İngiltere Başbakanı David Cameron’un kendisi gelmeden önce haberi geldi. Sebebi ziyareti Erdoğan’ı ikna etmekmiş. İngiltere’den Suriye’ye savaşmaya gidenlerle alakalı daha fazla önlem ve istihbarat paylaşımı yapmak istiyormuş. Çünkü bunlar İngiliz halkı için büyük tehlike oluşturuyorlarmış. Başbakan Davutoğlu, “değerli dostuyla” yaptığı ortak basın açıklamasında hiçbir görüş ayrılığı olmadığını ve IŞİD’in hem İngiltere, hem Türkiye hem de tüm dünyaya yönelik büyük bir tehdit olduğunu belirmiş ve “mutabıkız” demiş.

Afganistan, Pakistan, Libya, Irak, Suriye ve tüm İslam dünyasında hem Amerika hemde İngiltere askerî, siyasî ve ekonomik hegemonyalarını sürdürmek için her yere fesat saçıyorlar. Bu durumun Batı ile Müslümanlar arasında bir savaş olduğu algısını oluşturmamak için de bekçi olarak diktikleri işbirlikçilerini de yanlarında götürüyorlar.

150 yıl boyunca, İslam coğrafyasını neredeyse tek başına sömüren kâfir İngiltere, izlediği sinsi siyasetle meşhurdur. Bugün İslam coğrafyasında yaşanan tüm trajedilerde onların parmağı olmasına rağmen Müslümanların kalbinde İsrail ve Amerika’ya duydukları kadar İngiltere’ye öfke yoktur. Bunun nedeni “balıkçı adası” İngiltere’nin sinsi siyasetinden kaynaklanmaktadır.

İngiltere, demokrasinin beşiği olarak gösterilir. Ancak yöneticileri seçen tüm dünyada olduğu gibi aslında halk değil, soylu aileler ve sermaye sahipleridir. Çoğunluk olarak muhafazakâr bir halka sahip olan İngiltere, ancak sıkıntıya düşüldüğünde bunları çözmesi için İşçi Partisi’ni yönetime getirmektedir. İngilizlerin övündükleri “Cromwelle Devrimi” halk devrimi değil, soylu aileler devrimidir.(1) Yani İngiltere’de soyluların egemenliği hiçbir zaman yıkılmadı. İngiltere, denizin ortasında bir adadır. Geçimlerini sağlamak için adadan dışarı çıkmaları gerekiyordu. Ne var ki ticaret yapmak amacıyla tüccar olarak değil, mal değişimi amacıyla değil, halkların kanlarını emmek ve servetlerini çalmak için çıktılar. Çünkü değişim yapacak sermayeleri yoktu. Amaçları servet çalmaktı ve adadan çıktıklarından bu yana hep böyle oldu. Kapitalizme inandıkları ve menfaatçilik tek ölçüleri olduğu zaman bu ideoloji onların yapısına uydu. Böylece sömürgecilik kendilerinde yerleşip, birinci dereceden sömürgeci bir devlet oldular.

Hizb-ut Tahrir’in kurucusu, Mütefekkir Alim Takiyyüddin En-Nebhani Siyasi Mefhumlar kitabında İngiliz siyasetiyle alakalı şu önemli tespiti yapmaktadır: “İngiltere iç siyasetinde gücü ülke içinde, “Hastalığı sebeplendiren ile beni tedavi et” diyen şairin sözü gereğince ülke dışında ise, kendisi için diğerlerini veya kendisine karşı duranları kullanmak suretiyle oluşmaktadır” demektedir.

İngiliz Parlamentosu, 26 Eylül 2014 Cuma günü, ABD öncülüğünde Irak'a başlatılan hava saldırılarına katılma kararı aldı. Peşmerge’ye silah ve eğitim desteği veriyor. Aynı zamanda haçlı koalisyonuyla birlikte havadan bombalıyor. Kafir Batı’nın İslam coğrafyasına yaptığı tüm müdahaleler yıllarca süren kaos ve yıkıma neden olmuştur. Bu nedenle “dünya barışı”, “terör tehdidi” ve “demokrasi getireceğiz” ifadeleri sadece safsatadan ibarettir. İslam coğrafyasının bugünkü mevcut sınırlarını Fransa ile birlikte çizen İngiltere, fay hatlarını da belirlemiştir. Sonra birinci devlet konumundan zayıflamasıyla birlikte bölgenin jandarmalığına Amerika soyunmuştur. İngiltere, çıkarları gereği her zaman Amerika’nın arkasında saf tutmuş, yol bulduğunda da onu hataya zorlayarak fırsatlar kollamıştır.

2003 yılında tüm dünyayı kandıran Amerika’nın yanında yer alan İngiltere, Irak’ta yüz binlerce çocuğun ölümüne ve insani krize yol açmıştır. 20 yıl içerisinde çıkarılan üçüncü Irak savaşı Irak’a, bırakın istikrar getirmeyi Irak’ı paramparça etti. Öyle ki Irak’ın isminden başka bir şey kalmadı. Şimdi asıl tehdit ve tehlikeli olan kimdir? İngiltere, Amerika, sonra onların gayr-ı meşru çocukları Yahudi varlığı İsrail, İslam ümmetinin tüm çocuklarının katili olan ülkelerdir. Bir Müslüman’ın bunlara sempatiyle bakması, onlarla işbirliği yaparak bir fayda sağlayacağını düşünmesi tek kelime ile ahmaklıktır. O halde İslam coğrafyasında yaşanan tüm trajedilerde baş sorumlu olan İngiltere ile Türkiye’deki yöneticiler nasıl aynı düşündüğünü söyleyebilir?

Sykes-Picot ile sınırları belirleyen İngiltere sınırlarının yıkılmak üzere olduğunu görüyor. Bu nedenle nüfuzlarını korumak için Ortadoğu'nun haritasını yeniden çizmenin yollarını arayan Amerika ile birlikte kaos oluşturmaya devam ediyorlar.

Müslümanların başındaki yöneticiler ise ümmetin işlerini umursamıyorlar. Türkiye sadece gelen mültecilere kapılarını açmakla övünüyor. Körfez ülkeleri Batı’nın çıkarlarına hizmet etmek için adeta yarış atları gibi birbiriyle yarışıyor. Gazze’de Müslümanları katleden Yahudi varlığına karşı hiçbir şekilde gıkları çıkmamaktadır. Sistematik bir şekilde her gün katliam yapan Beşşar Esed ve İran’a karşı ciddi, somut bir tepki ortaya koyamıyorlar. Amerika öncülüğünde kurulan haçlı koalisyonuna, Müslüman dünyasındaki yöneticilerin destek vermesi onların, içinde bulundukları durumu, bağlılıklarını ve finansörlerinden bağımsız olarak çalışma yeti ve yeteneğe sahip olmadıklarını ortaya koymaktadır.

Müslüman, nerede olursa olsun tüm meselelere İslami bakış açısıyla bakmalıdır. Böylece neyin doğru, neyin yanlış olduğunu bilebilir. Batı, ölçtü, biçti sonra sürpriz ve ani bir kararla IŞİD’i dünyanın en büyük sorunu olarak görmeye başladı. Tüm uluslar arası medyayı kullanarak iki taraf oluşturuldu. Ya haçlı ordusu, ya da IŞİD. IŞİD’in yaptıklarından yola çıkarak Batı’nın haçlı koalisyonu içerisinde yer alamayız-almamalıyız. Çünkü onların sömürge planlarını görmezden gelemeyiz. Aynı zamanda IŞİD’in, yaptıklarına da kılıf bulmak doğru değildir. Aksine bu durumun İslam coğrafyasında uzun vadede istikrarsızlık ve kaosa neden olacağını fark etmeliyiz. Müslümanlar olarak, Batılı her türlü askeri müdahaleye karşı ideolojik bir duruş sergilediğimiz gibi Hilafetin adını gasp edenlerin sahte iddialarını da şiddetle reddedelim ki, Hilafet, zulmün değil, adaletin minaresi olduğu bilinsin.

1- http://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0ngiliz\_%C4%B0%C3%A7\_Sava%C5%9F%C4%B1

@OYildiz99