14 Mayıs'ta ilk tur, 28 Mayıs'ta ikinci tur olmak üzere gerilim ve kutuplaşma dolu genel seçim süreci, Recep Tayyip Erdoğan'ın 3. kez Cumhurbaşkanı seçilmesiyle sonuçlandı. Beş farklı ittifak seçim sürecinde rol alsa da genel seçim aslında başından beri “ana muhalefet” partisi CHP'nin başını çektiği “Millet” ittifakı ile AK Parti'nin başını çektiği “iktidar”da yer alan “Cumhur” ittifakı arasındaki bir yarıştı.
Demokratik yönetimlerde partiler, iktidar ve muhalefet partileri şeklinde ayrılır. Yani bir parti iktidar değilse, muhalefet partisidir. Doğal olarak MHP de aslında muhalefet partisidir. Ancak 2018 yılında AK Parti'nin 50+1 oy çoğunluğuna muhtaç olması hasebiyle, MHP'nin yardımına başvuruldu. Böylece “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” yani “başkanlık” sistemine geçilince, MHP hükümette hiçbir görev almamasına ve aslında muhalefet partisi olmasına rağmen AK Parti’nin iktidar ortağı oluverdi.
Öte yandan ilk turda 50+1 zorunluluğu, bu son seçimlerde %1 oy potansiyeline sahip partilerin pazarlık masasına oturabilmelerinin yolunu açtı. Hatta öyle ki CHP'nin öncülüğünde oluşan ve “birleşe birleşe kazanacağız” sloganı altında, henüz hiçbir seçime girmemiş Deva ve Gelecek partileri ile yine toplumda gözle görülür bir ağırlığı olmayan Demokrat Parti, Millet İttifakı’nın kazananları oldular.
Seçim sürecinde Millet İttifakı, propaganda çalışmalarını ekonomi ağırlıklı yürütürken, Cumhurbaşkanı Erdoğan liderliğindeki Cumhur İttifakı, “toplumsal değerler” ve “terör” vurgusu üzerinden kampanya yürüterek rakiplerine yüklendi ve Erdoğan, %52,18'lik oy oranıyla üçüncü kez Cumhurbaşkanı seçildi. Muhalefetin kriz içindeki ekonomi üzerinden yürüttüğü kampanya, İHA-SİHA, uçak gemisi, TOGG gibi teknolojik ilerlemelerle bertaraf edildi denilebilir.
Önceki seçimlerle birlikte son seçimlerin analizini yapacak olursak; Erdoğan'ın 2014'te aldığı oy oranı %51,79 iken, 2018 seçimlerinde aldığı oy oranı %52,38'di. Bu üç seçimin ortalaması yaklaşık %52,12'dir. Bu ortalamaya göre Erdoğan'ın ikna edemediği, %47,88'lik bir halk kitlesi bulunuyor. Ancak 13. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın son balkon konuşmasında “Bugün kimse kaybetmemiştir, 85 milyonun tamamı kazanmıştır.” ifadesini kullandı.
Her ne kadar demokratik sistemlerde, seçilen yöneticinin herkesin yöneticisi olduğu ifade edilse de, bunun gerçeği yansıtmadığı aşikârdır. Çünkü başta da belirttiğim gibi, demokratik sistemlerde partiler, iktidar ve muhalefet şeklinde ikiye ayrılır. Aynı şekilde toplum da, İktidar yanlısı ve muhalefet yanlısı olarak ikiye bölünür ve kamplaşma oluşur. Bir tarafın istekleriyle diğer tarafın istekleri birbiriyle çelişir. Hal böyle olunca “85 milyonu kucaklamak”, “85 milyonun Cumhurbaşkanı olmak” sadece sözde kalır. İllaki birileri dışarıda kalacak illaki birilerinin talepleri yerine getirilmeyecektir.
Bu noktada demokrasinin devekuşu siyaseti devrededir. Okuyucuların bildiğini düşündüğüm bir darbımeseldir; “devekuşu meseli”. Devekuşuna uç demişler, “Ben deveyim” demiş. Koş demişler, “Ben kuşum” demiş. Ak Parti’nin seçim öncesi ve sonrasındaki faaliyetleri kısaca; Ayasofya’dan seçim kazanıp, ikna edilememiş kesime Anıtkabir’den göz kırpmaktır.
Demokrasinin devekuşu siyaseti, aslında bir paradokstur. “Çoğulculuk-çoğunlukçuluk” ikilemidir. Yöneticilerin işine gelirse, çoğunluk ne derse o olur, işine gelmezse de, çoğulculuk bağlamında “toplumun bir kesimi bunu talep ediyor” olur. Toplumun ne talep ettiği önemli değildir. Bu nedenle toplumda esaslı bir değişimin önlenmesinin formülü de, bu siyasettir. Zira bu sayede ister azınlık ister çoğunluk olsun, toplumun bir kesimi, diğer kesimin taleplerini kabul etmek zorunda bırakılır. Ne çoğunluğun tam anlamıyla talepleri karşılanır, ne de ikna olmamış diğer kesimin.
Gelin bu paradoksu LGBT örneği üzerinden değerlendirelim. Erdoğan’a oy veren %52,18’lik kesim, Erdoğan’ın LGBT’ye geçit vermeyeceği söylemlerini dikkate alarak, ailesini ve içinde yaşadığı toplumu bu sapıklıktan korumak için oy verdi. Erdoğan kazandığında normalde LGBT derneklerinin kapatılması, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği adı altında yürütülen tüm faaliyetlerin yasaklanması gerekir. Ancak bunu yaptığınızda toplumun bir kesiminin özgürlüğünü de kısıtlamış çoğulculuk ilkesini hiçe saymış olursunuz. LGBT’li olmak demokratik bir haktır özgürlükler kapsamında değerlendirilmelidir derseniz bu sefer de LGBT’ye karşı olan %52,18’lik kesimin talepleri karşılanmamış, çoğunluk ilkesi ihlal etmiş olursunuz.
Bugüne kadar bu paradokstan Erdoğan kendisine oy veren Müslümanların taleplerini göz ardı ederek çıkmıştır. Herkese bir şeyler verme siyasetini başarılı bir şekilde yürütmüş Ak Parti iktidarında LGBT dernekleri mantar gibi çoğalırken Müslümanların dikkatlerini Ayasofya’ya çevirmiştir. Çıplaklık, ahlaksızlık had safhaya ulaşmışken başörtüsünün kamuda serbest bırakılması Müslümanlara kazanım olarak gösterilmiştir.
Her hâlükârda yine Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın deyimiyle; “kazanan demokrasidir!” Ancak bu kazanım gerçek bir kazanım değildir. Aldatma, umut bağlama üzerine bina edilmiş bir kazanımdır. Bu halk demokrasinin yani özgürlükler fikri üzerine bina edilmiş türlü ahlaksızlıkların, batı yaşam tarzının, batılı değerlerin kazanmasına izin vermeyecektir.