Diplomasi Ticaretini Bırakın Ümmete Kulak Verin
21 Aralık 2016

Diplomasi Ticaretini Bırakın Ümmete Kulak Verin

Geçtiğimiz günlerde İstanbul’un kalbinde patlatılan bomba ile kırk dört cana daha kıyıldı, onlarca eve ateş düşürüldü, ülke olarak yine toplumsal bir kaos ortamının içine düştük. Konuyla alakalı hükümet sözcülerinin peş peşe yaptıkları açıklamalar, birlik ve beraberlik çağrıları, milli seferberlik ilanları, adeta bize 15 Temmuz’ darbe girişimi ve sonrasındaki gelişmeleri hatırlattı. Her ne kadar halk nöbet tutmasa da, her gün farklı şehirlerde STK’ların ve halkın katılımıyla ‘teröre lanet’ yürüyüşleri ve basın açıklamaları yapıldı. Bu terör saldırısını PKK’ya bağlı TAK örgütü üstlendi. Gerek siyasetçilerin, gerekse birçok araştırmacı yazar bu saldırının asıl müsebbiplerinin dış odaklı batı devletlerinin olduğunu altını çize çize dile getirdiler. Zira ülkemizde yapılan bütün terör saldırılarının, bu örgütlere ülke dışından lojistik destek sağlayanların batılı devletler olduğu, kullandıkları silah ve patlayıcıların yine batılı ülkeler tarafından üretildiği bilgisine ulaşılmıştı.

Tüm bunlar yaşanırken birde günlerdir ümmetin gündeminden düşmeyen, onun derdiyle dertlendiğimiz, canımızdan bir can, vücudumuzdan bir parça olan Halep’imiz var. Onun yıkılış haberleri dizlerimizin bağını çözmüş ve onun sayesinde şahit olduk her bir utanca ve her bir suskun insanlığa…

Şahit olduğumuz vahşet karşısında hiçbir şey yapamamak, boynumuzu bükmek ise adeta en büyük utancımız olmuştu. ‘Ordular Halep’e, Halep’e Kalkan Ol, Bu ateşi kim söndürecek’ gibi yapılan tüm çağrılara halkın birçok kesiminden de destek haberlerinin gelmesi bizleri biraz olsun ümitlendirmişti. Hatta birçok ünlü isimin dahi artık ‘Ordular Halep’e girsin’ demeleri bir nebzede olsa umutlarımızı yeşertmişti.

Ancak ne var ki, yine yapılan çağrılar beklentilere tam anlamıyla cevap olmamış, aksine Kayseri den gelen menfur bir terör saldırısıyla yine onlarca cana daha kıyılmıştı. Halep ise diplomasi ticaretinde İran ve Rusya’nın insafına bırakılmıştı. Ülke genelinde yapılan protestoların dozajına uygun olarak alınan Ateşkes kararları ise ajanslara zikzak gibi ‘bir var, bir yok’ olarak düşüyordu. Öte yandan televizyon ekranlarında ümitle bekleyen müslümanlar Halepli kardeşlerinin yaşadığı dram karşısında adeta çileden çıkmış, tam bir hayal kırıklığı yaşamıştı.

Halep için yapılan sözde ateşkes kararının hemen akabinde yetkililerin yaptığı ‘Bu ateşkes kırılgan bir ateşkestir’ şeklindeki açıklama dikkatlerden kaçmamıştır. Türkiye’deki terör saldırılarının ardından, Başbakan Binali Yıldırım’ın yaptığı açıklamada kullandığı “terör meselesi artık siyaseti aşan bir mesele haline gelmiştir“ ifadeleri açıkça bir gerçeği daha bize göstermiştir. O da şudur, kapitalist sistem; bünyesindeki demokratik normları ve diplomasi ticareti ile hiçbir şekilde ne teröre son verebilecek, ne de bu coğrafya üzerindeki Müslümanların kanını koruyabilecektir. Aksine her yaşanılan yeni bir olay, toplumsal olarak her gün yeni bir çöküntü yaşatmaktadır. Son günlerdeki ekonomik dalgalanma ise bu çöküşe bir yenisini daha eklemiştir.

15 Temmuz 2016’dan bu yana halk olarak yaşadığımız bu süreç, özellikle de ‘demokrasi şemsiyesi altında birleşerek nöbet tutmak’, ümmet içeresinde istenilen birlik ve beraberliği sağlayamamıştır. Nitekim tüm bu vakıalar karşısında ortaya çıkan tek şey ‘hamaset duygusu’. Yani kapitalist fikir ümmeti bölünmez bir parça gibi bir arada tutmaya güç yettirememişti.

İşte bu yüzden Ey siyasetçiler…

‘Kırılgan bir ateşkes’, ‘terör meselesi siyaseti aşmıştır’ derken, artık dilinizin altındaki baklayı çıkarın. Mübalağalı ve muallak ifadeleri bırakıp ‘terör saldırılarının asıl kaynağı kendimize dost ve müttefik olarak seçtiğimiz, sırtımızı dayadığımız batı devletlerinin ta kendisidir’ deyin.

Siz Müslümanlardan istenen birlik ve beraberlik ise ancak halkın otoritesinden kaynaklanan İslami bir devlet bünyesinde ‘hilafet sistemi’ ile mümkündür.

Ve biz bu çağrımızı tekrarlamaktan dilimiz lal olsa da, bir kez daha dile getirmekten vaz geçmeyeceğimizi, yöneticilerimize, güç ve kuvvet ehline, bütün STK’lara TSK’daki Müslüman komutanlara, Halep’i haber yaparken gözyaşlarına boğulan basın mensuplarına, magazin programı yaparken ‘Halep o haldeyken ben bu programı yapamam’ diyen vicdan sahibi Müslüman ünlülere sesleniyoruz.

Deyin ki:

‘Biz artık yüzümü İslam’a döndük, artık sırtımızı ABD’ye, Rusya’ya, İsrail’e ve AB’ye dayanmayacağız. Bilakis biz artık asıl güç ve kuvvet sahibi olan Allah’a tevekkül edeceğiz.

İşte bu yüzden kendimizi temizlemek için, ‘Halep bizim namusumuzdur, Ordular Halep’e deyin.

Vallahi bu halk ağzınızdan çıkacak böylesi bir iki cümleyi heyecanla beklemektedir…