Dava eri, hayatının merkezine Rabbimizin rızasını gözeterek davasını oturtan ve her türlü dünyevi meşgaleyi arka plana atan kişidir. Dava eri, davası ile dünya meşgaleleri çatıştığında kesinlikle davasına yönelen kişidir. Ölüm-kalım meselesi olarak adlandırdığı davası kesinlikle para ile, mal ve mülk ile hatta gerektiğinde sevdikleri ile değişmeyi göze almayacağı bir meseledir. Onun davasını bırakması çok sevdiği çocuklarını, ailesini bırakması kadar imkânsız olarak gördüğü bir şeydir. Dava eri dört elle sarıldığı davasına sahip çıkarken şunun bilincindedir: Bu dava, Allah’ın, dinin dünyaya hâkim olması davasıdır. Bu dava, her türlü sıkıntıya maruz kalan, parçalanmış ümmetin tekrar şaha kalkma davasıdır. Bu dava, mazlumların ahına derman olacak, zalimlerin zulmüne son verecek, insanlığı karanlıktan aydınlığa çıkaracak olan çok ulvi bir davadır.
Bunun bilincinde olan kişi dava eridir. Bu kanaate sahip olmayanlar ise bir anlık heves ve coşku ile belki sevdiği bir takım kişilere gönül verdikleri için dava taşıdığını zannederler, lakin bu kişiler aslında sadece “sözde” dava erleridirler.
Dava eri tüm bu yoğunluk ve davaya olan bağlılığı esnasında, ailesi ile olan münasebetini sekteye uğratmaması ve bu konuda kesinlikle samimi ve gayretli olması gerekiyor. Bu konuda tabii ki istisnalar olabilir. Yani kişi bazen günlerce, hatta haftalarca ailesi ile irtibat halinde olmayabilir. Lakin bunun için çok ciddi sebepler olmalı. Örneğin çok elzem bir meselede ümmet sana acilen ihtiyaç duyarsa ve sen olmadan birçok mesele çıkmaza girecek olursa gerektiğinde aileni ihmal etmek zorunda kalabilirsin. Saliha bir eş ise buna sabreder ve çocuklarına sahip çıkarsa inşallah cenneti hak etmiş olur. Lakin bu tür aciliyetler söz konusu olmadığı takdirde kişiler günlük veya haftalık programlarına kesinlikle ailelerini de dâhil etmek zorunda. Dava eri ailesi ile yani hanımı ve çocukları ile olan münasebeti üzerinden davasında ya şaha kalkar ya da yerle yeksan olur. Aile hayatını düzene sokamamış ve onların ihtiyaçlarını ve isteklerini karşılayamamış olan bir aile reisi nasıl ümmetin derdine derman olabilir?
Fakat bazen elinden gelen tüm gayreti sarf ettiği halde kişi ailesi ile ağır bir şekilde sınanabilir. Yani kızı, oğlu hatta eşi ona sırt çevirebilir. Neticede bu bize Kur’an-ı Kerim’de geçmiş peygamberlerin ibretlik hikâyeleri ile anlatılmaktadır. Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
ضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلاً لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا امْرَاَتَ نُوحٍ وَامْرَاَتَ لُوطٍۜ كَانَتَا تَحْتَ عَبْدَيْنِ مِنْ عِبَادِنَا صَالِحَيْنِ فَخَانَتَاهُمَا فَلَمْ يُغْنِيَا عَنْهُمَا مِنَ اللّٰهِ شَيْـٔاً وَق۪يلَ ادْخُلَا النَّارَ مَعَ الدَّاخِل۪ينَ
“Allah, kâfirlere Nuh’un eşi ile Lut’un eşini misal getirir. Her ikisi de iki iyi kulumuzun mahremi idiler. Ama inkâr tarafına giderek eşleri olan peygamberlere hıyanet ettiler, kocaları da Allah’tan gelen cezadan eşlerini asla kurtaramadılar. Onlara (ölürken veya kıyamet günü): 'Haydi, cehenneme girenlerle beraber siz de girin!' denilir.”[Tahrim 10]
İmam Kurtubi, tefsirinde bu ayetle alakalı şunları söyler:
“Bu iki, hanımın kocalarına hainlikleri, dinde idi ve her ikisi de müşrikti. Münafık oldukları da söylenmiştir. Bir diğer açıklamaya göre bu kadınların hainlikleri, laf alıp götürmeleri idi. Allah peygamberlerine bir şey vahyetti mi hemen bunu müşriklere ifşa ederlerdi. Bu açıklamayı da ed-Dahhak yapmıştır.
Lût'un hanımı, Lût'a misafir geldi mi kavmine yanına bir misafir geldiğini bildirmek üzere duman çıkartırdı. Çünkü onun kavmi erkeklere yaklaşan bir kavim idi.”
Yine Nuh Aleyhi’s Selam oğlunun gemiye binmeyerek peygamber olan babasını inkâr etmesi ve bu inadı ile yükselen suların altından kalması Kur’an-ı Kerim’de şöyle bizlere aktarılmaktadır:
وَهِيَ تَجْر۪ي بِهِمْ ف۪ي مَوْجٍ كَالْجِبَالِ وَنَادٰى نُوحٌۨ ابْنَهُ وَكَانَ ف۪ي مَعْزِلٍ يَا بُنَيَّ ارْكَبْۭۗ مَعَنَا وَلَا تَكُنْ مَعَ الْكَافِر۪ينَ قَالَ سَاٰو۪ٓي اِلٰى جَبَلٍ يَعْصِمُن۪ي مِنَ الْمَٓاءِۜ قَالَ لَا عَاصِمَ الْيَوْمَ مِنْ اَمْرِ اللّٰهِ اِلَّا مَنْ رَحِمَۚ وَحَالَ بَيْنَهُمَا الْمَوْجُ فَكَانَ مِنَ الْمُغْرَق۪ينَ
“Ey oğulcağızım! Gel bizimle gemiye bin ve imana gel. Kâfirlerle beraber olma! İşte görüyorsun sular yükselmeye başladı. Hayır, binmem! Senin gemine bineceğime bir dağa iltica ederim. O dağ beni boğulmaktan kurtarır. Oğlum! Bugün iman ve itaatleriyle Allah’ın rahmet ve merhametine mazhar olanlardan başkası için kurtuluş yoktur. İnat etmenin manası yok. Bak, işte sular etrafımızı sardı bile.”[Hud 42]
İşte Nuh Aleyhi’s Selam’ın oğlu ile olan bu ibretlik diyalogda da görüldüğü üzere; inkâr etmek isteyen, gerçekleri görmek istemeyen bir kişiye, kendi öz babası (peygamber) güzel bir üslupla davet etse bile kişiyi inkârdan kurtaramıyor. Bu gerçekleri duyan bir baba veya anne kesinlikle şu hataya düşmemeli: “Ben ne yaparsam yapayım çocuklarım hakikati görmek istemedikten sonra ben hiçbir şey yapamam!” Ailesinin davanın bir parçası olmasını isteyen ve bu uğurda çabalayan bir baba ve anne bunu öncelikli olarak Allah Celle Celalehu’nun rızası için yapmalı. Yine bunu üzerlerine yüklenmiş bir farz olduğu bilinci ile yapmalı. Yine buna ilave olarak özellikle babalar Rabbimizin Kur’an-ı Kerimi’nde şu buyruğunu da unutmamalı:
اَلرِّجَالُ قَوَّامُونَ عَلَى النِّسَٓاءِ بِمَا فَضَّلَ اللّٰهُ بَعْضَهُمْ عَلٰى بَعْضٍ وَبِمَٓا اَنْفَقُوا مِنْ اَمْوَالِهِمْۜ فَالصَّالِحَاتُ قَانِتَاتٌ حَافِظَاتٌ لِلْغَيْبِ بِمَا حَفِظَ اللّٰهُۜ
“Allah'ın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılması sebebiyle ve mallarından harcama yaptıkları için erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudur. Onun için sâliha kadınlar itaatkârdır. Allah'ın kendilerini korumasına karşılık gizliyi (kimse görmese de namuslarını) koruyucudurlar…”[Nisa 34]
Burada babaya gerçekten de çok büyük sorumluluklar düşüyor. Baba özellikle hanımına ve kızlarına büyük bir şefkat ile yaklaşmalı ve onların korunması için Allah Celle Celalehu’nun ona bu elzem görevi yüklediğini de unutmamalı. Onları ihmal etmemeli ve onların tehlike ile karşı karşıya kalabilecek her türlü sıkıntılarına derman olmalı. Bu tabii ki erkek çocukları için de geçerli olan bir hakikattir. Bu minvalde şu hatırlatmayı da yapmam gerektiği kanaatindeyim: Maalesef Batı’nın kadınlara yüklediği misyon gereği bazı kızlarımızın ve bacılarımızın şu hataya düştüklerini de görmüyor değiliz. Yani “kendi ayaklarım üzerinde durabilirim ve ben kendi sorunumu kendim çözerim” anlayışı… Kızlarımıza ve hanımlarımıza Rabbimizin buyruğu üzere erkeklerin koruma görevine kabul görmeyen ve bunu kadınlar için hakaret olarak algılayanlara şunu hatırlatmak isterim: Unutmayın, size fıtri olarak yüklenmiş bir takım hasletler var ve bunlar hayatın akışı içinde kaçınılmaz olan durumlardır; çocuk doğurmak ve onların şefkatle bakımı… Batı, her ne kadar ifsat etmek istese de bunlardan kaçmanın doğru ve mümkün olmadığını, fıtrata aykırı olduğunu siz de biliyorsunuz.
Dolayısıyla toparlayarak şu tespiti yapabiliriz: “Ailesini davasında ikna edemeyen bir dava eri ümmet için hayırlı bir dava eri değildir” diyemeyiz. Fakat bu durumun, aslında istisnai bir durum olması gerektiğini de unutmamak lazım. Şu atasözü bu konuda oldukça doğru söylenmiş bir sözdür: “Ağaç yaşken eğrilir.” Yani özellikle çocukların eğitimi küçük yaşlarda başlamalı… Tabii ki bu konuda annenin rolü oldukça büyüktür. Sebebi ise erkeğin haftanın önemli bir kısmında nafakasını temin etmek için çalışıyor olmasıdır. Normal şartlarda çalışmaması gereken annesi ise çok doğal bir şekilde çocuklara daha fazla vakit ayırabilmektedir. Lakin bu tabii ki kesinlikle çocuk eğitimi için bu önemli yükün sadece anneye yüklendiği anlamına gelmemeli. Ailede, çocuk için en önemli rol-model ebeveynleri olduğu/olacağı için bu konuda bir uyumsuzluk çocuklara da kesinlikle menfi anlamda sirayet edecektir. Örneğin, baba namaz kılmaz ama anne kılar ise bu genelde çocuklara olumsuz olarak sirayet eder. Yine anne namaz kılar lakin tesettüre bürünmez ise yine bu durum çocukları menfi olarak etkileyecektir.
Neticede kişi en öncelikli olarak ailesinden sorumludur ve onların hem dünya hem de ahiret saadeti için uğraş vermelidir. Dava eri hiç tanımadığı kişilerle saatlerce vakit geçirirken çocuklarına veya hanımına haftada en az 4-5 saat vakit ayıramıyorsa kesinlikle tedaviye muhtaç bir vaziyet söz konusudur.
Evet, bu genel hatırlatmayı da yaptıktan sonra şu gerçeği dile getirerek konuma son vermek istiyorum. Dava eri ve ailesi toplum içerisinde örnek bir aile olacakları için çok önemli bir misyonu üzerlerinde barındırmaktadırlar. Dolayısıyla bu sorumluluk onların hayatının her alanında dikkat etmeleri ve şeriatın koymuş olduğu kuralların dışına çıkmamaları anlamına gelmektedir. İş yerinde, okulda, pazarda, ticarette, komşuluk ilişkilerinde, giyim ve söylemlerinde yani kısaca hayatın her alanında ümmete örnek olunması gerekiyor. Netice dava eri ve ailesi ümmeti Hilafet’in ikamesine çağırarak aslında bu duruşu kendisine şiar edindiğini ilan etmiş oluyor.
Rabbim bizleri bu davadan ayırmasın ve tez zamanda kutlu yürüyüşünün neticesini görmeyi bizlere nasip etsin. (Âmin)