Kürtaj ve Uludere
15 Haziran Cuma günü Topkapı Eresin otelde İslami STK’ların düzenlediği ve Uludere annelerinin de katıldığı basın toplantısında bulundum. Yaklaşık altı ayı aşkın bir zaman geçmiş olmasına rağmen Uludere katliamının bıraktığı ateşin annelerin yüreğinde sıcaklığını ilk günkü gibi koruduğuna şahit oldum. Uludere üzerinden siyasi partiler önde olmak üzere tüm kurum ve kuruluşlar siyasi rant elde etmek veya siyasi manipülasyonlar ile olayın akıbetini örtmek isteseler de annelerin yüreğinde üstü örtülmeyecek bir yara bırakılmış durumda. Öldürülen 34 canın geride bıraktığı tek şey acı ve hüzünden başka bir şey değil. Ancak bu acı ve hüzün kimin canını acıtıyor ve kimin yarasına yara ekliyor derseniz, Anneler, babalar, eşler ve çocuklar diyeceğim.
Hani çok kullanılan bir söz vardır ya “Ağlarsa anam ağlar. Gerisi yalan ağlar” bu söz tamda Uludere anneleri için yerinde bir söz olsa gerek. Çünkü tüm basın mensupları ve katılımcıların huzurunda gerçekten ağlayanlar sadece annelerdi. Neredeyse tüm annelere söz verildi. Gözyaşları içinde konuşan Uludere annelerinin söylediği ortak söylem şu oldu: “Biz yavrularımızın parçalanmış bedenleri üzerinden tazminat talep etmiyoruz. Biz Adalet talep ediyoruz.”
Öyle ya bir anne, bir baba öldürülen yavrusunun cesedine kesilmiş tazminatı nasıl yiyebilir? Tazminat kalpteki acıyı dindirebilir mi? Peki ya adalet, Ancak gerçek adalet olursa, elbette yaraya merhem olur. Aslında Uludere annelerinin aradığı adalet gerçek adaletten başkası değildi. O adalet ise İslam’ın adaletinden başkası değildi. Zaten İslam’ın adaleti şu an uygulamada olmadığı için, anneler ellerini semaya kaldırarak haklarını Huzur-i Mahşer deki adalete havale ettiler.
Basın toplantısında Uludere annelerinin ifade ettiği çarpıcı sözleri sizlerle paylaşmadan önce Başbakan Erdoğan’ın Uludere hadisesinde ki çelişkilerine değinmekte fayda görüyorum.
Başbakan Uludere katliamının gerçekleştiği ilk günlerde nasıl bir plan ve strateji üzerine hareket edeceğini bilmiyordu. Başbakanlığa bağlı Genelkurmay Başkanlığı’nın emri üzerine TSK ya ait savaş uçaklarının bombaladığı bölgedeki grubun PKK olmadığı, aksine bölgede geçimini sağlamak için Kuzey Iraktan kaçak mazot taşıyan köy halkından çoğunluğu genç delikanlılar olduğu haber olunca, hatanın bertarafı noktasında temkinli ama acemice adımlar atıldı. Olayın olduğu bölgeye dahi hükümet yetkilisi kısa sayılmayacak bir zaman sonra gitti. Aslında bu acemilik Başbakan’ın istihbarattan ve vur emrinde haberdar olduğunu gösteren açık emaredir. Çünkü bizim son 10 yılda alıştığımız Başbakan Uludere olayında yoktu. Elinde hazırlanmış konuşma metinleri ile özgüven içerisinde konuşan Başbakandan daha ziyade, kaçakçılık yapan bu çocuklara “Canım onlarda kaçakçılık yapmasalarmış” türünden sözler sarf edecek kadar hazırlıksız duran bir Başbakan vardı. Eğer bu olayın planlayıcıları hükümeti köşeye sıkıştıracak ve kaos ortamını tırmandıracak Ergenekon vari bir yapı olmuş olsaydı, Başbakan’ın elinde her zaman olduğu gibi hazır bir metin olurdu.
Sonra hükümet hiçbir resmi özür beyan etmeden katledilen çocukların ailelerine tazminat ödeneceğini beyan ederek konunun gündemden düşmesini sağlamak istedi. Ne yazık ki konu gündem de kalmayı sürdürdü. Sonra istihbaratın ABD den mi yoksa TSK dan mı geldiği konusu gündemi meşgul edince, istihbaratın TSK dan olduğu konusunda hükümet söz birliği yaptı. Başbakan gündem değiştirmedeki mahareti ile “Her kürtaj bir Uludere dir.” diyerek gündem değiştirme maharetinde zirve yaptı. Yapmak zorundaydı çünkü eğer konu gündemde daha çok konuşulsaydı ve olayla ilgili adil bir hukuki süreç başlatılsaydı katliamın asıl failinin Başbakan olacağına kadar bir süreç işleyecekti.
Düşünün, öyle bir ülkenin başbakanı ki, kendi askeri kuvvetleri tarafından katledilen halkının mazlumiyetini korumaktan ve savunmaktan yana değil faillerden yana tavır almış durumda. Zalim devlet tarifi tamda burada yapılmalı değil mi? Allah’tan nasibini almamış her devlet zalimdir. 80 küsur yıl Müslümanlara kan kusturan Laik Kemalist zümreyi tasfiye etmede ve yerine yine zalim liberal demokrat zümreyi yerleştirmede “maharetli” olan iktidar, işin ucunun kendine yani devlete dokunacak bir durumla karşılaşınca tasfiye ettiği zümrenin sıfatını taşımada bir behis görmeyebiliyor. Demokrasi denen safsata nerede kaldı peki? Halkın mal ve can güvenliğini sağlayan demokrasi nerede kaldı. Zalim devlet için korunacak bir şey varsa o da kendi güvenliğidir.
Özellikle belirtmek istediğim bir konu daha var ki, Uludere de çocukları katledilen ailelerin tamamı İslami hassasiyetleri güçlü aileler. Zalimin yaptıklarını niçin yaptığını düşünmek için bir neden de bu olsa gerek.
En nihaye, devlet halkını katletti ve zalimliğini gizlemek için çelişkiler yumağı içerisinde siyaset yapabiliyor. Nasıl bir devlet ise…
Gelelim Uludere de çocuklarını kaybetmiş ailelerin duygularına ve söylediklerine:
“Biz failler bulunsun istiyoruz, Onlar her kürtaj bir Uludere dir diyorlar.”
“Sayın Başbakan Uludere anneleri kürtaj yapmadılar. Onlar çocuklarını doğurdular ancak şimdi yanlarında yok.”
Başka bir anne:
“Başbakan, heron görüntülerini izlerken ne hissettin? Senin yaptığın açıklamalar bizim yaralı yüreğimizi paramparça etti.”
“Bizi niçin kandırıyorsunuz?”
Aynı annenin yüreği o kadar yanmış ki Başbakan’ın Uludere için söyleyeceği iki cafcaflı söze hasret kalmış. Ve Başbakan’ın Gazze ve Suriye deki katliamlar için sözden öteye geçmeyen açıklamalarının aynısını Uludere için de ister olmuş. Şöyle diyor anne:
“Suriye deki ve Gazze deki çocuklara adalet talep eden Başbakan benim çocuklarıma adalet talep etmedi.”
Başbakan’ın en güzel yaptığı iş söz söyleme sanatı annem. İş yapma sanatı için senin derdine koşacak adil İslam yöneticileri gerek.
Başka bir anne:
“Bizim için adalet burada sağlanmazsa biz adaleti Huzur-u Mahşer de arayacağız.”
Bir babanın söyledikleri ise çok düşündürücü:
“Başbakan’a sesleniyorum! Benim oğlumun geride bıraktığı iki yetim ne olacak? Sayın Başbakan biz senin cehennemde yanmanı istemiyoruz.”
“İstanbul’a gelirken bu iki çocuk elime ayağıma yapışarak gitme dede dediler. Yolda sana da bir şey olursa bize kim bakar? Ben onlara şöyle dedim: Her şeye kefil olan Allah sizi korur. Bizim hakkımızı aramamız için ta İstanbul’a kadar gelmemizin ayıbı Başbakan’a yeter.”
Yeter mi bilmiyoruz. O kadar ayıp var ki, ayıptan ibret alacak yöneticiler yok maalesef. İslam ümmetinin 100 yıldır yaşadığı zulmü kendisi için ayıp olarak görecek ve ümmeti korumasına alacak Halife ye ne kadar da muhtacız değilmi?
Türkçe Olimpiyatları ve Kürtçe Eğitim
Çelişkiler yumağı o kadar büyük ve karmaşık ki, çöz çözebilirsen. Daha dört gün önce yine medyayı meşgul etmek için popilist siyaset üslubu ile grup toplantısında okullarda Kürtçe eğitimi ve Kürtçe eğitmen gerekliliği hakkında bir açıklama yapan Başbakan, aradan iki gün geçmeden Türkçe Olimpiyatları organizasyonunda Türkçeye övgüler yağdırdı. Stadı doldurmuş on binlerce şakşakçıya nasıl hitap edilir Başbakan çok iyi biliyor. Her yıl düzenlenen Türkçe Olimpiyatlarından kasıt nedir? Neden yapılır diye sorsak ayrıca sayfalar dolusu makaleler yazmak gerekir. Ancak kesin olan bir şey var ki, O da bu projeyi hazırlayıp uygulamaya sokan zihniyet kirli fikirleri sınırlar ötesine taşıyarak temiz zihinleri de kirletmeyi amaçlamaktadır. Başbakana mikrofon verilmişse fırsat bu fırsat “Türkçeye gereken önemi ve payeyi yükleyelim” demiştir. Ama iki gün önce Kürtçenin okullarda seçmeli ders olarak okutulması gerektiğini söylemişti. Türkçeyi Kürtçeden ayıran önemli özellik mi var, varsa nedir diye sorsak kendisine bilir mi bilmiyoruz. Çelişkiler yumağı dedik ya…