18 Mart 1915 sabahı, ufuk çizgisinden yükselen güneşin ilk ışıklarıyla birlikte Çanakkale Boğazı sessiz bir endişe içinde bekliyordu. O gün, dünyanın en güçlü donanmasıyla yola çıkmış düşman gemileri, Çanakkale’nin sularında Osmanlı Hilâfet Devleti’nin sonunu getirmek için son kez hamle yapacaklardı.
Saatler süren bombardımana, şiddetli saldırılara rağmen toprağa düşen her İslam askeriyle sanki binlercesi daha ayaklanıyordu. Nusret Mayın Gemisi'nin kahramanca döktüğü mayınlar, Seyit Onbaşı’nın insanüstü gücüyle kaldırdığı top mermileri, Mehmetçiğin “Allahu ekber!” nidalarıyla yaptığı şanlı hücumlar, düşmanın bütün hesaplarını altüst etmişti. Hilâfet ordusu, bütün dünyanın gözleri önünde “yenilmez” denilen güçleri mağlup etmiş, İslam ümmetinin sarsılmaz gücünü ve inancını göstermişti.
Bu, imkânsız görünen zaferin sırrı, Hilâfet çatısının altında birleşmiş bir ümmetin varlığıydı. Türk'ü, Kürt'ü, Arap'ı, Balkanlardan Kafkaslara kadar farklı coğrafyalardan gelen Müslümanlar, tek bir sancağın altında mücadele etti. Hilâfet, İslam bağıyla ümmeti tek yürek haline getirmişti. Çanakkale'de şehit düşen Halepli Arap askerler son nefeslerinde bile “Hilâfet ve İslam uğruna!” diyerek canlarını teslim etmişti.
Çanakkale'nin kahramanları, ümmete unutulmaz bir miras bıraktılar. Onların iman dolu yürekleri ve cesaretleri, bugün hâlâ zihinlerimizde canlı bir şekilde yaşamakta ve yolumuza ışık tutmaktadır. İşte bu ve bunun gibi zaferlerle dolu 14 asırlık şanlı mirası sahiplenmek ve yaşatmak, günümüz Müslümanlarının en önemli vazifelerindendir.
Evet, Çanakkale’de zafer elde ettik ancak yaklaşık 9 yıl sonra 3 Mart 1924’te, asıl zaferi onlar, düşmanlarımız elde etti. Çanakkale’yi kazandıran ruhumuzu bizden aldılar. Çanakkale’yi işgal edemediler belki ama birbirimize olan düşkünlüğümüzü işgal ettiler. Bizi biz yapan, bizi bir yapan, bizi ümmet yapan bağlarımızı işgal ettiler. Çanakkale’de sahada kazandığımız zaferi, Ankara meclisinde işgal ettiler.
Peki, Çanakkale bizim son zaferimiz mi?
Hayır! Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem'in müjdesiyle sabittir ki, Hilâfet yeniden doğacaktır. Allah’ın vaadi apaçıktır; yeryüzünde yeniden adaleti, izzeti ve şerefi tesis edecek Hilâfet, İslam ümmetinin elleriyle yükselecek, gök kubbede yeni zaferler yankılanacaktır.
Tarih boyunca İslam ümmeti, nice zor günler geçirmiş ama her seferinde daha güçlü ve kararlı bir şekilde ayağa kalkmıştır. Bugün de ümmetin farklı coğrafyalarında yaşanan zulüm ve sıkıntılar geçicidir ve bu sıkıntılar, Hilâfet’in yeniden kurulmasıyla yerini zaferlere bırakacaktır.
Bugün belki Çanakkale’ye bakarak iç geçiriyor, geçmişin zaferlerine özlem duyuyoruz. Ancak unutmayalım ki, Rabbimizin izniyle, bu dünya daha çok Hilâfet zaferlerine gebedir. Gazze zaferi, Kudüs zaferi, Doğu Türkistan zaferi, Afrika’nın dört bir yanında elde edilecek zaferler, bizi beklemektedir. Topraklarımızdaki bu zaferlerin ardından Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in bir diğer müjdesi olan “Roma fethi” bizi beklemektedir. Yine tekbir sesleri semaları dolduracak, ümmetin birliği bütün dünyayı yeniden titretecektir.
İşte bu yüzden, geçmişten aldığımız dersler ve ilhamla geleceğe umutla bakıyoruz. Çanakkale Zaferi’ni sadece bir anı olarak değil, yaklaşmakta olan nice zaferlerin habercisi olarak görüyoruz. Çanakkale'de uğrunda candan vazgeçilen sancağı kaldırmak ve onu dünyanın dört bir yanında dalgalandırmak, bugün hepimizin omuzlarında bir sorumluluktur.
İslam ümmetinin birliği ve Hilâfet’in yeniden tesis edilmesi yolunda atılan her adım, bekleyen büyük zaferlere bizi, bir adım daha yaklaştıracaktır.
Unutmayalım ki, son zaferimiz henüz kazanılmadı. Asıl zafer, Allah'ın yardımına güvenerek yola çıkanların olacaktır.