İslam ümmeti bir Ramazan’ı daha baskı, kaos ve katliamlar ile karşıladı. Şeytanların zincirlendiği, Cennet kapıları açılıp ve Cehennem kapıları kapatıldığı bu ayda İslam düşmanları bütün güçleri ile İslam’ın ve Müslümanların güçlenmemesi için çalışıyorlar. Her yıl, her ay, her hafta hatta her yeni gün zulüm çeşitleri farklılaşsa da şiddeti azalmıyor. Birçok İslam beldesinde yaşadığımız sorunlar yeni ülkeler ve farklı krizler ile devam ediyor.
Mısır’da ABD patentli askeri darbe ile İslam’a ve Müslümanlara karşı dünya devletlerinin ittifak ettiklerine bir kez daha şahit olduk. Darbeciler Mısır içinde asker, selefiler, ezher şeyhini yanlarına alırken, Mısır dışında ABD, Avrupa devletleri, Rusya, NATO, BM ve Müslümanların beldelerindeki yöneticiler de darbeye destek olduklarını açık şekilde gösterdiler. Hatta darbe sonrası darbecilere başarılı olmaları için Suud, BAE gibi ülkeler ile ABD 12 milyar dolar yardımda bulundu. Yetmedi ABD savaş gemileri ve F-16 uçaklarını yine darbe sonrasındaki yönetime gönderdi. Afrika birliği Mısırın üyeliğini askıya alsa da bir etkisi olmadı. Darbe karşısında Türkiye sesli şekilde darbeye karşı olduğunu söyledi ve her zamanki gibi demokrasi çağrıları yaptı.
Yine aynı filmi seyrediyoruz. Yönetmen, senaryo, ana tema aynı sadece oyuncular farklı. Ölümü göster, sıtma’ya razı et mantığı Mısır’da da devrede.
Bu bana bir hikayeyi hatırlattı. Fil ile avcılarının hikayesi:
Fil avcıları, filleri canlı yakalamak ve amaçları doğrultusunda kullanmak için önce bir çukur kazıp üstünü örterek çukuru gizlerler. Fil çukura düşünce aç bırakılır günlerce, bununla da yetinilmez, siyah giysili kötü bir adam arada bir gelip, fili sopayla döver, çeşitli işkenceler yapar. Sonra beyazlar giymiş bir adam siyah adamdan gizlenerek, saklanarak geldiğini belli eder, fili sever ve yiyecek verir. Bu tekrar tekrar yapılarak siyah adam filin düşmanı, beyaz adam ise dostu olur. Ve bir gün beyaz adam çukurun kenarına toprak doldurarak, yokuş bir yol yapar, file yardımcı olarak onu kuyudan çıkarır.
Fil kuyudan çıkınca, kendisini oradan kurtaran o iyi adamın arkasından ayrılmaz. Kendisine yiyecek getiren, çukura yol yapıp kendisini oradan kurtaran ve iyi olduğunu sandığı bu adamın kölesi olmuştur artık. O nereye giderse kendisi de arkasından gidecek, o ne yaparsa, kendisi de onu yapacaktır. Beyaz giysiler içindeki adam filin seyisidir artık. Onu istediği her yöne götürebilmektedir, ona istediği her şeyi yaptırabilmektedir.
Fil, bir siyah giysili kötü adamı, bir de beyaz giysili iyi adamı tanımakta, yalnızca bu iki adamı bilmektedir. Asıl sahibinin kim olduğunu ise bilmemektedir.
Onun hiçbir zaman bilemeyeceği iki gerçek vardır:
Biri, iki adamın ikisinin de aslında birbirinden daha kötü olduğudur; öteki ise, ikisinin de daha kötü üçüncü bir adam için çalıştıklarıdır.
Müslümanları küfrün bin bir çeşit çukurlarına düşüren, bize kimi zaman beyaz adam, kimi zamanda siyah adam olarak gelenler hikaye’de de geçtiği gibi aslında ikiside bizim dostumuz değillerdi. Siyah adamları ki bunlar; diktatör yöneticiler olarak yıllarca onlardan her türlü zulmü gördük. Bize hayat hakkı tanımadılar, adeta halklarıyla savaştılar ama yenildiler. Artık siyah adam işini yapmış ve onun devri kapanmıştı. 21. Yüzyıl dünyasında bize siyah adamın yerine beyaz adamlar gerekliydi. Müslümanlar uyandıkça, bilinçlendikçe siyah adamlar yerini beyaz adamlara bırakmaya başladı.
Hikayede de anlatıldığı gibi hedef Müslümanların asimilasyonu, İslam’ın hakimiyetinin engellenmesi…
Hilafet yıkıldıktan sonra siyah adamlar ve beyaz adamlar sürekli değişmiş olsa da 3. adamlar aynı kaldılar. Bize sundukları zulümler, işkenceler, katliamlar ülkelere göre farklı olsa da hiç değişmedi ve artarak devam etti. Senaryodaki tüm aktörler, oyuncular bilerek veya bilmeyerek 3. Adamlara hizmet ettiler. Mısır’da da Müslüman kardeşler ve diğer tüm gruplar 3. Adamın oyununu görmek zorunda. Demokrasi tarafında olmamalı ve bunu tüm dünyaya ilan etmeliler. İslami olmayan tağuti rejimin başına geçerek değil, halkın bu rejimi köklü bir değişim ile değiştirmesi için çalışmalılar. İslami çözümlerin dışına çıkılmadan vahyin liderliğinde dosdoğru ilerlenmeli ve demokrasi asla ve asla kabul edilmemeli.
Artık batının biz Müslümanlara sunabilecekleri yeni bir şeyleri kalmadı. Isıtıp ısıtıp önümüze koydukları demokrasiden başka. “Demokrasi” çağımızın en şerli düşüncesi haline geldi. Çünkü demokrasi hakimiyetin Allah ve Resülünden alınıp beşere verilmesi gerektiğini savunan, insanları Allah ve Rasulü’nün koyduğu ölçüleri terk ederek sınırsız bir özgürlük vaat eden sistemin adıdır. Demokrasi ne seçimdir, ne istişare ne de başka bir şey. İslam ile demokrasi hem hakimiyet hem de özgürlükler açısından taban tabana zıttır. İslam demokrasiyi, demokraside İslam’ı temelden reddeder.
Hüküm sadece Allah’a aittir. (Yusuf 40)
Mısır darbesi bize demokrasinin ne olduğunu, kime hizmet ettiğini bir kez daha göstermiş oldu. Allah Resulünün bir hadisinde buyurduğu gibi “Mü'min, bir delikten iki defa ısırılmaz.”
Resûlüllah, Bedir harbinde Ebû İzze namındaki şairi esir almış ve kendisine iyilik yaparak serbest bırakmış. Müslümanlar aleyhine kimseyi kışkırtmayacağına ve kendisini hicvetmeyeceğine dair ondan söz almıştı. Fakat Ebû Izze kavminin yanına varınca sözünde durmamış, kışkırtma ve hicivlerine tekrar başlamıştır. Daha sonra Uhud harbinde yine Müslümanların eline esir düşerek tekrar serbest bırakılmasını istemiş, Resûlüllah (a.s.m.) da: “Mü'min, bir delikten iki defa ısırılmaz.” buyurmuştur.
O halde Cezayir, Türkiye, Filistin ve Mısır örneklerinden dersler çıkarmalı ve demokrasiyi geldiği yere geri göndermeliyiz.
Allah’ın izni ile artık İslam ümmeti uyandı, kıyama kalktı ve yürümeye başladı. Siyah adamı da, beyaz adamı da, 3. Adamları da görüyoruz ve biliyoruz. Kullandıkları tüm silahlar bizi ne yıldırabildi ne de saptırabildi. Ortadoğuda yaşanan son gelişmeler, Mısır’da, Suriye’de ve tüm beldelerdeki milyonlarca Müslümanın kıyamı bu ümmetin hala canlı, hareketli, fedakar ümmet olduğunu göstermiştir.
Ramazan ayının başı rahmet ortası mağfiret ve sonu ise kurtuluştur. inşallah İslam ümmetinin ayaklanmaları, direnişi, mücadelesi de başı rahmet ortası mağfiret sonu da kurtuluş olacaktır. Tüm tağuti sistemlerden ve onların zehirli fikrilerinden kurtuluş olacak. Bu ise anacak İslami hayatı başlatmakla mümkün olur.