Büyük bir merak ve heyecan ile beklenen 17 Nisan günü geldi ve kuşkusuz diğer günler gibi geçecektir. Her seçim öncesi kutuplaştırılan halkın yükseltilen nefret duygularını, oluşturulan ses ve görüntü kirliliğini ve yaşatılan bütün olumsuzlukları da bir sonraki seçime kadar geride bırakmış olduk.
Referandum, az bir farkla “EVET” lehine sonuçlandı. Böylece, başkanlık sisteminin başka bir versiyonu olan, adına “cumhurbaşkanlığı sistemi” denilen yönetim modeli değişikliğini de içeren on sekiz maddelik anayasa paketi onaylanmış oldu. Farkın az olması “HAYIR” cephesini heyecanlandırdı ve mühürsüz oy pusulaları ile bir takım hususları ileri sürerek doğal olarak seçim hakkında bir takım itirazları oldu.
Bu seçimde hile olup olmadığını bilmiyorum ancak bu seçim, sahip olduğu öneminden dolayı, her iki taraf için, ellerinden gelmesi halinde her türlü hileyi karıştırmaları beklenen bir seçim idi. Bu önemin nerden geldiğini belirtmeden önce kısa bir değerlendirme yapmak istiyorum.
Genel olarak bakıldığında “EVET” oy oranı, “EVET” cephesini oluşturan AKP-MHP-BBP ve HÜDA-Par’ın toplam oy potansiyelinden çok daha düşük çıktı. AKP içinden firelerin olduğu, ancak bunun kayda değer çoğunlukta olmadığı görüşü kabul gören bir görüş olduğunda, firenin büyüğünün MHP’de olduğu kanaati ağır basmaktadır. MHP’nin son dönemlerde homojenliğini kaybetmesi üzerine fire vereceği biliniyordu ancak bu sonuçlara bakıldığında ezici bir çoğunluğu “HAYIR” dediği ortaya çıkmaktadır. Çünkü MHP’nin daha önceki seçimlerde yüksek oy aldığı kentlerde “HAYIR” oy oranlarının arttığı bariz bir şekilde görülmektedir.
Diğer taraftan –halkın dili ile- seçimin kaderini belirleyen oylar, Doğu ve Güney Doğu’daki oylar, yani Kürtlerin oyları oldu. Seçimin seyrini değiştiren Kürt oylarının artmasındaki temel etkenin, sanıldığı gibi hendek siyasetinden sonra -etkisi olmakla birlikte- HDP’den kaçış değil, Kemalizm’den kaçış olarak yorumlanması daha yerinde olur.
Bu seçimin önemine gelince; şüphe yok ki bu referandum, 29 Ekim 1923 tarihinde, Cumhuriyet rejiminin belirlenmesinden sonra yapılan en önemli seçim idi. Bu seçimi önemi kılan, “HAYIR” cephesinin “rejim değişikliği” iddiası olmadığı gibi “EVET” cephesinin “yönetimde istikrar” iddiası da değildir. Bir önceki yazımda uzunca belirttiğim gibi bu seçim, ülke üzerinde elli yıldır süren çatışmanın sonucunda vesayetin adresini değiştirme seçimidir. Toplumun geneli daha önceki seçimlerde olduğu gibi bu seçimde de “parti” seçiminde bulunmuş ve sahnedeki aktörlerin söylemleri ile değerlendirmiş olabilir. Ancak işin aslı, İngiltere özelinde Avrupa’nın Türkiye üzerindeki egemenliğini simgeleyen son kale de düşmüş ve yerine Amerika’nın egemenliği tamamlanmıştır.
Gerçek bu olmasına rağmen bu güne, yani 17 Nisan’a çok büyük ve özel anlam yükleyen Müslümanlara da bazı hatırlatmalarda bulunmak istiyorum: Referandumda “EVET” çıkması halinde, kâfirler tarafından katledilen mazlum Müslümanların, Halep’in, Gazze’nin sevineceğini iddia eden Müslümanlara soruyorum: İstediğiniz oldu ve belki buradaki Müslümanlar sevinmiştir. Çünkü evvelindeki devletlerinin bakiyesi üzerine kurulmuş devlete karşı umutları vardır. Ancak, onların sevinmelerini sağlayacak, umutlarını tekrar kursaklarında bırakmayacak adımlar atılacak mı? “EVET”iniz Haleb’i, İdlib’i vs. İslam beldelerini kan gölüne çeviren ABD, Rusya vs. kâfir devletlerden hesap soracak mı? Kutsal beldeleri işgal edip Müslümanları katleden gasıp Yahudi varlığından hesap soracak mı? Ya da bunların nişanesi olarak “EVET”, bu kâfir devletler ile dostluğunu bitirecek mi? Yoksa daha önce olduğu gibi kendilerine “EVET” dedikleriniz mazlum Müslümanların umutlarını çalıp onları tekrar sömürgeci kâfirlerin insafına mı bırakacaklar?
Yine “EVET” demenin, “bir farzın yerine gelmesi için farz” olduğunu iddia eden sözüm ona âlimlere soruyorum: Bu kaide, İslam fıkıh usulünün/hukuk metodolojisinin bir kaidesi olmasına rağmen, bu kaideyi küfür bir ideoloji olan Kapitalizme uygulayıp Müslümanlara haram bir fiili işleterek nasıl bir vebal altına girdiğinizi biliyor musunuz? “EVET” ile İslam’ın hangi hükmü ya da farzı yerine gelecek ki kendisi de farz olsun? “EVET” ile İslam’ın münker dediği hangi münker kalkacak? Oysa seçim sonuçlarının açıklanmasının akabinde, önce Başbakan ardından Cumhurbaşkanı çıkıp sandıktan “demokrasi”nin çıktığını söylediler. Halkın demokrasiye sahip çıktığından, Türk demokrasisinin olgunluğundan bahsettiler. Yani beyler, sandıktan İslam’a dair bir şey çıkmadı ve çıkmayacağını siz de biliyordunuz.
Peki, ne çıktı sandıktan? Denildiği gibi İslam ile taban tabana zıt, Batı dünyasının kokuşmuş özgürlükler fikri olan “demokrasi” çıktı.
Bir de “kazanımlarımızı korumak” adına, “Müslümanların maslahatı” adına “EVET” demenin gerekliğinden bahsedenler oldu. Eğer ki kazanımlarınız ve maslahatlarınız daha çok özgürlükse, kurumlara daha fazla adamlarınızı yerleştirmekse, binalarınızı daha büyük ve daha konforlu hale getirmekse evet, “EVET” demekle bunlara ulaşabilirisiniz. “EVET”e muhalif olmadığınız sürece size ve çalışmalarınıza kimse karışmayacaktır. Yok, eğer kazanımdan kastınız, İslamî bir toplumun vücuda gelmesi ise bunu batıldan ve batıl bir yoldan ummanız zaten hatalıdır.
Son olarak Müslüman Kürt halkıma da şunu sormak istiyorum: Ülkenin batısında yaşayıp daha çok batılılaşmış olan laikler ile aynı safta yer almanız sizi düşündürmedi mi? Müslüman Kürt halkını yok sayan, asimile etmek için her türlü kıyımı yapan, en temel haklardan dahi mahrum bırakan Kemalistler değil miydi? Son kırk yıldır yaşatılan bu kirli savaşın mimarları laikler değil miydi? Cellatlarınız ile aynı safta olup çoğunlukla “HAYIR” demenizin mantıksal bir dayanağı yoktur tıpkı “EVET” diyenlerin şer’i bir dayanağı olmadığı gibi.
Bugün 17 Nisan ve Rabbimiz yaşatırsa bugünden sonrasına da hep birlikte tanıklık ederiz. Ancak mesele “biz hatırlatmıştık, bak yanıldınız” meselesi değildir. Daha önce defaten ifade ettiğimiz gibi mesele “EVET” veya “HAYIR” meselesi de değildir. Asıl mesele, Müslümanların hayattaki her olaya şer’i hükümler çerçevesinden bakması gerektiğidir. İslam bizden, bütün çeşitleri ile küfür ve batıl hükümlerinin tamamlarını reddetmemizi emreder. Çünkü yaratmak da hüküm de sadece Allah Subhanehu ve Teâlâ’ya aittir.