Kapitalizmin ve beşerî sistemlerin uygulamaları altında hayatta kalma mücadelesi veren İslâm ümmetinin hâli izaha muhtaç değildir. Hangi yöne dönersek dönelim gördüğümüz her bir tablo Müslümanların ahvaline dair çok şeyler anlatır. Hırsızlık vakaları, gayrimeşru ilişkiler, çocuk istismarcılığı, uyuşturucu ve alkol kullanımı bunlardan sadece bazıları…
Durum hiç de iç açıcı değil. Hele geçen günlerde Trabzon’un Ortahisar ilçesinde bir şahısın, 4-5 yaşlarındaki kız çocuğuna tacizde bulunması gelinen noktanın vahametini resmetmek adına yeterlidir. Düşünebiliyor musunuz; çocuğunuz masumane bir şekilde kendi dünyasında oyun oynamakla meşgulken gözü dönmüş, Allah’tan korkmaz kuldan utanmaz birisi gelecek ve gözünüz gibi sakındığınız çocuğunuzu taciz edecek. İnanılır gibi değil. Son günlerde haddinden fazla artış gösteren çocuk istismarı ve taciz vakaları asırlarca İslâm’ın güven şemsiyesi altında yaşam idame etmiş bu toplumu ciddi anlamda tedirgin ediyor ve gelecek nesillerle alakalı kaygıları gün be gün artırıyor.
Gözlerimizle gördüğümüz bu taciz vakasının iğrençliğini ve gönül dünyamızda çağlayan duygularımızı ifade etmeye ne derman yeter ne de kelimeler… Sözlerin aciz, kelimelerin kifayetsiz kaldığı, cümlelerin boğaza düğümlendiği bir an vesselam.
Kısacası hâlimiz pürmelal.
Asıl Suçlu Kim?
Asıl suçlu;
• Yaşadığımız coğrafyada alkol kullanma yaşının 10’a inmesine zemin hazırlayan demokratik laik yönetim sistemdir.
• Çağdaşlık düşüncesiyle uyuşturucu kullanan gençleri bağrından çıkartan laik demokratik sistemdir. Yani laikliğin ta kendisidir.
Fuhuşa zorlanan genç kızlarımızın yaşlarının 12’ye kadar düşmüş olması demokratik nizamın bu gençlere bir armağanıdır(!) Velhasıl; gençlerin bu hâlde olmaları Cumhuriyetin hak ve özgürlükler ilkesinin bir eseridir.
Takip edin; kaosun, huzursuzluğun, ahlaksızlığın ve adaletsizliğin iz düşümlerini takip edin! Götüreceği yer demokratik laik yönetim sisteminden başkası değildir… Hey hat keşke bilselerdi!
Peki Ne Yapmalı?
Gidişattan rahatsız olanlar bu haddi aşmışlığın çaresini ve değişimin yollarını konuşmalı ve aslında içler acısı durumdan vaziyet çıkartmalıdır. “Durumdan vazife çıkarmak” deyimi tam olarak anlatmak istediğimi ifade eder nitelikte. Durumdan vazife çıkarmak; “içinde bulunulan şartları değerlendirerek sorumluluk yüklenmek” şeklinde tarif edilmektedir. Bu tarifi iyi betimlediğine inandığım bir örneği paylaşmak istiyorum:
عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ أَنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ دَخَلَ الخَلاَءَ فَوَضَعْتُ لَهُ وَضُوءًا قَالَ مَنْ وَضَعَ هَذَا فَأُخْبِرَ فَقَالَ اللَّهُمَّ فَقِّهْهُ فِي الدِّينِ
“İbn Abbas der ki: Bir gün Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem ihtiyacını gidermek için gitti. Dönüp geldiğinde ben abdest suyunu hazırlamıştım. Suyu orada hazır görünce sevindi: Kim hazırladı? dedi. İbni Abbas dediler. Rasulullah buyurdu ki: Allah’ım! Onu dinde fakih kıl!” [1]
Mevcut gidişata dur demek için kıyam etmek de durumdan vazife çıkarmak kabilindendir. Problem aşikârken, münker adeta çevremizi sarıp sarmalamışken birilerinin kıyamını bekleyen “oturucular” değil, üstadın da dediği gibi “Kim var? diye seslenilince, sağına ve soluna bakmadan ben varım cevabını veren” vazife aşıkları lazım. “Benim olmadığım yerde kimse yoktur” anlayışı egemen olmalıdır.
Vazifemiz Hayra Davet Etmek, İyiliği Emredip Kötülükten Alıkoymak
Şer’î nasslar incelendiğinde iyilikler/maruflar arasında üstünlük ve kötülükler/münkerler arasında da derece farklılığına, dolaysıyla bunlardan önemli olanlar ve daha da önemli olanlar olmak üzere farklılığın olduğu görülür. Şer’î hükümlerden olan “hac ibadeti” güç yetirdiği taktirde her Müslüman kadın ve erkeğe farzdır. Paylaşacağım hadisten hareketle yeri geldiğinde bir farzın diğer bir farza takdim edildiğini (öncelendiğini) göstermek istiyorum: Rasulullah’ın şöyle dediği rivayet edilmiştir:
لَا يَخْلُوَنَّ رَجُلٌ بِامْرَأَةٍ إِلَّا وَمَعَهَا ذُو مَحْرَمٍ وَلَا تُسَافِرِ الْمَرْأَةُ إِلَّا مَعَ ذِي مَحْرَمٍ فَقَامَ رَجُلٌ فقَالَ يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنَّ امْرَأَتِي خَرَجَتْ حَاجَّةً وَإِنِّي اكْتُتِبْتُ فِي غَزْوَةِ كَذَا وَكَذَا قَالَ انْطَلِقْ فَحُجَّ مَعَ امْرَأَتِكَ
“Sakın bir adam, beraberinde mahremi olmaksızın bir kadınla baş başa kalmasın. Kadın yanında mahremi bulunmadıkça sefere çıkmasın! Bunun üzerine bir adam ayağa kalkarak: Ya Rasulullah! Benim zevcem hac için yola çıktı. Kendim de filan gazaya yazıldım dedi. Git de zevcenle beraber hac et buyurdular.” [2]
Bu hadiste, daha önemli olanın az önemli olana önceliği söz konusudur. Çünkü Sahabe’nin cihat için gazaya yazılması, eşinin mahremi olmaksızın sefere çıkmasıyla çatışınca, önemli olanı diğeri üzerine öncelenmiş oldu.
Buradan hareketle toplumda münkerler çoğaldığında derecesi bakımından sınırlandırmak ve bir münkeri diğerine öncelemek elzemdir. Başka bir ifadeyle münkerler toplumda yaygınlaştığında, yapılması gereken; evla ve en önemli olanı, şer’î ölçülere uygun olarak sınırlandırmaktır. O nedenle Müslüman iki münkerle karşılaştığında öncelikli olarak en büyük ve en şiddetli olanını defetmesi vaciptir. Yine iki marufu emretmek vacip olduğu zaman, onlardan da en önemli olanını emretmelidir.
Mademki maruf ve münkerler arasında farklılık ve öncelemek söz konusudur; öyleyse günümüzde yapılacak en önemli iş laiklik esası üzerine yöneten mevcut yöneticileri ve onlardan sadır olan münkerleri muhasebe etmektir. En büyük münker olan laik düzeni izale etmektir. Mademki maruftan daha maruf olanı vardır bugün İslâm’ın hayatımıza hakimiyeti çalışması maruf/iyi/hayırlı işlerden olan cami imar etmekten çok daha önceliklidir ve öncelikli olmalıdır.
Maruflar ve münkerler konusunda temas edilmesi gereken bir husus daha vardır. Bilindiği üzere münkerlerin sebepleri, bununla birlikte bir de tezahürleri vardır. Dolaysıyla gerek kişi bazında gerekse cemaat bazında olsun münkerin yok edilmesinden asıl maksadın hasıl olması için tezahüre değil sebebe ihtimam göstermek lazımdır... Örneğin iyiliği emredip kötülükten alıkoymakla dertlenmiş bir kişi iki kişiyle karşılaşır; biri uyuşturucu alıyor diğeri de satıyorsa, alıcıdan önce satıcıyı muhatap alması gerekir. Çünkü satıcı, sebeptir.
Bugün Müslümanların durumuna baktığımızda, onların küfür hükmüyle yönetilen, gayri İslâmi nizamların tatbik edildiği, Müslümanları zalim yöneticilerin siyase ettiklerini görürüz. Laik esasına göre var olan yönetim şekli yaşanagelen münkerlerin en büyük sebebidir. Yukarıda saydığımız can yakıcı gerçeklerin kendisinden kaynaklandığı baş faktördür. Bunun dışındaki bütün odaklanmalar; sorunu kökten çözmek yerine pansuman mesabesinde adımlar olmaktan öteye geçmeyecektir.
Bu durumdan vazife çıkarıp gereğini yapmakta biz Müslümanların sorumluluğundadır. Vazifemiz ise; Allah’ın indirdikleriyle yönetimi geri getirmek ve Hilâfet’in ikamesiyle İslâmi hayatı yeniden başlatmak şeklinde olmalıdır.
[1] Buhari
[2] Buhari, Muslim