Son 200 yılın en büyük yalanı kuşkusuz ki demokrasidir. Demokrasi, halkın kendi kendini yönetmesi olarak tanımlansa da gerçekte vakıası asla mümkün olmayan bir sistemdir. Peki, öyleyse demokrasi kimler için önemli? Gerçekte vakıası yok ise bunca zaman halklar tarafından nasıl kabullenilmiştir?
Demokrasinin temelini özgürlükler düşüncesi oluşturur. Onlara göre özgürlük/hürriyet, her bireyin doğuştan sahip olduğu temel bir haktır. Bu özgürlükleri de 4 ana başlıkta ele alırlar. Bunlar:
Demokrasiye göre özgürlüğün sınırı ise bir başkasının özgürlüğünün başladığı yerde kadardır. Tabii ki bunlar, işin kitabında yazan şeylerdir. Esasında ise hayat sahnesinde bunlar bir tabu olmaktan öteye geçmez. Hadi biraz daha insaflı olalım, demokrasinin insanlara verdiği özgürlük, okyanusta bir damla kadardır desek yanlış bir ifade olmaz.
Şu an dünyanın büyük bir bölümü demokrasi ile yönetilmektedir. Gerek yaşadığımız ülkeye gerekse diğer ülkelere bakalım; yöneticilerin ağzından düşürmedikleri bir kelimedir demokrasi. Bunu ağızlarında sakız etmeleri esasında halka gerçekten değer verdiklerinden ya da halk için elzem olduğundan değildir. Bilakis demokrasiye asıl ihtiyacı olan yöneticilerin bizzat kendileridir. Demokrasinin halk nezdinde önemi %5 ise yönetenler nezdinde önemi %95’tir. Bu yüzden bu kelimeyi öyle ustaca kullanmaktadırlar ki sanki demokrasi olmasa tüm insanlık aç kalacak, tüm ülkelerde kaos çıkacak, herkes birbirini katledecekmiş gibi konuşurlar ve buna engel olanın ise sadece demokrasi olduğunu iddia ederler. Böylelikle halk nezdinde demokrasiye bir hüviyet kazandırmışlardır.
Demokrasinin yöneticiler için önemine gelince, demokrasi ile yönetilen hiçbir ülkede, adalet tam olarak sağlanamaz. Hukuk, tüm vatandaşlara asla eşit mesafede değildir. Ekonomi hiçbir zaman stabil değildir. Eğitim ve sağlık halkın tümüne asla eşit uygulanmaz ve en önemlisi servetin büyük bir kısmı bir avuç zengine akarken, halkın kalanı yoksulluk içinde yaşamaktadır. Tüm bunlara rağmen yönetenleri koltuklarında tutan demokrasidir. O, bir nevi kendileri için bir koruma kalkanıdır. Göstermelik birkaç özgürlükle, kurdukları çıkar düzenine halkı razı ettikleri sistemin adıdır demokrasi.
Fakat artık işler değişti. Gelişen teknoloji ve insanlar arasındaki iletişimin bu kadar hızlı olması, düzenin kontrolünü elinde bulunduran kapitalistleri yeni sistem arayışına itmiştir. Özellikle son 20 yılı daha yoğun olmak üzere, uzun bir süredir “Yeni Dünya Düzeni” tartışmaları yapılmaktaydı. Bu söylemler kimilerine göre komplo teorisi, kimilerine göre ise kaçınılmaz son olarak görülmektedir. Ancak son yüzyılda yaşan gelişmelere baktığımızda. Global dünya için önemli kırılma noktalarının olduğunu görmekteyiz. Bunları detaylarına girmeden sıralayacak olursak:
Aklıma gelmeyen ama dünya siyaseti açısından önemli olan başkaca gelişmeler de vardır. Bu olayların tarih açısından önemi, tüm dünya devletlerini ve halklarını tavır almaya zorlamış, öncesinde ve sonrasında yaşananların tüm dünyayı ilgilendiriyor olmasıdır. Bu saydıklarımın içinde iki olayı diğerlerinden ayrı tutmak gerekir. Bunlardan birincisi, Osmanlı Hilâfet Devleti’nin yıkılmasıdır. Bu cümlemin sebebi bir Müslüman olarak Hilâfet’in yıkılmasına duyduğum derin üzüntü değildir. Hilâfet’in ilgası tüm dünya devletlerinin sosyal ve ekonomik şartlarını değiştirmiştir, tabiri caizse dünya dengelerini bozmuştur. İkinci mesele ise Covid-19 pandemisidir. Diğer olaylar, neredeyse tamı tamına yüzyıla denk gelen zaman dilimi içerisinde olan demokrasiye bağlı olaylardır. Covid-19 virüsü doğal mıdır, yapay mıdır tartışmalarına girmeksizin, benim gözlemlemelerime göre tüm dünya liderlerinin söylemlerinden çıkardığım sonuç, bu sürecin demokrasinin sonunu getirecek olmasıdır. Neden böyle bir iddiada bulunduğuma gelince; malumunuz olduğu üzere bu süreçte çokça teori ileri sürülmektedir. Biyolojik aşılama, dijital çipler, izlenebilir deri altı kimlikler, nüfus azaltma projeleri vs. vs. Bunların hepsi birer teori olabileceği gibi, gerçekten planlanan şey de olabilir. Ancak bunların vakıası bile demokrasinin özgürlükler düşüncesi ile çelişmektedir. Yani bunlar olsa da olmasa da halka zorunlu kılınan bu süreç, yıllarca halkların gözünde süsledikleri demokrasi ile çelişmektedir. Zaten birçok ülkede ayaklanmalar ve süreç karşıtı gösteriler olduğunu izliyoruz. Ancak bu yaşananlar devlet yöneticilerinin çok da umurlarında değil. Hepsinin ağzında yeni bir düzenin işaretleri var. Belli ki onlar demokrasiden çoktan vazgeçmişler. Çok iyi biliyorlar ki bu süreçlerden sonra hiçbir yönetici halka demokrasi ve özgürlük adına bir şey sunamayacak. Sunsa bile eskiden olduğu gibi etki etmeyecek. Kolluk gücü ile zorla aşılama, zorunlu izlenebilir kodlar, maske, karantina, mesafe, sosyal hayatın kısıtlanması vb. şeylerin telaffuzu bile demokrasi ile taban tabana zıttır.
Sözün özü, dünyanın kontrolünü elinde bulunduranlar belli ki demokrasi putunu yemeyi kafaya koymuşlar. Çünkü halkları kontrolde tutmak için artık demokrasiden daha büyük bir yalana ihtiyaç duyduklarının farkındalar. Bu süreç ister bilinçli bir plan olsun isterse kaçınılmaz son olsun fark etmez, bana göre demokrasinin son perdesindeyiz. Geriye bir tek perdenin kapanması ve sahne ışıklarının yanması kaldı. Işıkların yanması ile birlikte açığa çıkacak olan şey ise ne yeni dünya düzeni ne de dijitalizm safsatalarıdır. O ancak ve ancak Allah’ın vaadi, Rasulullah SallAllahu Aleyh ve Sellem’in müjdesi olan 2. Râşidî Hilâfet Devleti’dir.
Selam ve dua ile…