Dolar Amerikan Parası Ama Dünyanın Sorunu Olmaya Devam Ediyor
01 Haziran 2018

Dolar Amerikan Parası Ama Dünyanın Sorunu Olmaya Devam Ediyor

İki ay önce 3,90 bandında olan dolar tarihî bir rekor ile dün 4,92 bandını gördü ve akşam saatlerinde Merkez Bankası’nın faiz artırım kararı ile 4,55 bandına geriledi. Ancak anlaşılıyor ki dolardaki bu yükselişi önlemek mevcut ekonomik yapısı ile seçim atmosferinde olan Türkiye için mümkün olmayacak! Dolardaki bu yüksek ve hızlı artışın nedenlerine geçmeden önce dolar meselesine değinmekte fayda var. Zira dolar sorunu sadece bugünün sorunu değildir ve köklü bir şekilde çözüme kavuşturulmadığı müddetçe de gelecekte de sorun olmaya devam edecektir.

Amerika, 18. yüzyılın sonlarına kadar dünyada altına dayalı olan para sistemini 1929’daki “Büyük Buhran” ve II. Dünya Savaşı’ndan sonra 1944’deki Bretton Woods konferansında *“altın dolar sitemine”*çevirmeyi başardı. Daha sonra ise 1971’de ABD Başkanı Nixon Dönemi’nde tamamen *“dolar sistemini”*getirdi. Böylece dünyadaki diğer devletlerin paraları Amerikan dolarına endekslenmiş oldu ve dolar, Amerika'nın dünyadaki devletlerin paraları üzerinde bir baskı aracı haline geldi. Zira kapitalizmin bünyesinde barındırdığı ve krizlere gebe olan fasit yapısındaki sorunlara bir de dünyayı sömüren Amerikan’ın para sorunu eklendi. Bu sorunu Nixon Dönemi’nin Hazine Bakanı olan John Connally ise itiraf ederek şöyle diyordu: “Dolar bizim paramız ama o artık sizin sorununuz.”

İşte o günden sonra bu sorun halen daha devam etmektedir ve İslâm’ın buyurduğu gibi altın para sistemine geçilmediği sürece de çözülmeyecektir. Ekonomileri Türkiye gibi ithalata dayalı olan ülkeler kurdaki her artıştan direkt olarak etkilenecek ve zarar etmeye devam edeceklerdir. Bunu önlemek adına ise dün olduğu gibi faiz artırımına giderek üretimi kendi elleriyle baltalayacak veya şeker fabrikaları gibi ellerinde ne varsa satmaya kalkacaklardır.

Doların bu derecede yükselmesinin üç ana sebebi bulunmaktadır. Bunlar küresel etkenler, yerel sebepler ve seçimden yararlanmak isteyen manipülasyonlardır.

Küresel bağlamda dolar Amerikan parası olduğu için dolaylı olarak Amerika’nın ekonomik yapısındaki sorunlar, ona endekslenmiş olan diğer ülkeleri de doğrudan etkilemektedir. Bugün dünyanın en büyük ekonomisi olsa da Amerikan ekonomisi kendi tabirleriyle S.O.S vermektedir. Amerikan’ın dış ticaret açığı son on yılın en üst seviyesine çıkarak 2017 yılında 566 milyar dolara ulaştı. Siyasi feraset ve nezaketten yoksun iş adamı olan Donald Trump’ın ABD Başkanı yapılmasının en önemli sebebi de, batmaya yüz tutmuş Amerikan ekonomisini kurtarmaktı. Dolayısıyla Trump, göreve geldikten sonra diğer ülkelerde tedavülde bulunan doları yeniden ülkesine geri çekerek sıcak para girişini sağlamaya çalıştı. Ayrıca NATO harcamaları üzerinden Almanya başta olmak üzere tüm Avrupa’ya büyük bir fatura çıkardı. Ekonomik olarak en büyük rakibi olan Çin’i açıkça tehdit ederek gümrük anlaşması yapmaya zorladı ve Çin’den ABD’ye yaptığı ihracatını 200 milyar dolar azaltmaya ikna etti. Kuzey Kore sorunundan faydalanarak yıllar sonra ordusu olmayan Japonya’ya silah sattı. Yine uşağı Selman’ın Suudi Kralı olmasından sonra Suudilerle 350 milyar dolarlık devasa bir silah anlaşması yaptı. Ardından Katar’ı terör örgütlerine yardım etmekle suçlayarak suni bir kriz çıkardı ve aynı şekilde Katar’a da 12 milyar dolarlık silah anlaşması yaptırdı. Bunu gören diğer körfez ülkeleri de üzerlerine düşeni yaparak haraçlarını verdiler tabii! En son İran ile yapılan nükleer anlaşmayı bozmasının en önemli sebeplerinden birisi de yine iktisadi konular oldu. İşte böylece Trump ülkesini iktisadi darboğazdan kurtarmak adına diğer ülkeleri adeta ateşe itmektedir. Çünkü kapitalizmin en bariz kuralı “yaşamak için öldürmektir.”

Fakat tüm faturayı Trump’a kesmek doğru olmaz. Bu nedenle şimdi de dolar kurundaki artışın yerel sebeplerine bakalım.

Türkiye her ne kadar iki ay önce G-20 ülkeleri arasında 7,4 büyüme rekoru kırsa da, biz bunun sanal olduğunu ve sadece istatistiki verilerin yanıltması olduğunu söylemiştik. Çünkü bu büyüme üretime yani ihracata dayalı değil, tamamen ithalata dayalı bir büyüme olmuştur. Aldıklarımız/ithalatımız, ürettiklerimizden/ihracatımızdan daha fazladır. Dolayısıyla ödemeler dengesi de bu yüzden açık vermekte yani zarar etmekteyiz. Bu zararı kapatmak adına ise hem devlet hem de devlet garantisi altında özel sektörümüz borçlanmaktadır. An itibariyle toplam borç 450 milyar dolardır. Bu borçtan 2018 yılı içerisinde ödememiz gereken tutar yaklaşık 210 milyar dolardır. Hatta içerisinde bulunduğumuz Mayıs ayı itibariyle bu borcun 10,9 milyar dolarının ödenmesi gerekmektedir. İşte bu mali tablo ve ekonomik verilerle Türkiye’nin döviz kurundaki yükselişi önlemesi çok zordur.

Perşembenin gelişini çarşambadan gören ekonomiden sorumlu başbakan yardımcısı Mehmet Şimşek aylar öncesinde: “dolar ile borçlanmayın” diyerek bu kötü gidişattan kamuoyunu haberdar etmişti. Hatta parasını yurt dışına çıkardığı söylenen ve yatırımlarını yurt dışına yaparak Türkiye’deki bankalara olan 6,5 milyar dolarlık borcunu yeniden uzun vadeli yapılandıran Yıldız Holding’in (Ülker Grubu) sahibi Murat Ülker neden böyle yaptınız sorusuna: “Bakan Şimşek her yazdan sonra kış gelir dedi ve ben de hava güneşli iken şemsiye edinmek istedim” diyerek cevap verdi.

Manipülasyonlara gelince; Amerika ve Erdoğan açısından hayati öneme sahip bir seçimin arifesinde her iki taraf da kurdaki bu dalgalanmadan yararlanmak adına manipülasyon yapmaktadır. Zira kapitalizmin çürük yapısı ve özellikle borsa sistemi bu tür manipülatif hareketlere çok müsaittir. Hükümet her ne kadar olumsuz mali verilerden dolayı müdahale konusunda çaresiz olsa da, Merkez Bankası aracılığı ile zamanında hamleler yapmakta ve güven ortamını kaybetmiş olan piyasaları rahatlatacak adımlar atmakta geç kalmaktadır. İyi Parti adayı ve eski Merkez Bankası başkanı Durmuş Yılmaz’ın da belirttiği gibi hükümet kasıtlı olarak kura müdahale etmeyip topluma, biz gidersek ekonomi darmadağın olur mesajı vermeye çalışıyor olabilir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ısrarla ekonomiye yönelik müdahaleleri seçimlerden sonra atacağını belirtmesi de bu görüşü kuvvetlendirmektedir.

Yine anketlerdeki oy oranlarının birbirine çok yakın olduğu bir dönemde İngiltere ve Avrupa; ekonomik istikrasızlıktan yararlanarak Erdoğan’ı devirmek için dolaylı yollardan kura müdahale ediyor olabilirler. Zira tüm dünyadaki yerel paralar dolar karşısında değer kaybetse de, Türk lirasının kaybı diğerlerine göre kat be kat daha fazladır. Özellikle merkezleri Avrupa’da olan kredi derecelendirme kuruluşlarının Türkiye’nin notunu düşürmeleri ekonomiyi olumsuz etkilemekte ve yabancı yatırımcının kaçmasına vesile olmaktadır. Tüm bunlar seçim dönemindeki manipülatif siyasi mücadeledir.

Yine bunlar zaten açlık sınırında yaşayan halkı daha da zorlayacaktır ve önümüzdeki ayların daha büyük ekonomik sorunlara gebe olduğunun habercisidir. Çünkü üretemeyen bir ekonomi batmaya mahkûmdur. Devlet yüksek faizle borçlanarak tahvil satmaktadır. Şu an Türkiye’nin ödediği tahvil faizi, beğenilmeyen Afrika ülkesi Senegal’dekinden bile daha yüksektir. Uzun vadeli yapılan borçlanmaların vadesi gelmiş ancak bunu ödeyecek bir rezerv bulunmamaktadır. İthalata dayalı bir ekonomimiz olduğundan ise seçimden hemen sonra başta petrol ürünleri olmak üzere büyük bir zam ve ağır bir vergi yükü gariban halkımızı beklemektedir. İtibardan tasarruf olmaz diyerek devleti yolsuzluk ve lüks sarmalına sokanlar, kendi itibarlarını düşündükleri gibi halkın itibarını da düşünseler iyi olacaktı.