Gazze’de süregelen katliamların gölgesinde buruk bir şekilde idrak ettiğimiz bir Ramazan Bayramı’nı daha geride bıraktık. Gerçi İslam ümmeti, kalkanı olan Hilâfet’in yok edilip topraklarının parçalanmasından bugüne, gerçek bayram sevincini unutmuş durumdadır. Sömürgecilerin boyunduruğu altında ve onların yerli bekçilerinin terbiyesine mahkûm edilmiş bir halde yaşıyoruz, tam 100 yıldır. Bu bekçilerin, “bizdenmiş gibi” görünenleri var, aleni tiranlıkla, zorbalıkla hükmedeni var. Bizdenmiş gibi görünenler ya da ikiyüzlülükte mahir olanlar, Müslüman halkları milliyetçilik-vatancılık, demokrasi, cumhuriyet ve laiklik gibi bir takım fikir ve şiarlar altında, kıble olarak yöneldikleri Batı dünyasının kurguladığı “kalkınma” masallarıyla avutuyor. 100 yıllık bu köleliğin devamı için, İslami değerleri siyasetlerinde Müslüman halkları ayartmak için kullanmaktan çekinmeyenler de var elbette. Hem de gözümüzün içine baka baka düşmanlarımızla iş tutarak… Beldelerimiz, bu bekçilerin sahipleri adına iktidar mücadelesi verdikleri birer arenadan başka bir şey değil.
Müslüman halkımız üzerindeki dışarıdan güdümlü iktidar çekişmesinin yerel seçim düellosunu da geride bıraktık. 31 Mart Yerel Seçimleri, yarışanlar açısından tam bir sürpriz oldu. Kendisi bile inanmakta güçlük çeken laik küfür rejiminin kurucusu CHP, mal bulmuş mağribi gibi bir sevinç yaşadı ve kendisini, “Türkiye Partisi” olarak lanse etmeye başladı. Aynı güruh, 2023 Genel Seçimlerinde yaşadıkları mağlubiyetin acısını halktan çıkarırcasına; “halk, sefaleti ve gericiliği tercih etti” sözlerini unutup geçtiğimiz Ramazan Bayramı’nda yayınladığı reklam filminde, “yeni kavuşmaların, yeniden kavuşmaların”, “demokrasinin”, “ittifakın”, “hiçbir ayrım olmadan bir olmanın”, “halkın iktidarının”, “yarınların” ve “değişimin bayramı” gibi bir dizi süslü ve sahte sloganı öne çıkardı. Bu Müslüman halka her zaman “göbeğini kaşıyan”, “cahil”, “yobaz” sıfatlarını layık gören bu güruh, her ne kadar zafer sarhoşu olsa da, halkla kaynaşmayı asla başaramaz. Bu halk, bu partinin, kalkanı olan Hilâfet'i yıkan parti olduğunu asla unutmayacaktır.
Öte yandan 22 yıldır “birinci parti” konumundaki iktidar partisi ise yaşadığı ağır yenilginin gölgesinde buruk bir bayram yaşadı. Müslümanların katledilmesi, iktidarı bu derece kedere sürüklememişti. Çünkü 7 Ekim’den bugüne Yahudi varlığının sürdürdüğü katliamlara rağmen, bu işgalci düşmanla ticareti sürdürdüler. Bu ağır yenilgi sonrası, içinde jet yakıtının da olduğunu öğrendiğimiz ticareti sonlandırmak değil ama, sınırlandırmak akıllarına geldi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, seçim sonrası yaptığı balkon konuşmasında; “Mesaj alındı!” dedi ama galiba mesajı yanlış anladı. Seçim atmosferiyle bu Müslüman halkın imani saikle bağlandığı kardeşlerini unutur diye düşünüp, “duyanlara, duymayanlara” diye düet yaparken yine “ben yine seçimlerden galip gelirim” hesabı yapıyordu belki de… Ama hesap çarşıya uymadı. “Ticaret” diye yutturulmak istenen ihanetin geri dönüşü, kendisine ve partisine ağır oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bilinçli olarak basına servis ettirdiği seçim sonrası topladığı MYK toplantısındaki konuşmasındaki satır araları, bir itiraf barındırıyordu ve aldığı tek doğru mesaj da buydu. Konuşmasındaki, “Bir siyasi partinin en büyük düşmanı, vatandaşla arasına duvarlar örmesidir. Hangi konumda olursa olsun bu partide hiç kimsenin ‘la yüs'el’ olmadığını milletimize göstereceğiz.”, “Ya milletimizle olan gönül köprülerimizi yeniden güçlendiririz ya da eleştirdiğimiz partilere benzemekten kendimizi alıkoyamayız.” şeklindeki ifadeleri, halkla bağın kopmuş olduğunun itirafı niteliğindedir. Ancak bu günah çıkarma görüntüsünün artık bir inandırıcılığı kalmadı. Çünkü Erdoğan'dan bu tarz sözler hep duyuldu ancak fiilleri her zaman kendisini yalanladı. Neredeyse tüm işlerinde sözü başka fiili başka olan, münkerleri açıkça işleyen, İslâm’a ve Müslümanlara olan iki yüzlü tutumunu çeşitli maskelerle gizleyebilen Erdoğan'ın artık geniş kitlelerde güvenilirliği kalmadı. Aksa Tufanı operasyonu Müslümanların imani bağ hissettiği Mescid-i Aksa topraklarının kurtarılması konusu, Erdoğan’ın “Filistin kırmızıçizgimizdir” maskesini düşürdü.
Sadece Netanyahu’yu hedef alan -o da ne doyuran ne de açlığı gideren-, içi boş, hamasi açıklamalar dışında akan Müslüman kanını durdurmak için Yahudi varlığının anladığı dilden askerî bir müdahalede bulunmadı. Halbuki kendi mitinginde bile “Ordular Aksa’ya! Mehmetçik Gazze’ye!” talepleri yükselmişti. Süreç boyunca; Yahudi varlığı ile “ticaret” devam ettirilirken ABD’nin Yahudi varlığını güvence altına almayı amaçlayan “iki devletli” şer planı, “arabuluculuk, garantörlük ve çok uluslu barış gücünde görev almak” gibi habis sözleri tekrarlayıp durdu. Elbette iktidarın bu ikiyüzlü duruşu, yerel seçimlerde Müslüman halkımızın verdiği tepkinin en önemli gerekçesidir. Buna delil; iktidarın seçim sonrasında attığı ilk adımdır. Bu ilk adım ne ekonomik iyileştirmelerdi ne de yenilginin gerekçesi sayılabilecek diğer meselelerdi. İlk adım, Yahudi varlığı ile ticareti sınırlandırmak oldu. İşte alınan mesajın “yanlış anlaşılan” kısmı budur. Halk, “İsrail'le ticaret, Filistin'e ihanet!” derken iktidar, sonlandırmayı değil "sınırlandırma"yı seçti.
Öte yandan; Baba Erbakan’ı referans gösteren YRP'nin, belediye hizmetlerini üstlendiklerinde Gazze’de yaşanan katliamları engellemeye hiçbir etkisinin olmayacağı aşikâr olduğu halde, sadece toplumun Gazze konusunda iktidara yükselen öfkesini kullanarak oy devşirmeye yönelik ucuz hamlesi, şimdilik işine yaramış görünüyor. Fakat herkes, oğul Erbakan'ın 2023 Genel Seçimleri’nde Erdoğan’la birlikte hareket ettiğini, yerel seçimlere gelindiğinde, iktidarla giriştiği belediye pazarlıklarında sonuç alamayınca Gazze hassasiyeti maskesine büründüğünü biliyor. Bir başka maskeli liderin siyaset sahnesinde kendine yer açmaya çalıştığı gözlerden kaçmıyor.
Bu yaşananlardan sonra Müslüman halkımızın daha da uyanık olması gerekiyor. Çünkü siyasi partiler ya da kurulu laik sistemin devamını sağlamaya çalışan gizli-açık kurumlar -ne hesap yaparsa yapsın-, geleceğinize ve nerede bulunmak istediğinize karar verecek olan sizlersiniz. Sizdeki bu potansiyeli manipüle etmek ve yüksek hedefler, köklü değişiklikler talep etmenize engel olup sizleri 5 yılda bir sadece yönetici değişikliği ya da zaten bozuk olan anayasanın birtakım maddelerinin değişikliği gibi basit hedeflere yönlendiren, bu laik sistemin direkleri olan demokratik siyasi partiler ve laik sistemin gizli-açık kurumlarıdır. 5 yılda bir aldıkları yetkiyle, onay verip-vermemenize aldırış etmeden her yaptıklarını “milli irade” adı altında meşru gösterdiler. Her türlü yolsuzluğun, fesadın önünü açtılar. Her seçim sonrası çıkıp “Demokrasi kazandı!” dediler. Peki kaybeden? Kaybeden her seferinde, enerjisi ve servetleri boşa harcanan bu Müslüman halk oldu. Sizleri ucuz siyaset ve basit hedefler peşinde koşturup her seferinde hüsran yaşatan, kalkınmanın değil toplumsal çöküşün dip noktasına taşıyan laik sisteme ve onun demokratik partilerine tavrınızı net belirlemezseniz, daha nice hüsranlar yaşayacağız. Öte yandan sağlam, köklü ve kapsamlı sistem değişikliği sizlere, “ulaşılması imkânsız” ya da çok zor gösterildi. Uzun vadeli gösterilen köklü değişimin ancak kısa vadelere bölünmüş; yavaş yavaş, aşama aşama ya da tedrici bir yolla gerçekleşebileceği safsatası zihinlere kazındı. İşte bu ucuz ve basit -sözde- değişim rüzgarlarıyla tam yüzyıllık zamanımız çalındı, sahte değişimler peşinde enerjimiz tüketilmek istendi. Yaşanan her hüsranla yeni bir arayışa yöneleceğimiz bilindiği için, toplumsal eğilimlere göre -daha önce stepne olarak kurulmuş- demokratik partiler yıldızı parlatılarak karşımıza çıkarıldı. Ya da bu toplumsal eğilimleri, anket ya da başka yollarla elde edip toplumun hissiyatını dillendiren ancak iktidara geldiğinde hiçbir icraat yapmayan liderler karşımıza çıkarıldı. Bu liderler, siyaset hakkındaki düşüncelerimizi kirletti. Öyle ki sözüyle fiili birbirine uymayan, bugün doğruladığını ertesi gün yalanlayan, popülist, rüzgâr gülü liderler sebebiyle siyasetin zaten bu olduğu aşılandı. Ta ki bu nedenle liderlerden hesap sormanın gereksiz olduğu, bir faydasının olmadığı, bu liderlerin toplumun kaderi olduğu algısı oturtulmak istendi. Hatta liderler Rasulullah’a isnat edilen zayıf bir haberi kendilerine kalkan edinerek; “Nasılsanız, öyle yönetilirsiniz!” sözüyle hem sorumluluktan kaçtılar hem de kendi bozukluklarının sizden kaynaklandığını iddia eder oldular.
Artık yüzyıllık bu demokratik esareti sonlandırmanın vakti geldi. İslam'ı hayat, devlet ve toplumda hâkim kılmak için canla başla çalışmazsak özlemini çektiğimiz izzetli ve onurlu hayatı yine ıskalarız. Muhtaç olunan şey; İslam akidesine dayalı ve çözümlerini İslam akidesinden alan, İslam'ı şartlara ve maslahatlara göre eğip bükmeyen, halkına asla yalan söylemeyen siyasi bir liderlik etrafında birleşmektir.