En basit ifade ile dünya kendi kıyametini koparanların eliyle düştüğü elim ve vahim halinden kurtulması için Hilâfet’e muhtaç! Hâlbuki Rabbimizin bütün canlılar için nimet verdiği, farklılıklar ile zenginleştirdiği, renkleri, dilleri, hayat tarzları ile yaşanılası kıldığı böylesi bir yer küre maalesef ki emperyalist canilerin sömüre sömüre bitiremediği, farklılıkları yok saydığı, sadece hayat tarzlarını değil hayatları da katlettiği, ölünüp kurtulası bir yer haline geldi. Döviz baronlarının, sermayedarların, faiz lobilerinin, tapınakçıların ya da böyle bir kurguya aldanan düzen bozucuların iyi ve güzele dair ne varsa kirlettiği, kemirdiği, çaldığı, imha ettiği bir dünya, bugün hiç olmadığı kadar Hilâfet’e muhtaç değil mi?
‘İslâmofobi’, ‘İslâmî terör’, ‘radikal-ılımlı-demokrat İslâm’ gibi yaftalar ile İslâm’a topyekûn savaş açan Batı’ya haddini bildirmek için Hilâfet’e muhtaç değil miyiz? Yalnızca dizilerde izleyeceğimiz veyahut kitaplarda okuyacağımız ‘güçlü lider’, ‘adil yönetici’, ‘cesur komutan’ gibi tiplemelerin canlı-kanlı bir şekilde ümmetinin başında olduğunu görmek için Hilâfet’e muhtaç değil miyiz? Sultan Abdülhamid’e benzetilmeye çalışan liderlerin Mescid-i Aksa’da ezan okunmasını yasaklayan Yahudi varlığına gıkını çıkaramadığını gördük. Üstelik bırakın ezan yasağını, Müslümanlara bombalar yağarken ‘iyi dostluk ilişkileri’ kurma adına ‘İsrailli’ yöneticiler ile ‘selfie’ çekenlerin haline şahit olduk. O halde “lime lime doğranmadan Kudüs’ü teslim etmeyeceğini” söyleyen Abdülhamid’in bu absürt benzetmelerden, iç politika malzemesi haline getirilmesinden, dizileri üzerinden reyting yarışına girilmesinden usandığımız için Hilâfet’e muhtaç değil miyiz?
ABD Başkanı Trump ilk göreve geldiğinde şu sözleri sarf etmişti: “En önemli işimiz Amerika’nın yükselmesini sağlamak. Tabii bunu yaparken diğer devletlerin hukuku çiğnenmeyecek. Hepsi için adil olacağız.” Bu, açık bir meydan okumaydı aslında. Ama hiçbir devlet cevap veremedi. Yine sözlerine şöyle devam etti, Trump: “İslâmî terörü bitireceğiz.” Bu söz de Müslümanlara açık bir tehdit ve düşmanlık ilanıydı. Maalesef ki, bu tehdit de cevapsız kaldı. Hatta İslâm coğrafyasındaki liderler kulaklarını dört açıp Trump’ın her sözünü emir telakki edercesine dinliyorlardı. Avrupa’da, Uzakdoğu’da hatta ABD içinde dahi Trump aleyhinde gösteriler yapılmasına rağmen İslâm coğrafyasında derin bir kabullenmişlik vardı. Müslümanların ne yöneticilerinden, ne de tebaasından “çıt” çıkmamıştı. Her hakareti, her tehdidi ve her aşağılamayı sineye çektiğimiz gibi bunu da çektik. İşte iç çekişlerimizden, suskunluğumuzu kıramayışımızdan, kabullenişimizden ve sahipsizliğimizden dolayı hiç olmadığı kadar Hilâfet’e muhtaç değil miyiz?
Âlimlerimiz hep bir ağızdan “görmedik”, “duymadık” ve “söylemeyiz” diyorlar. Dolayısıyla şöyle bir tablo oluştu: Helal-haram demeden yiyen bir toplum haline geldik. Hac-umre ibadeti Amerikan dolarıyla yapılırken, kurbanlar kredi kartları ile alınır hale geldi. Faiz bütün hücrelerimize işledi hatta ne alsak da kredi çeksek noktasına geldik. Ahlak, namus ve aile kavramları yerle yeksan olmuş. Nesil yetiştirmek, evlenmek gibi işlerden korkan gençlere şahit olmaktayız. Çok da haksız sayılmazlar, zira güvene dair ne varsa yıkmışız; bozulmuşuz, sindirilmişiz, ifsat olmuşuz. Müslümanın ifsat olduğu bir dünyanın refahından, güveninden bahsedebilir miyiz? İslâm’a muhtaç olan bir dünyaya kendimizin anlamlandıramadığı mefhumları anlatabilir miyiz? İşte böylesi bir dünya, hidayeti ve nuru taşıyacak olan Hilâfet’e muhtaç değil mi?
Ya çocuklar? Suriye’nin yetimleri, Arakan’ın sahipsizleri, Kudüs’ün yasaklıları, Türkiye’nin eğitilmişleri (öğütülmüşleri)… Ya dünyanın geri kalanı? Mesela gözünü İslâm ile açamayanları, İslâm’ı tanımaya engel olunanları ya da yanlış tanıyanları, ahlakı, izzeti, şerefi tadamayanları… onlar kadar İslâm’a susamış, dolayısıyla da Hilâfet’e muhtaç başkaları var mı? Doyurulmayan, hakları gaspedilen yetimlerin, anne-babalarını bombardıman sonucu kaybeden bebelerin, sistematik zihin harpleri yaşayan çocukların müreffeh bir hayat, güvenli bir çevre, temiz bir nesil, verimli bir eğitim gibi zaruri ihtiyaçları nasıl karşılanacak? Hilâfet olmadan mümkün mü?
Kadınlarımız... Dünyanın bütün kadınları, kendilerine hak ettikleri değeri vermeyen iğrenç sistemlerden kurtulmak için Hilâfet’e muhtaç değil mi? Kapitalizmin vahşiliğine kurban giderek ticari malzeme olarak kullanılması, reklam aracı veyahut cezbedici unsurları ile kazanç elde etme alışkanlığı, bilindik gerçekler değil mi? O halde onlara korunulması ve incitilmemesi gereken bir ‘değer’ olarak bakan İslâm’ın tatbiki gösterilmelidir. Kadınlar evinin mürebbiyesi, evlatlarının öğretmeni, eşinin dayanağı, ailenin koruyucusu kısacası toplumun mimarlarıdır. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkaracağını vadeden Rabbimizin kendisi değil mi?
Ahlakımızın korunması, adaletin tesis edilmesi ve zulmün bitmesi için Hilâfetten başka nasıl bir çözüm olabilir ki? Mesela parlamenter sistemin yapamadığını başkanlık sistemi mi yapacak? 93 yıldır yaptıkları anayasalar ile bozgunculuk ve fitneyi körükleyen insanlar gidecek yerini olağanüstü özelliklerde insanlara mı bırakacaklar? 6 yıldır Suriye’de akan kanı durduramayan İslâm coğrafyasının liderleri bundan sonra mı durduracak? 70 yıldır işgal altında inleyen Filistin’in derdine kim derman olacak? Orta Asya’nın mazlumlarına düşmanları ile kardeşlik kuran liderler mi yardım edecek? Halep’i düşmana teslim edenlerin oyunlarına şahit olduk. Arakan’ın sahipsiz evlatlarına halkından para toplayarak yardım gönderdiğini iddia edenlerin yardımlarını da gördük; zalim Budist yönetimine teslim ettiler. Müslümanlar dost görünümlü düşmanları da gördü, Abdülhamid görünümlü Tiranları da… Yardım görünümlü ihanetleri de gördü, kardeş görünümlü hainleri de… Gel gör ki, bir tek şanlı Hilâfet’i ve Halifesini göremedi. Heyhat ki, bir de çözümden bahsediyorlar.
Dünyanın gerçekten neye muhtaç olduğunu bilmeyenler, çözümsüzlük girdabında debelenip dururlar.