Dünden Yarına Batı Medeniyetinin İfşası - 4
04 Temmuz 2020

Dünden Yarına Batı Medeniyetinin İfşası - 4

Bir önceki makalemizde kapitalist ideolojinin İslâm coğrafyasında “ağır ağır fakat etkili” olacak şekilde ilerlediğini söylemiştik. Bu şekilde işini şansa bırakmayan, günün sonunda fiyasko olabilecek sebepleri ortadan kaldıran bir titizlikle ilerleyişlerine devam ettiler. Yüzyıllarca zulmettikleri kadın, artık onlar için ifsat ediciliğin başrol oyuncusu oldu. Dediler ki: “kadın; tabiatı gereği çalışkan, azimli, sabırlı ve dikkatlidir. O halde bu özellikleri onu neden ileriye götürmesin…” Müslüman mahallesinde kadının eğitim alması için masumane sebeplere sığındılar. Ve onların erkeklerden ayrı bir şekilde eğitim alabileceklerini bunun dinî hiçbir sorun taşımadığını öne sürerek kadınların da tıpkı erkekler gibi belli bir süre öğrenim görmesinin önünü açtılar. Hatta erken yaşta evlenerek bu öğrenimden geri kalabilecek kadınlar için kolaylıklar sundular. Çocuklarını bırakabilecekleri bugünkü manada kreş tipi yuvalar yaptılar. Toplumun zihnine “okumak için hiçbir mazeret ileri sürülemez” algısını nakış gibi işlediler ki sonrasında “eğitim” önemsendi, hatta kutsandı.

Daha da önemlisi madem kadınlar okuyor, okuyacak o hâlde neden erkekler kadar başarılı olamasınlar? İşte bu soru işareti kadınların öğrenim süreçlerini başarılı hâle getirecek birtakım çalışmalar ile noktalandı. Onlara pozitif ayrımcılık tanınarak en az erkekler kadar başarılı olacakları alanlar, bölümler ve imkânlar verildi. Buraya kadar her şey normal dediğinizi duyar gibiyim. O zamanda böyle düşünüyordu İslâm toplumu. Lakin Batı, medeniyetini bir şekilde empoze edecek ya bütün masumiyetleri sömürdükçe sömürdü. Sıra kadınlar ile erkeklerin eğitim süreçlerini kıyaslamaya ve dolayısıyla yarıştırmaya geldi. Tabiatı gereği erkeklerin kifayetlerinin yetmediği belli alanlarda erkekler ile kadınların kültür ve zekâ seviyeleri amansız bir rekabete sürüklendi. Sonuç çok açıktı; “kadın erkeği yendi!” Bu galibiyet erkeklerde kaygı, kadınlarda ise özgüven seviyesini oldukça yükseltti. Erkeklerin tüm bu olup bitenler karşısındaki kızgınlığı onların daha fazla yanlış kararlar almasına neden olurken, kadınlar başarılı oldukları alanlara yenisini eklemeye ve her alanda erkekler ile yarışmaya hazır olduklarını dillendirmeye başladılar. İşte Batılı medeniyet avcılarının yüzlerini güldüren dalgalanmalar başlamış oldu. Madem kadınlar eğitim–öğretim süreçlerinde başarılı oluyorlar, o hâlde neden onların başarılarından istifade edilmesin, neden onlar da erkekler ile aynı imkânlar içinde öğrenim görmesinler? Hemen bu sorun da çözülmeye başlandı ve pilot uygulamalar ile uygun yerlerde denemeler yapıldı. Kadınlar ile erkekler aynı öğretmenin karşısında birbirinden perde ile ayrılmış sınıflarda birbirlerini görmeden aynı bilgiye ulaştırıldı. Bu durumun şer’an caiz olduğu konusunda yetkililerden fetvalar alındı. Sonra bu uygulamanın istenilen sonuçları vermesi akabinde birçok yerde aynı şekilde uygulamaya geçildi. Fakat bir eksiklik vardı, o da; kadın ve erkeklerin aynı ortamda birbirleri ile etkileşim kuramaması… Tam da bu süreçte öğretmenler devreye girdi ve kısıtlı da olsa farklı duygu ve düşüncelerin öğrenilmesi adına kadın ve erkeklerin birbirlerini duyup görebilecekleri kontrollü ortamlar oluşturdular.

İslâm’a göre haram olan “ihtilat” (kadın-erkek görüşmesi) kontrollü yani masum bir şekilde gerçekleşiyordu. Ucunu kaçırmadığın sürece bunda bir mahsur yoktu lakin bu masumiyet tabii ki “ucunu kaçırma” hedefiyle gündeme gelmişti. Sonra ihtilat meselesi dershaneden üniversite salonlarına, koridorlarına, bahçelerine taştı. Artık erkekler ile kadınlar arasındaki etkileşim, iletişim ve görüşmeler tabii ki masum(!) olmak kaydıyla normalleşti, kolaylaştı. Hatta öyle ki, kadınlar kendi ayakları üzerinde durabilecek maddi olanaklara sahip olabiliyorlar, sosyal ve ticari ortamlarını daha özgürce kurabiliyorlar ve her kulvarda erkeklere birer alternatif olabiliyorlardı. Psikolojik olarak insanlar anormal olsa bile sıklıkla gördükleri şeylere alışır ve duyarlılık kazanır. İşte bu sebeple kadın–erkek ilişkilerini hem gerçek hayatta hem de dizi ve filmler yoluyla istediği kıvama getiren Batı, İslâm diyarında ahlaki bozulmayı ve aile kurumunun ifsadını gerçekleştirme hedefine emin adımlarla ilerliyordu.

Duygular şu ana kadar “masum ve temiz” idi. Zira hâlâ Allah korkusu kalpleri titretiyor, sınırların aşılmasına mâni oluyordu. Batı medeniyeti kirli emellerini medya yoluyla daha etkin bir şekilde kullanmaya başladı. Zihinsel manipülasyonlar, algı yönetimleri ve kültürel sömürgecilik ile İslâm coğrafyasını bir bütün olarak ifsat etmenin kıyısına gelmişti. Mesela, genç kızlar artık “akılları başlarına gelmiş” bireyler olarak evlenecekleri erkekleri özgürce seçebilmeliydi. Zira başta da dediğim gibi “kutsal eğitim” herkese faydacı, fırsatçı ve bireyci olabilmeyi öğretiyor, dünyayı olmasa da bazı şeyleri yaratabileceği(!) vehmi kazandırıyordu. İşte bu yüzden “eğitimli olmak”, Allah’a kafa tutmak gibi bir sonuca sürüklüyordu. Zira kapitalist Batı’nın ifsat edici eğitim müfredatı bu ve benzeri bir yığın bozuk fikrin Müslüman evlatların zihnine girmesine neden oldu. Çünkü artık İslâm Devleti yoktu, Müslümanlar kendilerine pazarlanan eğitim sistemleri içinde çaresizce bozuluyorlardı. Neyse, işte bu şekilde yetişen genç bir kıza evleneceği erkek zorla dayatılamazdı. O nedenle bir ömür hayat yaşayacağı erkeği yakından tanımalı, tanışmalı ve kaynaşmalıydı. Evlendikten sonra da ekonomik bağımsızlığı ile erkek karşısında itaatkâr olmasına gerek yoktu. Zira evlilik artık kurumsal bir yapı olmaktan öte bir anlam taşımıyordu.

Evlilik kurumunu dinamitledikten sonra Batı, varlık mücadelesini yine başrolde kadın olmak kaydıyla başka mecralar ile sürdürdü. Şu tespiti yaptı: “Kadın, doğası gereği güzel, kibar ve ince huyludur. O hâlde neden çirkin muamelesi görsün? Neden ötekileştirilsin?” Hâlbuki İslâm akidesine göre oldukça kıymetli idi. Sakınılması, korunulması gereken bir kıymet… Fakat tüm güzelliklerinin ifşa edilmesi için reklam malzemesi yapıldı, herkes tarafından görünebilen basit bir duruma düşürüldü. Öyle ki, “iffet” ve “namus” kelimelerini kullanan kadınlar aşağılandı, alay edildi. Yetmedi, “çocuk doğurmak zorunda olmadıkları” konusunda ikna edildiler. Doğum kontrolü ve bilinçli birliktelik eğitimleri ile ictimai hayatı ifsat ettiler.

Süreci özetleyerek devam edecek olursak; masum ihtilat, halkçı zinaya dönüşecek ve toplumsal yapı bu şekilde tahrip edilecekti. Tabii ki bu anlattıklarımız, İslâm coğrafyasında henüz İslâm Devleti ortadan kaldırılmadan önce Hilâfet’ten ayrılıp Batılı ülkelerin sömürüsüne giren beldeler ile başlıyor. Sonra Hilâfet’in ilga edilmesiyle tüm İslâm coğrafyasını kapsıyor. Fakat Türkiye için durum böyle yavaş ve derinden değil, aksine bir anda, göstere göstere değişiyor. İnkılaplar ve kanunlar yoluyla bir ülke yeniden inşa ediliyor. Lakin bu inşa maalesef ki çürük bir zemin üzerine, kalitesiz malzemeler kullanılarak yapılıyor. Tüm bu sebeplerden ötürü sürecin sonunda bozuk aile yapıları, köhnemiş fikirler, inançsız ve asi nesiller, çarpık sosyalleşme, menfaatçi davranışlar, fırsatçı bakış açıları, Allah korkusunu yüreklerinde kaybetmiş yığınlarca günahkâr türedi, çoğaldı ve bugünkü güvensiz bir toplum hâline geldik.

Muhammed Kutub “Çağdaş Fikir Akımları” kitabında yukarıda bahsettiğimiz Batı Medeniyeti hedefini şöyle ifade ediyor: “Oysa bizzat arzulanan şey, yeni kapitalist toplumda ortaya çıkan ve olayları yönlendiren orta sınıfı ifsat etmekti. Gelişmekte olan kapitalist toplumda demokrasi adım adım gelişme ve ilerleme kaydediyordu. Bununla birlikte gittikçe temposu artan bir hızla bu yeni sınıf (orta sınıf) da gelişiyordu.”

Evet, “gelişme” denilen şey bu idi: Ancak Batı’nın fikirleri ile gelişebilir, “muasır medeniyet” seviyesine ulaşabilirsin! Teknoloji ve sanayi devrimlerinde çığır açan Batı’nın ekinleri ve nesilleri ifsat etme konusunda da çığır açtığı aşikâr. Lakin üretmek yerine tüketmeyi, düşünmek yerine onaylamayı tercih eden toplumlar olarak Batı’nın her şeyini istisnasız benimseme hastalığı bizi öldürmek üzere… Oysaki mutlu bir hayat, huzurlu bir ömrün reçetesi belli idi; evler onu imar eden, eş ve çocuklarını terbiye eden, “anne” sayesinde rahat ve huzur kaynağıydı…

[وَمِنْ اٰيَاتِه۪ٓ اَنْ خَلَقَ لَكُمْ مِنْ اَنْفُسِكُمْ اَزْوَاجاً لِتَسْكُـنُٓوا اِلَيْهَا وَجَعَلَ بَيْنَكُمْ مَوَدَّةً وَرَحْمَةًۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ]

“O’nun ayetlerinden biri de kendileriyle sükûn bulmanız için size kendi nefislerinizden eşler yaratması, aranızda bir sevgi ve bir merhamet koymuş olmasındandır. Şüphesiz bunda düşünen bir topluluk için ibretler vardır.” [Rum 21]

___

#AileyiNesliToplumuKoru