CHP’de Değişim Mümkün mü?
13 Haziran 2023

CHP’de Değişim Mümkün mü?

Seçimler bitti, vekiller seçildi; atı alan Üsküdar’ı çoktan geçti. “Değişim” parolasıyla yola çıkan Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanlığı, CHP’nin de iktidar olma hevesi bir başka bahara kaldı.

Önceki seçimlerde olduğu gibi cumhurbaşkanlığı seçimlerinden de yine mağlubiyetle ayrılan Kılıçdaroğlu’nun, CHP başkanlık koltuğunu kaptırmamak adına çeşitli girişimlerde bulunduğu da gözlerden kaçmadı. Bununla birlikte hayal kırıklığı öfkeye dönüşen ve suçlu arayan bir kesimin de CHP’de varlığına hep birlikte şahit olduk/oluyoruz.

Peki, Kılıçdaroğlu koltuğunda oturmaya devam edebilecek mi? Mağlubiyetin tek suçlusu gerçekten Kılıçdaroğlu mu? Bu makalemizde işte bu sorulara cevap arayacağız ama önce CHP’yi kısaca bir tanıyalım.

İktidarın en zayıf, seçim kaybetmeye en yakın olduğu bir dönemde, bunca seçim vaadine rağmen toplumdan gerekli desteği alamayan CHP, aslında bugünden daha ziyade geçmişte yaptıklarının cezasını çekmektedir.

9 Eylül 1923’te kurulan CHP’nin temelini, aslında 1908 askerî darbesiyle Halife Abdulhamid’i tahttan indiren İttihatçılar oluşturmaktadır. Bu İttihatçı artıkları, Meclis’te “Halk Fırkası” adı altında örgütlenmişler ve 1923 Meclis seçimleri dâhil olmak üzere tüm ülkede adeta terör estirmişlerdir.

Abdulhamid’i “istibdat” ile suçlayanların kurduğu bu ülkede, her ilin valisi, aynı zamanda Halk Partisi’nin il başkanıdır. Kanun, nizam, gelenek, teamül yok; keyfilik vardır! Öyle ki, sözde istibdattan yakınanların, zulmün ve fesadın kaynağı olduğu bir ülkedir artık Türkiye. Halk rahatsız ancak başka alternatifi de yok. Nitekim “demokrasi oyunu”yla çok partili sistem provası yapılmak istenir. Mustafa Kemal’in talimatıyla CHP’den ayrılan vekillerin kurduğu Serbest Fırka’yı can simidi olarak gören halk, bir anda CHP’den yüz çevirir ve Serbest Fırkaya yönelir. Cumhuriyetin kazanımları, devrim kanunları tehlikeye düştüğü gerekçesiyle “kuruluşundan yüz gün sonra” 1930 yılında Serbest Fırka kapatılır. CHP iktidarının henüz 7. yılında bile halk CHP’nin “ne olduğunu” anlamış ve ondan yüz çevirmeye başlamıştır bile.

Zira İngiliz muhibbi CHP yöneticilerinin İslam’dan ne kadar uzak olduğunu ifade sadedinde, İkinci cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün şu sözü ibretamizdir. İsmet İnönü’ye yaptığı konuşmalarında -en azından halkı tavlamak için- ”Neden hiç ‘Allah’ demiyorsunuz!” diye sorulduğunda, İnönü, ”‘Allah’a ısmarladık!’ diyorum ya…” şeklinde karşılık vermiştir.

Müslümanların birleştirici gücü olan Hilâfet’in ilgasından sonraki süreçte CHP, Türkiye’de keskin devrimlerin öncüsü olmuş ve 27 yıllık tek parti döneminde halkın dinî değerlerine savaş açmış, Kur’an-ı Kerim’i toplatmış, camileri kapatmış, Türkçe ibadet ve Türkçe ezanı dayatmış, din düşmanı Kemalist uygulamalarla İslam’ı hayat sahasından söküp atmış bir partidir. Sonraki yıllarda kısa aralıklarla 1973 ve 1978’de iktidara gelen CHP’ye, Müslüman Anadolu halkı, yaklaşık 50 yıldır bir daha iktidar yüzü göstermemiştir.

Türkiye’de laik statükonun korunması için sağ iktidarlar ve yöneticilerin, dinden beslendiğini bilmeyen kalmamıştır. Yıllarca iktidar yüzü göremeyen CHP, bunu anlamış ve çarşaflı hanımlara parti rozeti takılması, başörtüsü serbestiyeti, helalleşme gibi bir dizi açılımı hayata geçirmiştir.

Deniz Baykal döneminde “çarşaf açılımı”, “Kutlu Doğum programına katılma” vs. ile başlayan süreç, “açılım” olarak isimlendirilince, seçim propagandası olarak algılanmıştı. Hâlbuki bu adımlar, CHP’nin var olma savaşının yeni argümanlarıydı. Yani CHP’de görülen bu açılım süreci, aslında bir strateji ve üslup değişikliğiydi.

Kılıçdaroğlu, 12 Eylül 2010 referandumu öncesi “Yeni CHP” sloganını tedavüle koyduğunda çoğu kimse ne olacağını pek anlamadı. Ancak Kılıçdaroğlu eliyle Parti’de gerçekleşen en önemli değişiklik, CHP’deki “dinozorların” tasfiyesi oldu. “Kuvayı Milliyeciler”, “Ulusalcılar”, “jakoben Kemalistler”, bu yenilenme stratejisiyle partiden bir bir uzaklaştırıldı. CHP’nin katışıksız İngiliz kimliğine rağmen, bu tasfiyeleri gerçekleştiren Genel Başkan’ın o dönem ne Amerikancılığı kaldı ne de Sorosçuluğu…

Ecevit’in CHP’sinden yaklaşık 50 yıl sonra Kemal Kılıçdaroğlu da 2023 seçimleri için “Helalleşme” parolasıyla bir seçim süreci başlattı.

Devlet gücünü elinde bulunduran iktidar, bir takım ekonomik iyileştirmeler ile tepkileri azaltacak bazı adımlar atsa da, ekonomik kriz, art arda gelen zamlar, TL’nin değer kaybı, doların artması, akaryakıt, elektrik ve doğalgazda yüksek fiyatlar, kira artışları, toplumun her kesimini ciddi etkiledi. Tüm bunlar doğal olarak AK Parti iktidarına karşı bir tepki de oluşturdu.

Yaşanan bu istikrarsızlık, CHP ve diğer muhalefet partileri için büyük umut oldu. Cumhurbaşkanlığı yarışını ve meclis çoğunluğunu “mutlaka kazanacaklarına” inandılar. Zira anket şirketlerinin çoğu da bu yönde sonuçlar açıklamıştı.

Bu atmosfer içerisinde girilen 14 Mayıs seçimlerinden, iktidar Meclis çoğunluğunu kazanarak çıktı. Cumhurbaşkanlığı yarışında, %50+1’e hiçbir aday ulaşamadığı için seçimler ikinci tura kaldı.

İlk turda olmadı, ikinci turda mümkün müydü?

28 Mayıs’ta yapılan Cumhurbaşkanlığı yarışını yüzde 52,18 ile Erdoğan kazandı. CHP’nin “helalleşme” parolasıyla çıktığı kritik seçimde ne yaptığı videolar ne TV reklamları, toplumda gerekli karşılığı bulamadı. Netice itibariyle CHP’nin ilk turdaki meclis başarısızlığına, Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanlığı yenilgisi de eklendi…

Peki, seçimleri kaybeden muhalefet partilerinin, kongre kararı alması yeterli mi? Hezimeti kabul etmeyen genel başkanların, faturayı MYK üyelerine kesmesi adil mi?

Kılıçdaroğlu’nun elini masaya vurup ”buradayım be buradayım, sonuna kadar mücadele edeceğim!” videosu, parti içi muhalefete önemli bir mesajdı. Ancak kaybedilen seçimin travması yavaş yavaş atlatıldığı bugünlerde Kılıçdaroğlu’na karşı homurtuların dozu, istifa söylemi ve baskısı giderek artıyor. Ortada bir başarısızlık var ve bu başarısızlığın öncelikli sorumlusu parti genel başkanlarıdır.

Sorumluluk alıp istifa etmek bir erdemdir. Ama istifa gelmeyince de baskılar şiddetini arttıyor. En son İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu da; ”Değişimi toplum istiyor, kulağını buna tıkayarak yol yürümek olmaz. Görev almaktan çekinmem!” diyerek, istifa talebini dile getirdi.

CHP’de kazan kaynıyor… Bundan sonra ne olacak? CHP’yi nasıl bir gelecek bekliyor? Artan baskılar sonuç verecek mi?

CHP Parti Meclisi, kurultay sürecinin başlaması kararını aldı. İl ve ilçe kurultaylarının yapılması için bir süreç başlatıldı. Ekim’de bitecek il kongrelerinin ardından PM’nin belirleyeceği tarihte olağan kurultay yapılacak. Baskıların şiddetine göre bir durum değerlendirilmesi yapılacak muhakkak. Zaten kurultay kararı alınması bir nebze de olsa baskıları hafifletme amacı taşıyor. Şayet baskıları göğüsleyebilecek bir durum olursa kışa girmeden güven tazelemek adına olağan genel kurultay yapılır. Şayet baskıların önü alınamaz ise il ve ilçe kurultaylarının ardından “yerel seçimler” sonrasına genel kurultay kararı alınabilir.

Bir olasılık olarak Mart’ta yapılacak yerel seçimlerde eğer büyükşehirler tekrar kazanılırsa Kılıçdaroğlu, CHP genel başkanlığını bırakmayabilir. Tam tersi bir durumda ise Kılıçdaroğlu’nun istifası kaçınılmaz olacaktır.

“Kılıçdaroğlu’nun, alternatifi kim?” derseniz, İmamoğlu en muhtemel alternatif olarak duruyor. Zira İmamoğlu, Kılıçdaroğlu’nun, CHP’de başlattığı değişimi sürdürebilecek bir isim kanaatimce. Seçim sürecinde AK Parti kurmaylarının önüne yargı engeli çıkardığı İmamoğlu, hemen her kesimle iletişim kurabilen ve yine hemen her kesimden oy alabilecek biri olarak öne çıkıyor; Anıtkabir’e de gidiyor, Ayasofya’ya da… Onuncu yıl marşı da okuyor, Yasin-i Şerif de…

O zaman belki Kılıçdaroğlu ile “hard” ulusalcı-Kemalist çizgisi çeşitli tasfiyelerle törpülenen CHP, İmamoğlu ile biraz daha “soft” bir parti haline getirilebilir. Ancak böyle olursa CHP, toplumun her kesiminin oyuna talip olabilir.

Peki, bu durumda toplumun CHP’ye bakışı değişir mi? Bu da başka bir makale konusu…