“Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya” derken Necip Fazıl, sadece bu kadim İslâm toprağında ötekileştirilen ve horlanan Müslümanları kast etmiyordu elbette. Zira hem garip hem de parya kabul edilerek aşağılanan Müslümanlara yönelik düşmanlığın asıl sebebi İslâm’dı. Mekke’de Bilaller nasıl horlanıyor ise, Ankara’da da Abdullahlar öyle horlanıyordu! Lakin Sünnetullah buydu ve Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştu:
إِنَّ
الإِسْلامَ بَدَأَ غَرِيبًا ، وَسَيَعُودُ كَمَا بَدَأَ ، فَطُوبَى لِلْغُرَبَاءِ
“İslâm,
şüphesiz garip olarak başladı ve günün birinde garip hale dönecektir. Ne mutlu
o garip mü'minlere!”
Gariplerin kim olduğunu soran Abdullah
bin Mesud'a ise Efendimiz şöyle cevap veriyordu:
النُّزَّاعُ
مِنَ الْقَبَائِلِ
“Kabilelerinden
dinleri için ayrılıp uzaklaşanlardır.” [Müslim, İman 232] Gördüğünüz gibi İslâm
Rabbi için milletlerinden ayrılanları överken, günümüzde ise tam tersi milleti
için dininden ayrılanlar övülmektedir!
Hakikat şudur ki: Osmanlı Hilâfet Devleti’nin enkazı
üzerine kurulan laik demokratik Cumhuriyet, Hilâfet’in ilga edilmesi
karşılığında İngilizlerle anlaşan ve yeni rejimin bekası için İslâm’a ve
Müslümanlara savaş açanların sistemidir. İngilizler sinsilikleri ile
kendilerine tek bir kurşun dahi atılmadan işgal ettiği Payitaht’ı terk etmiş,
ancak giderken İslâm’ın devletini, ümmetin vahdetini, Müslümanların kalkanını,
mazlumların umudunu ve sömürü düzenlerinin önündeki en büyük engel olan Osmanlı
Hilâfetini yıkıp gitmişlerdir.
İngilizlerden icazetli ve laik rejimi koruma
refleksi ile dine düşman olanlar ise ilk iş olarak vahyin yerine aklı, İslâm’ın
yerine laikliği, Hilâfet’in yerine demokrasiyi ve ümmetin yerine milleti koyarak
uğruna şehitler verilen din-i mübin-i İslâm’ı yok saymışlardı.
Hâlbuki İslâm öyle bir dindir ki o, asla yok
sayılamaz! Dolayısıyla dimağları kirlenince bulanık görmeye başlayanlar, yeryüzündeki
tek hak din olan İslâm’ın yerine ulusçuluk/milliyetçilik fikrini körüklemişlerdi.
Rabbimizin إِنَّمَا
الْمُؤْمِنُونَ إِخْوَةٌ “Müminler ancak
kardeştir”
fermanına rağmen sömürgecilerin en başarılı oldukları şey, milliyetçiliği
körükleyerek Türk’ü, Kürt’ü, Arap’ı, Acem’i birbirine düşürmek olmuştur. Yani
bu güzide ümmetin gördüğü en büyük tefrika milliyetçiliktir. Ne demişti Akif: “Girmeden tefrika bu millete düşman giremez,
toplu attıkça yürekler onu top sindiremez…” İşte dün bu fitneyi, Hilâfet’i
yıkmak için ateşleyenler, aynı şekilde bugün de Hilâfet’in yeniden ikame edilmemesi
için körüklemekteler!
Meselenin daha iyi anlaşılması ve somut bir örnek
olması açısından 18 Ekim 1926’da Mustafa Kemal’in isteğiyle Samsun Milletvekili
Ruşeni Barkın’ın yazdığı kitaba göz atalım. Sadece kitabın adı dahi her şeyi
izah etmeye yeterli olacak cinsten: “Din
Yok, Milliyet Var.” Yani millilik/ulusalcılık Cumhuriyet’in “resmi dini”
olarak karşımıza çıkıyor. Bugünün ulusalcılarının nasıl yetiştiğini anlamak
adına kitabın içeriğine göz atalım:
“Bizim kutsal
kitabımız, bilgiyi esirgeyen, varlığı taşıyan, mutluluğu kucaklayan, Türklüğü
yükselten ve bütün Türkleri birleştiren ulusalcılığımızdır. O halde
felsefemizde din kelimesinin tam karşılığı ulusalcılıktır…” Bu kitabı okurken M. Kemal’in paragrafların
yanına kendi el yazısı ile düştüğü not ise, “Aferin!
Alkışlar” şeklindedir. Yine bir başka paragraf da Ruşeni şöyle demektedir:
“Hangi ulusun
yüceliği, Türklüğün ululuğu kadar tarihin bilinmeyen enginlerine uzanmıştır? Ve
en nihayet hangi ulus ölürken Azrail’i tepelemiştir. Dünyada Türk olmak kadar
onur mu var? Ve Türk olmak kadar “din” mi var?” M. Kemal, Barkın’ın bu batıl ve
fasit cümlelerini de yine “aferin” diyerek ödüllendiriliyordu! [http://www.belgelerlegercektarih.com]
Bir hususu “yerli ve milli” kategorisinde
değerlendirmek, esasen yabancı olanı ortaya çıkarmak için değil midir? Peki,
hem geçmişte hem de günümüzde sıkça kullanılan bu “yerli” ve “milli” söyleminin
aslı nedir? Yerli ve milli olana yabancı olan nedir, kimdir?
“Yerli”deki “yer”, kadim Anadolu toprakları değil
midir? Bu toprakların kapısı şanlı komutan Sultan Alparslan tarafından 1071’de
Malazgirt’te “Allah Allah” nidalarıyla açılmış ve o günden sonra İslâm
ile mayalanmış, şehit kanlarıyla sulanmış ve yüzyıllarca İslâm’ın hâkimiyeti
altında kalmamış mıdır? “Yer”den kasıt İslâm’ın beşiği olan Anadolu ise o halde
İslâm nasıl yabancı olur?
“Milli” kavramına gelince; bununla kast edilen
sadece bir ırk mıdır? Öyleyse Çanakkale’de şehit olan Rakkalı, Halepli,
Musullu, Diyarbakırlı, Bosnalı kimdir? Bugün hâlâ hisselerinin %28’i CHP’ye ait
olan İş Bankası’nın kurulduğu paralar, Hindistan’dan hangi millet için
gönderilmiştir? İslâm yerli ve milli olana baksaydı, Ensar ve Muhacir kardeş
olabilir miydi? İslâm Arap yarımadasının dışına çıkabilir miydi? İslâm Devleti
14 asır boyunca birçok dili, rengi ve ırkı kardeş yaparak yeryüzünün parlayan
güneşi olabilir miydi? Osmanlı kavmiyetçilik yaparak milli olsaydı yüzyıllarca İslâm
âleminin bayraktarlığını yapabilir miydi? Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve
Sellem اسْمَعُوا وأطيعوا ،
وإنِ اسْتُعْمِل علَيْكُمْ عبْدٌ حبشىٌّ ، كَأَنَّ رَأْسهُ زَبِيبَةٌ
“Başınızda
başı üzüm tanesi gibi kara (Habeşli) bir köle de olsa itaat edin” dememiş miydi? Rabbimiz yüce Kitabı’nda
hiçbir ırkın diğerine üstün olamayacağını, üstünlüğün takvada olduğunu şu ayeti
kerime ile belirtmemiş miydi?
يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّا خَلَقْنَاكُم مِّن ذَكَرٍ وَأُنثَى
وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوبًا وَقَبَائِلَ لِتَعَارَفُوا إِنَّ أَكْرَمَكُمْ عِندَ
اللَّهِ أَتْقَاكُمْ إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ خَبِيرٌ
“Ey insanlar;
doğrusu Biz, sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışasınız
diye sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Gerçekten Allah katında en
değerliniz; O'ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz ki Allah; Alîm’dir, Habîr'dir.” [Hucurat 13]
Ama gel gör ki bu fasit anlayış sadece Cumhuriyetin
kurucu kadrolarında değil, bugün aslında bu kurucu kadroya karşı mücadele
verdiğine inanan zevatın da amelindedir. Bu saikle Müslümanları, kitleleri
hatta fikirleri dahi yerli ve milli olmamakla, hatta yabancı olmakla
suçlamaktadırlar! Öyleyse sormak gerekmez mi? Batı’dan ithal demokrasi yerli ve
milli, İslâm yabancı öyle mi? İngiliz menşeili Cumhuriyet yerli ve milli, Hilâfet
yabancı öyle mi? Mustafa Kemal yerli ve milli, Abdulhamid yabancı öyle mi? Her
türlü fuhşiyat yerli ve milli, şer’i nikâh yabancı öyle mi? Frak yerli ve
milli, sarık yabancı öyle mi? İngilizler ile işbirliği yaparak Hilâfet’i
yıkanlar yerli ve milli, Hilâfet’i geri getirmek için çalışanlar yabancı öyle
mi? Çanakkale Savaşı’nda kullanılan ve üzerinde “La ilahe İllallah Muhammedun Rasulullah”
yazan sancak yabancı ve yasak öyle mi?
Vallahi İslâm ve Hilâfet söylenildiği gibi bu kadim
toprakların yabancısı değildir. Bilakis bu topraklar İslâm ile yoğrulmuş, şehit
kanlarıyla sulanmış, Osmanlı Hilâfet Devleti ile üç kıtaya hükmetmiş ve İslâm’ın
sancaktarlığını yapmış topraklardır. Esas yerli ve milli olmayan kokuşmuş demokrasidir.
Tamamen Batı’dan ithal olan bu laik demokratik sistem Müslümanlar için habis
bir ur ve yabancı bir unsurdur. Doksan yıldır uygulanan bu fasit nizam insanımızın
aklını, duygularını hatta fıtratını dahi değiştirmiştir.
Sizin yerli ve milli dediğiniz şeyler aynı montaj
sanayisi olan ürünleriniz gibidir! Yerli ve milli üretim dediğiniz Atak
helikopterinin tasarımı tamamen İtalya’ya aittir. Motoru ise Amerika’ya! Bu nedenle
Amerika’dan izin alınmadan satılamamaktadır. Sadece silah ekipmanı ve montajı yerlidir.
Yamalı bohça misali olan bu sistemin her şeyi böyle değil midir? Medeni Hukuku
İsviçre, Ceza Hukuku İtalya, İdare Hukuku Fransa, Ticaret Hukuku Almanya’dan
alınmamış mıdır? Her şeyi ile Batı’dan ithal bu sistem yerli ve milli, İslâm’ın
yönetim şekli olan Hilâfet mi yabancıdır?
Unutmayın ki Hilâfet’in ilgasından sonra insanlık kavmiyetçilik ve ulusçuluk kavgasından kurtulamadı. Bu kavga dünyaya kan, gözyaşı ve katliamdan başka ne getirdi ki bize hayır namına bir şeyler getirsin! Biz Müslümanlar için önemli olan yerli ve milli olmaktan ziyade Rabbimizinفَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ “Öyle ise emrolunduğun gibi dosdoğru ol”[Hud 112] emri gibi olmaktır! Zira kalkınmanın, kurtuluşun ve ebedi hayatı kazanmanın tek yolu budur!