Dünden Yarına Batı Medeniyetinin İfşası - 6
01 Eylül 2020

Dünden Yarına Batı Medeniyetinin İfşası - 6

“Dolar bizim paramız, ancak sizin sorununuz” demişti, John Connaly… 1971 yılında ABD Hazine Bakanı olarak görev yaparken dünyanın yeni bir sorununu ifşa etmişti. Çünkü artık Amerika dünyanın en güçlü devleti olarak kendi parasını altın ile mübadeleye kapatmış, doları yeni bir rezerv para olarak ilan etmişti. Bunu da sömürdüğü devletlere yeni mübadele aracı olarak dayatmıştı. Artık her devlet rezervinde olan dolar kadar para basabilecekti. Bu, özelde Amerika’nın genelde Batı medeniyetinin beka mücadelesiydi. Karşılıksız, rezervsiz, istediği zaman, istediği kadar para basmanın tek yoluydu. Zira Amerika bastığı doları iç piyasaya sürmez, dışarıdan petrol alır, enerji üretir, silah temin edebilirdi. Bu şekilde basılan para enflasyon değil aksine ülkeye “mal veya hizmet girdisi” demekti. Hatta bu şekilde dış borcunu kapatabilirdi. Batı bu şekilde dünyanın sermayesi olabildi. Ki bu sermayenin çalıştıramayacağı insan gücü, satın alamayacağı üretim aracı yoktu. Dünya tüm bu olup bitenleri seyrederken elinde oldukça fazla altın rezervi olan ülkeler bu altınların kıymetini doların belirleyeceğini tahmin bile edemediler. Çünkü o egemen devletin parasıydı ve kendisi bir şekilde bu egemen güce boyun büküyordu. Bu yolla Batı, medeniyetinin dünya sahnesinde nefes alma süresini uzattı, sözünün geçerliliğini arttırdı ve dengeleri değiştirebilen bir yapıya kavuştu. Artık ulus devletlerin yeni bir sorunu vardı ve o sorunu çözebilecek şifre Batı’nın elindeydi.

Herhangi madeni bir değer taşımayan kâğıt parçalarıyla, miras veya kazanç yoluyla elde edilmeden zenginleşen Batı, çaktırmadan yeni bir sürecin fitilini ateşliyordu: “Kapitalizm”. Duyguları, inançları ve hayalleri sömürülen toplumlara adı kurtuluş olarak yutturulan yeni bir sömürü aracı kazandırılmıştı. Bu yolla “işçi sınıfı” diye tabir ettikleri ‘proletarya’ bizzat kendi eseri olan, kendisinin ürettiği zenginlikler tarafından köleleştiriliyordu. Yani bir kapitalist sermayedar, satın aldığı üretim araçlarını kullanarak kendisine servetler kazandıracak işçilere hayatta kalabilecekleri, karınlarını doyurabilecekleri ölçüde maaş veriyor ve üretim zincirini böyle sağlamış oluyordu. “Gelir adaleti” denilen yalan, “asgari ücret” denilen safsata işte bu sürecin devamlılığı için şarttı. Tacirler düşük maaşlarla daha çok işçi çalıştıracak, devlet de işsizliği azaltmak adına bu tacirlere kol-kanat gerecekti. Sonra bu tacirler hem daha çok büyüyecek hem devlete verdiği vergi dilimini arttıracak hem de sağladığı istihdam ile toplumsal sükûneti sağlayacağı için hükümetler tarafından desteklenecekti. Kapitalizm bu şekilde gerçekten de kısır ve paradoksal bir döngü oluşturmuştu. Sosyalist iktisadi yapıya alternatif olarak sunulan “devlet-> zengin-> işçi-> devlet” döngüsü artık tam bir sömürge çarkına dönmüştü. Fakat bu çarkın kaybedeni, mağduru şüphesiz ki işçi sınıfını da içinde bulunduran halktı. Kapitalizmde halklar karar veren veya kararlarda fikir beyan eden değil kararları uygulamak zorunda olan taraftır.

Toplumsal güç özel kişilerin sahip oldukları paralar ile şahsi güç haline gelmişti. Kolektif çalışmanın sadece bir kişiyi zengin ettiği bu düzeni Sofokles, ünlü eseri Antigone’de şöyle ifade ediyordu: “İnsanoğlunun hiçbir icadı para kadar kötülük saçıcı değildir. Ülkeleri harap eden odur, düzen bozuculuğu öğreterek mertliği bozan odur. İnsanlığı her türlü hileye başvurdurur ve onlara her günahı işletir.” Soğuk Savaş döneminde Sosyalist iktisada karşı liberalizmi savunan kapitalistler, piyasanın tamamen serbest olmasını, devlet kontrolünden çıkmasını çünkü parası olanın ekonomiyi canlandıracağını düşündüler. Bu düşünce onları belli süre daha zengin hâle getirdi. Fakat rekabet artıp üretim tekeli kırılınca kapitalizmin sacayakları zayıflamaya başladı. Artık sermayedarlar artıyor, orta sınıflar da bir üst sınıfa geçmeye çalışıyordu. Tam da bu noktada o ilk kapitalist sermaye sahipleri bu orta sınıfı dizginlemek için bankalar açıp borçlar vermeye başladılar. Bankalar bireylerden topladıkları mevduatı faiz karşılığında bu orta sınıf kapitalistlere kullandırır ve kendisine borçlu hâle getirirdi. Artık orta sınıf ne kazanırsa kazansın bu paydan banka sahibi olan büyük kapitalistler de paylarını alıyorlardı. Aslında bu durum büyük kapitalistler için bulunmaz bir nimetti. Çünkü artık işçi sınıfıyla uğraşmak zorunda kalmayacak daha sınırlı olan orta sınıf ile ilgileneceklerdi. Orta sınıf da borçlandığı büyük patrona gerekli zamanda ödeme yapabilmek için işçi sınıfıyla ilgilenecek ve üretimi kontrol edecekti. Ve gitgide bu piramidin en altı ile en üstü arasındaki fark açıldıkça açıldı. En altındaki çalışan sınıf, hiçbir şeyi eleştiremeyecek, görüş beyan edemeyecek durumda ay sonu eline geçecek maaşı beklerken, en üstteki büyük patron ise belli periyotlarla bankasına yatacak paranın ivme kazanmasını görüp sevinecekti. Böylesi iştah kabartan ekonomik tahakküm bir zümrenin serpilmesini sağladı. Bu şüphesiz ki “küresel elit” zümreden başkası değildi. Bu elitler dünya ekonomisinin yüzde 90’lık payını ellerinde tutuyorlardı. Hatta canlı örnek olması adına son zamanların en çok serpilen kapitalisti Jeff Bezos’u gösterebiliriz. e-Ticaret sitesi Amazon’un sahibi 200 milyar doları aşan servetiyle 11 ülkenin toplam milli servetinden daha yüksek bir gelire sahip. Dünyanın en zenginleri listesinde ilk on kişinin ABD-Avrupa bölgesinden çıkması şaşırtıcı değil. Çünkü küresel elit tabakanın Batı medeniyeti için taşıdığı misyon oldukça önemli. Onlar küresel sömürgeciliğin ağababaları, dünya savaşlarının tetikçileri, zulmün ve işgalin mimarlarıdır. Taptıkları servetleri için milyonlarca insanı katledebilen caniler ve akıttıkları kanı paraya çeviren vampirlerdir. Fikret Başkaya, “Çığırından Çıkmış Dünya” kitabında devletlerin bu küresel elitler için var olduğunu şu sözlerle açıklar: “Burjuvazinin dünya ölçeğindeki denetimini düzenleyen bir aygıt olarak devlet, kapitalizm var oldukça varlığını sürdürecektir. Aksi hâlde kapitalizm diye bir şey de olmazdı.”

Kapitalist devletler çok uluslu şirketlerin güvenliğini sağlayan bekçiler gibidir. Bu dev şirketler kendi ülkeleri içine yatırım yapsınlar, üretsinler ve istihdamı arttırsınlar diye kapılarında nöbet tutarlar. Hatta bu ilişkiyi resmî bir zemine oturtmak için “Çok Taraflı Yatırım Anlaşması” anlamına gelen “MAI” imzalanmıştır. Bu anlaşma ile çok uluslu bir şirketin bir bağımsız devlet tarafından zarara uğratıldığı durumda, davanın söz konusu devletin yasalarına göre değil uluslararası mahkemede görülmesini öngören bir düzenlemedir. 1996 yılında Alman Bundesbank’ın direktörü Hans Tietmer Davos’ta bütün küresel elitlerin huzurunda şunları söylemişti: “Bundan böyle hepiniz finans pazarlarının denetimi altındasınız.” Bu, herkesin büyük sermaye diktasına boyun eğmesinin kibarca tarifiydi. Serbest piyasa ekonomisi bu şekilde dünya ülkelerini kasıp kavurmaya başlamıştı. Fakat bunun olumsuz sonuçları da olacaktı… Mesela “herkes başının çaresine bakmak zorunda” kalacağından hayatta kalabilmek için suç oranları artacak, cinayetler çoğalacak, intiharlar olağan hâle gelecekti. Devlet, küresel ekonomi kalpazanlarının suçlarını örtbas edecek, toplumsal kaosu bastırabilmek için daha fazla polis ve güvenlik gücü işe alacaktı. Suçlar arttıkça yeni hâkim ve savcılar atanacak, yeni şehir hastaneleri kurulacak, bakım ve sığınma evleri açacaktı. Sorunları çözmeyi asla düşünmeyecek sadece sorunların makyajla üstünü örtecekti. Çünkü kapitalist ekonominin krizlerini de çözümlerini de çıkaran o kalpazanlardı. Ve kapitalizmi benimseyen hükümetler bu kalpazanların elinde oyuncak olacaktı.

Sosyal, toplumsal ve kültürel olarak halkları sömüren Batı, ekonomik olarak da iplerini eline almıştı. Zira medeniyetinin bekası için buna ihtiyacı vardı. IMF, Dünya Bankası gibi “Uluslararası Tefeciler” sömürgeci Batı’nın ilkyardım kasaları gibi çalışıyorlardı. Avrupa’nın sömürdüğü Afrika coğrafyası ile Amerika’nın sömürdüğü Ortadoğu toprakları bu küresel tefecilerin ağına yakalandılar. Önce aç bırakıp sonra doyurmak Batı’nın bir lütfu değil, sömürge üslubuydu. Kapitalizm yalanına inanan ülkeler kısa, orta ve uzun vadeli programlarını tefecilerin inisiyatifine bırakacaktı. Her şeye rağmen kapitalist iktisadi sistem krizlerle doluydu.

Yüz elli yıllık var oluş mücadelesi içerisinde kapitalizm üç tane çok büyük olmak üzere onlarca irili ufaklı krizler yaşamıştır. Fakat her nasılsa pamuk ipliği tam kopacakken imdadına sömürge devletler yetişmiştir. Zira bu devletler kapitalizmi tam olarak tatbik edemiyor olsalar da yönetici taifesi bekalarını kapitalizme bağlamış durumdalar. Mesela 1873’te başlayan “Uzun Depresyon” krizi I. Dünya Savaşı’nın da fitilini ateşlemiştir. 40 yıla yakın süren bu kriz dünyanın neredeyse yarısında açlık, kıtlık ve yağma başlatmıştır. İkinci kriz “Büyük Bunalım” adıyla anılan 1929–1935 yılları arasında dünyayı kasıp kavuran bir krizdi. Son olarak 2008 yılında dünya gündemine sokulan “Mortgage” projesi etkisini hâlâ sürdüren bir başka “Küresel Finansal” krize sürükledi. Bu krizin olumsuz tezahürleri hâlen devam etmekte. Zira dünyanın en güçlü devleti olduğunu iddia eden Amerika bile 12 yıldır kendisini bu krizden kurtaracak başkan seçmeye çalışmaktadır. Ama dedik ya “iflasın eşiğinden yine sömürge devletler kurtarıyor” diye; Trump’ın Katar, BAE, Suudi Arabistan, Kuveyt gibi ülkelerden kestiği haraç kısa vadede Amerika’ya can suyu olmuştu.

Kapitalizm yıllarca algı yönetimleri, manipülasyonlar ve mugalatacı siyasi yönetimler sayesinde ayakta durabilmiştir. Maalesef ki İslâm coğrafyasındaki birçok lider, finans baronları ile koltuklarını korumaları karşılığında masaya oturmuş ve anlaşmışlardır. O liderler uluslararası tefecilerden ve küresel elit tabakadan çok korkmaktadırlar. Onlar varlıklarını finans manipülatörlerine borçludurlar. “Hayat veren ve alan, nefes veren ve kesen o zengin taifedir” diye düşünüyorlar. İşte bu korku, Müslümanların yöneticilerini aciz ve pısırık yöneticiler hâline getirmiş. Hatta yönetimi de onların ellerine bırakmakla taşeron olmaktan başka bir işe yaramamışlardır.

Yüzyıldan beridir krizlerle boğuşan Batı, medeniyet tasavvurunu işte böyle bir iktisadi yapı üzerine bina etmiştir. Kendisine düşmanlık etmesi gereken devletleri uluslararası finans sarmalı içerisine çekip etkisiz kılmış, hatta onlara uyguladığı baskı ve zorbalık ile kendi bekalarını temin eden aygıt ve aparatlara çevirmiştir. Bu yolla Müslümanların servetlerinden istifade etmiş, yer altı ve üstü bütün kaynaklarına sahip çıkmış, zenginleşmiştir. Müslümanlar ise sahip olduğu değerli kaynakların gölgesini bile göremeden fakirliğe, sefalete mahkûm edilmişlerdir. İşte bu yöntem Batı’nın beka mücadelesinin sacayaklarını oluşturuyor. Bu ayaklardan birini bile kırmayı başardığımızda Batılı ülkeler bir bütün olarak finansal krizin uçurumuna yuvarlanacak ve tarihin karanlık sayfalarındaki acınası yerlerini alacaklardır. İşte o zaman İslâmi iktisat nizamı, İslâm Medeniyetinin yeniden zirveye tırmanışını hızlandıran bir ekonomik sistem olarak dünyayı kapitalizmden kurtaracaktır.

Rabbimiz bir bütün olarak Batı’ya ve Batı’nın tuzaklarına karşı Müslümanları Âl-i İmran Suresi’nde şöyle uyarıyor:

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا بِطَانَةً مِنْ دُونِكُمْ لَا يَأْلُونَكُمْ خَبَالاًۜ وَدُّوا مَا عَنِتُّمْۚ قَدْ بَدَتِ الْبَغْضَٓاءُ مِنْ اَفْوَاهِهِمْۚ وَمَا تُخْف۪ي صُدُورُهُمْ اَكْـبَرُۜ قَدْ بَيَّنَّا لَكُمُ الْاٰيَاتِ اِنْ كُنْتُمْ تَعْقِلُونَ هَٓا اَنْتُمْ اُو۬لَٓاءِ تُحِبُّونَهُمْ وَلَا يُحِبُّونَكُمْ وَتُؤْمِنُونَ بِالْكِتَابِ كُلِّه۪ۚ وَاِذَا لَقُوكُمْ قَالُٓوا اٰمَنَّاۗ وَاِذَا خَلَوْا عَضُّوا عَلَيْكُمُ الْاَنَامِلَ مِنَ الْغَيْظِۜ قُلْ مُوتُوا بِغَيْظِكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ اِنْ تَمْسَسْكُمْ حَسَنَةٌ تَسُؤْهُمْۘ وَاِنْ تُصِبْكُمْ سَيِّئَةٌ يَفْرَحُوا بِهَاۜ وَاِنْ تَصْبِرُوا وَتَتَّقُوا لَا يَضُرُّكُمْ كَيْدُهُمْ شَيْـٔاًۜ اِنَّ اللّٰهَ بِمَا يَعْمَلُونَ مُح۪يطٌ۟

“Ey iman edenler! Sizden olmayanlardan hiçbir sırdaş edinmeyin. Onlar size fenalık etmekten asla geri kalmazlar. Hep sıkıntıya düşmenizi isterler. Onların kinleri konuşmalarından apaçık ortaya çıkmıştır. Kalplerinde gizledikleri ise daha büyüktür. Eğer düşünürseniz size ayetleri açıkladık. İşte siz öyle kimselersiniz ki, onları seversiniz; onlar ise, bütün kitaplara iman ettiğiniz hâlde, sizi sevmezler. Onlar sizinle karşılaştıkları zaman ‘inandık’ derler. Ama kendi başlarına kaldıklarında, size karşı kinlerinden dolayı parmaklarını ısırırlar. De ki: ‘Öfkenizden ölün!’ Şüphesiz Allah, göğüslerin özünü (kalplerde olanı) bilir. Size bir iyilik dokunursa, bu onları üzer. Başınıza bir kötülük gelse, ona sevinirler. Eğer siz sabırlı olur, Allah'a karşı gelmekten sakınırsanız, onların hileleri size hiçbir zarar vermez. Çünkü Allah onların işlediklerini kuşatmıştır.”[Âl-i İmran 118-120]

#KapitalizmÇöktüÇözümİslam