dedim ki: “Ebu Leheb kıtalar dolaşıyor.”
Hepimizin de bildiği gibi “Ebu Leheb” hakkında, müstakil sure inen, İslâm’a eziyet etmekle maruf Rasulullah’ın amcasıdır. Kur’an’ın en kısa surelerinden bir tanesi olan “Tebbet” Suresi toplamda beş ayetten oluşuyorken bunun üçü Ebu Leheb’den kalan ikisi ise Rasulullah’a farklı sıkıntılar veren Ebu Leheb’in karısından bahseder. Kur’an ayetleri incelendiğinde, müşriklerden Rasulullah’a ve sahabelerine çok daha fazla eziyet edenler olmasına rağmen isimleri Kur’an’da zikredilmezken onlar kadar fizikî zarar vermemiş olan Ebu Leheb’in adı zikredilmiş hatta hakkında müstakil bir sure indirilmiştir. Çok daha dakik incelendiğinde Ebu Leheb’in o dönem Müslümanlara fizikî bir işkencesi bile olmamıştır. Ebu Leheb, tıpkı Umeyye bin Halef örneğinde olduğu gibi bir şahsa zarar vermedi belki ama İslâm davetine kulak vermek isteyenlere mâni olarak ve onları manipüle ederek aslında İslâm’a ve Müslümanlara daha kapsamlı zarar vermiştir. Ebu Leheb, İslâm davetinin yayılmasına ve anlaşılmasına mâni olarak İslâm davetini engellemeye çalıştı…
Ebu Leheb Mekke’nin önde geleni, sözüne itibar edilen birisiydi…
Ebu Leheb diğerleri gibi fizikî eziyeti değil, dezenformasyon yayma işini üstlenmişti/tercih etmişti. Haktan saptırmak değil miydi zaten gayesi; manipülasyonlarla bunu gerçekleştiriyordu. Olduğundan farklı göstermekti bütün çabası… Kısacası hakikate susamış Mekke toplumunun hakikatleri duymasına, görmesine ve anlaşılmasına mani olmaktı bütün gayreti…
Acaba Ebu Leheb dalalet medyacılığıyla ne kadar kişinin imanına engel oldu?
Acaba Ebu Leheb’in yalanlamalarından ve saptırmalarından Rasulullah efendimiz davet taşırken ne kadar da acı çekti?
İslâm ve risaleti açısından Ebu Leheb adeta; yanıltıcı medya görevini görüyordu. Kur’an ayetleri ve hakikatleri anlaşılmasın diye gürültü çıkartıyordu… Tıpkı ayet-i kerimenin de işaret buyurduğu gibi: [وَقَالَ الَّذٖينَ كَفَرُوا لَا تَسْمَعُوا لِهٰذَا الْقُرْاٰنِ وَالْغَوْا فٖيهِ لَعَلَّكُمْ تَغْلِبُونَ] “Kâfirler dediler ki: Bu Kur’an’ı dinlemeyin, okunurken gürültü edip, bağırın, çağırın da O’nun sesini bastırın, belki bu şekilde O’na karşı üstünlük sağlar da, O’nu bastırırsınız.” [Fussilet Suresi 26]
Ayette de buyurulduğu gibi; Rasulullah’ın haykırdığı hakikatleri saptırmaya çalışan bir medyacıydı o…
İslâm’ın doğrularını çarpıtmaya ve örtbas etmeye çalışan bir medyacıydı o…
İki dudağının arasından haktan başka bir şey çıkmamış Peygamberi yalancılıkla suçlayacak kadar taraflı bir medyacıydı o…
İşte Ebu Leheb’in medyacılığına bir örnek;
İbn Abbas şöyle rivayet eder: “Kur’an’da, ‘En yakın akrabanı uyar’ mealindeki ayetin inmesi üzerine Rasulullah bir sabah vakti Safâ tepesine çıkıp Kureyş mensuplarına seslenmiş, Kureyş mensupları etrafında toplanınca, ‘Size şu dağın arkasından bir düşman süvari birliğinin gelmekte olduğunu söylesem bana inanır mısınız?’ diye sormuş, onlar da, ‘Daha önce senin herhangi bir yalanını duymadık’ demişlerdir. Bunun üzerine Rasulullah kendisinin şiddetli bir azap öncesinde gönderilmiş uyarıcı bir elçi olduğunu bildirmiştir. Dinleyiciler arasında bulunan amcası Ebu Leheb onu azarlamış ve ‘Kahrolası! Bizi bunun için mi buraya çağırdın?’ diyerek uzaklaşmıştır. Bu olayın ardından, Ebu Leheb’in kullandığı “tebb” kavramıyla başlayan bu sure (Tebbet) nazil olmuştur.” [Buhari]
Yine ibn Abbas der ki: “Rasulullah kiminle görüşse Ebu Leheb ardından gider, O’nun peygamber değil, sihirbaz olduğunu söylerdi.”
Ebu Leheb yalan ve tezviratla toplumu ifsat eden medya organı gibi çalışmıştır. Rebia b. Abbâdü’d-Dilî şöyle bir olay aktarır:
“Peygamberi Zülmecaz panayırında görmüştüm. ‘Ey insanlar! ‘Lâ ilahe illallah’ deyiniz de, kurtulunuz!’ buyuruyor; kendisi hangi caddeye girse halk da oraya gidiyor, onun başına toplanıyor, birbiri üzerine yığılıyorlardı. Orada, ne kimsenin bir şey söylediğini, ne de onun sustuğunu gördüm. O, hep, ‘Ey insanlar! ‘Lâ ilahe illallah’ deyiniz de, kurtulunuz!’ buyurup duruyordu. Akik (şaşı) gözlü, yumru yüzlü, iki bölük hâlinde örgülü saçlı bir adam da, o nereye giderse arkasından gidiyor: ‘Ey insanlar! Bu, sizi aldatıp da baba ve atalarınızın dininden vazgeçirmesin! Bu, dinden çıkmış bir yalancıdır!’ diyordu. ‘Kimdir bu zat?’ diye sordum. ‘Muhammed b. Abdullah’tır. Kendisi, peygamber olduğunu söylüyor.’ dediler. ‘Ya onun arkasında giden, onu yalanlayan, şu akik (şaşı) gözlü adam da kimdir?’ diye sordum. ‘O da, onun amcası Ebu Leheb’dir!’ dediler.”
Ebu Leheb gerçekte yaşamış biri olmakla beraber o, bir tipolojidir. Küfründe inat edenlerin tipolojisi olduğu gibi İslâm’ı karalamak ve İslâm’ın doğrularını manipüle eden medyacıların da tipolojisidir. Böylesi bir tip dün olduğu gibi bugün ve yarın da olabilir… Dolaysıyla Ebu Leheb tipi akıllarda sadece küfründe inat eden bir müşrik olarak değil aynı zamanda doğruları çarpıtmaya kendisini adamış bir medyacı olarak da canlanmalıdır. Burada, yeri gelmişken ifade etmek isterim; birazdan paylaşacağım İslâm’a yönelik medya manipülasyonları ve karalamaları, Ebu Leheb medyacılığına teşbih saikiyledir. Yoksa medya çalışanlarını küfürle itham etmek gayesiyle değil…
Başlığımda ifade ettiğim gibi Ebu Lehebler kıtalar dolaşıyor. Kendilerini hakkı çarpıtmaya adamış medya tarafından kuşatıldık adeta…
Bugünkü medya değil miydi; Taliban Afganistan’a hâkim olduğunda kadın hakları yaygarası kopartarak İslâm’a saldıran…
Taliban’ın emirlik modeli ekseninde Hilâfet’i karalayan…
Demokrasiyi insanlığın katili olmasına rağmen kurtuluş olarak lanse eden…
Allah’ın hayata karışmasına engel olan laikliği çarpıtan ve asıl mecrasından çıkartan…
Yine bundan birkaç sene önce Hilâfet tartışmalarının yapıldığı bir sırada gündeme gelen Hizb-ut Tahrir’i karalamak adına “onlar toplamda 30-40 kişiler” diyerek; Hilâfet’i kurmaya en ehil, evrensel, 50’den fazla ülkede faaliyet yürüten bir partiyi azımsamaya çalışan da bu medya değil miydi?
Ebu Leheb tipolojisinden hareketle bugünün medyasından daha çok örnekler verilebilir. Bu kadarıyla iktifa ediyor ve son cümlelerim olarak diyorum ki:
Nasıl ki dün Safa Tepesi’nde Ebu Leheb medyasının, İslâm’ın doğuşunu engellenme çabası, Medine’de kurulan devlet eliyle İslâm’ın milyonlarca kilometre kareye ulaşmasını engelleyemediyse bugün de İslâm düşmanı medyanın gayretleri, İslâm’ın, sınırları Endonezya’dan Fas’a kadar uzanan Râşidî Hilâfet Devleti’ne kavuşmasıyla sonuçsuz kalacaktır.
Nasıl ki dün İslâm’a engel olmaya çalışanlar Allah’ın taktiriyle buna muvaffak olamadıysalar bugün de İslâm’ın Hilâfet eliyle hayata egemen olmasına engel olmaya çalışanlar da muvaffak olamayacaklardır. Ebu Leheb kıtalar dolaşıyor. İslâm’ı, değerlerini ve de en öncelikli farz olan Hilâfet’i her yerde karalamaya çalışıyor ama nafile… Çünkü Müslümanlardaki Hilâfet arzusu, kötürüm kimsenin onu inkâr etmesinden ya da karalamak için sarf ettiği gayretten çok daha büyüktür.
Ez-cümle; güneş balçıkla sıvanmaz! Şimdi kıtalar dolaşan Hilâfet arzusu, yarın kıtalara hâkim olacak Hilâfet’in habercisidir!