2000’li yılların başında kısaca “BOP (Büyük Orta Doğu Projesi)” olarak akıllarımızda yer etti. “Genişletilmiş Ortadoğu İnisiyatifi” diye de adlandırılan ve mucidi ABD’nin dilinde (Greater Middle East” ya da tam adıyla “Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Bölgesi ile Müşterek bir Gelecek ve İlerleme için Ortaklık” diye adlandırıldı. Süslü isimlerle makyajlansa da aslı, Washington’ın İslâm’ı ve İslâm beldelerini kendi çıkarlarına göre dizayn etmek ve lokomotifi olduğu kapitalist ideolojinin fikirlerini yeni nesillerin zihinlerine yerleştirmek için başlattığı bir çalışmaydı.
Bu siyasi terimi ilk ortaya George W. Bush yönetimi ortaya atmıştı. Başlarda İran, Türkiye ve Pakistan’ı kapsadığı söylense de daha sonra Güney Kafkasya ve Orta Asya’daki ülkeler de dahil edildi. Bugün Güney Kafkasya’da yer alan Azerbaycan ve Ermenistan çatışmasının temelinde de ABD’nin Ermenistan’da nüfuz kazanma ve Rusya’nın varlığını zayıflatma politikasının yeniden uyandırıldığı görülmektedir.
Proje ortaya atıldıktan sonra Amerika Birleşik Devletleri başkanlık seçimlerine kilitlenince BOP’un gündemdeki yeri zayıflamış, bir süre rafta bekletilmiştir. George W. Bush seçimleri ikinci defa kazanıp “Amerika Birleşik Devletleri Başkanı” seçilmesinin ardından, proje yeniden raftan indirilerek aktif hâle getirilmiştir. 2000’li yılların başlarında ortaya atılan projenin temeli olarak ABD’de yapılan 11 Eylül saldırıları gösterilmektedir. ABD bu milat ile İslâm beldelerini işgal edip yağmalamaya başlamıştı.
Projenin hazırlanmasından önce dikkat çeken bir önemli nokta ise ABD ve CIA’ye stratejik Ar-Ge hizmeti veren “RAND Corporation” adlı düşünce kuruluşunun 2004 yılında “Sivil Demokratik İslâm: Ortaklar, Kaynaklar ve Stratejiler” başlıklı bir raporun hazırlanarak Bush yönetimine sunulmuş olmasıdır. Raporda, İslâm dünyası kategorilere ayrılmış ve ABD’nin İslâm’ı kontrol altına alabilmesi için yapması gerekenler başlıklar hâlinde sıralanmıştır. Ayrıca yine bu raporda Türkiye’nin İslâm Dünyasındaki “demokratik İslâm” örneğine en yakın ülke olduğuna da yer verilmiştir. Geçmişte CIA için yakın ve Güney Asya bölgesi millî istihbarat şefliği yapmış olan Graham Fuller de raporu (kitabı) oluşturan RAND Corporation’da araştırmacı yazar konumundadır. Fuller yine bu dönemde Fethullah Gülen hareketinin desteklenmesi konusundaki görüşlerini açık bir şekilde paylaşmaktadır. Bilindiği üzere ABD, bu kuruluşun yayımladığı raporlar doğrultusuna paralel bir dış siyaset izlediği için CIA’nin gölge kuruluşu olarak da adlandırılır.
Türkiye, bu projede “model ülke” konumundadır. “Ilımlı İslâm ülkesi” tanıtımı yapılan Türkiye ile ABD, diğer İslâm beldelerine gidilecek yolu tanımlamıştır. NATO ile ortak hareket eden konumu ve bölgedeki meselelerde öne çıkarılmaya çalışılması, önünün açılmasıyla model ülke olma rolü daha da belirginleştirilmiştir.
8-10 Temmuz 2004 tarihinde ABD Başkanı George W. Bush’un başkanlığında Sea Island, Georgia’da düzenlenen G8 zirvesi sonrasında, BOP’un genel olarak benimsendiği beyan edilmiştir. “Gelecek Forumu” adı altında bir mekanizma ve bu mekanizma kapsamında Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkeleri için oluşturulacak “Demokrasi Yardım Diyaloğu”nun eş başkanlığını, Türkiye, İtalya ve Yemen’in yürüteceğine dair karar alınmıştır. Amerika Birleşik Devletleri, BOP gündemini 28-29 Haziran 2004 tarihlerinde İstanbul’da yapılan NATO zirvesine taşımıştır. Zirvede terörle mücadele konusunda yalnızca şiddet kullanımının yeterli olmadığı, sosyal ve ekonomik yöntemlerin de terörle mücadelede kullanılması gerektiğine karar verilmiştir. Demokrasi Yardım Diyaloğu’nun ilk resmî etkinliği 25 Kasım 2004 tarihinde Türkiye, İtalya ve Fas’ın katılımı ile Roma’da yapılmıştır.
BOP projesi kapsamında çalışmalarına devam eden ABD, 2004 yılı Ekim ayında projeye destek verdiğini açıklayan Pakistan’a uyguladığı askerî ambargoyu kaldırdı.
Bu tarihî süreç içinde BOP projesi Türkiye’de de birinci ağızdan dillendirildi.
Mart 2006’da AK Parti İstanbul Bayrampaşa İlçe Kongresi’nde yaptığı konuşmada Erdoğan, “Türkiye’nin Ortadoğu’da bir görevi var. Biz Büyük Ortadoğu Projesi’nin eş başkanlarından biriyiz. Bu görevi yapıyoruz*”* diyerek açık ve net bir şekilde proje için çalıştıklarını duyurmuştu.
Katıldığı Teke Tek programında ise Erdoğan, “Şu anda Amerika’nın da Büyük Ortadoğu Projesi var ya... Genişletilmiş Ortadoğu yani... Bu proje içerisinde Diyarbakır bir yıldız olabilir. Bunu başarmamız lazım” diyerek hedeflerini beyan etmişti.
Bugünlerde iltifat gören Doğu Perinçek, Başbakan Erdoğan’ın bu açıklamalarını zamanın Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’e bir mektupla bildirip “Türkiye’nin Başbakanının Amerika’dan görev alamayacağını ve derhal görevden almasını” söylediğini katıldığı bir programda anlatmıştı. Hatta Perinçek 34 yerde Erdoğan’ın “BOP Eş Başkanıyım” ifadesini kullandığını saptadıklarını da anlatmıştı. Köprünün altında çok sular aktı ve dengeler değişince rüzgâra karşı konum almakta mahir Perinçek, en iyi bildiği işi yaptı.
Başbakan Erdoğan, Büyük Orta Doğu Projesi’nin amaçları ve bu amaçlar içinde Türkiye’nin üstlendiği görevin belli olduğunu belirterek, BOP’un Ortadoğu barışına yönelik kurulduğunu, bunun yanında bölgenin ekonomik kalkınmasına, özgürlüğüne, kadın haklarına yönelik kurulmuş, eğitim özgürlüğünü daha ileri safhalara taşımak için atılmış bir adım olduğunu savundu. BOP çerçevesinde Türkiye’ye de görev verildiğini ve Türkiye’nin de bu görevi üstlendiğini belirten Erdoğan daha sonra “BOP eş başkanlığı” tabiri tepkilere neden olup tabanda rahatsızlığa neden olunca artık bu tabiri kullanmayacağını açıklamıştı. 2009’daki bu açıklamadan sonra proje, söylemlerdeki görünürlüğünü kaybetti.
Tunus’tan başlayan ve Ortadoğu’yu derinden etkileyen Arap Baharı ile birlikte Kapitalist düzen ciddi tehditlere maruz kalsa da, çoğu İslâm beldesinde yönetim değiştirilip yeniden seçimler yapılarak devrimler tek tek çalınarak ısınmış çarklar soğutuldu. Önceleri İslâmi sloganlarla spontane başlayan devrimlerin ruhu demokrasiyi dillendiren liderler ve sokaklardaki ajanlar vasıtasıyla çalındı. Çünkü ABD -kendi tabiriyle- “demokratik İslâm”dan razıydı. İslâm’ın demokratiği olamazdı; zira fuhuş, zina, kumar, alkol, faiz ve türlü çirkinlikleri “özgürlük” diyerek kutsayan demokrasi ile taban tabana zıttı. Ama kolayı vardı. “Demokrasinin sadece yöneticiyi seçmekten ibaret olduğunu anlatan” bol maaşlı “(z)alimler” ve siyasi liderler bu görevi üstlendi. Râşid halifelerin seçimle iş başına gelmesini örnek gösterip demokrasiyi mukaddes ilan eden belamdan çok ne vardı? “Demokrasi şehidi”, “demokrasi mücadelesi”, “demokrasi yolculuğu” gibi türetilen abuk sabuk ifadeler bugün havada uçuşuyor.
Ama bu taktik Suriye’de tutmadı. ABD’nin baba Esed’den beri çıkarlarını koruyan Baas rejimi yıkım aşamasına girdi. Büyük Ortadoğu Washington’ın ellerinden kayıp gidiyordu. Hatta Obama, Suriye meselesinin saçlarını ağarttığını itiraf etmişti. Ancak Astana Üçlüsü’nün masada ve sahadaki yoğun mücadelesi başarılı oldu. DEAŞ ile çevrilen film, Suriyeli Müslüman halkın sahadaki üstünlüğüne büyük darbe vurdu. İran ile nükleer anlaşma, Rusya’ya ise Kırım’da göz yumulurken, hidrokarbon (petrol ve doğalgaz) ticaretinin de önü açıldı ve rahatlatıldı. Hatta ABD, Pariot savunma sistemlerini Türkiye’ye satmayıp Rus yapımı S-400’lere yönlendirdi. Tüm bunlar karşılığında Rusya, şeytani rolü kabul edip “Rabbimiz Allah’tır talebimiz İslâm nizamıdır” diyen Müslümanların başına bombalar yağdırdı.
Bugün sahayı toparlayan ABD, kurduğu Cenevre masasına oturmuş zaferin keyfini çıkarırken önce İran ile anlaşmadan çekildi, şimdi ise “S-400’lerin NATO ortağı bir ülkede olmasının kabul edilemeyeceğini” söylüyor. ABD’nin verdiği sözde durmadığı bilindiği hâlde dost ve müttefiklikten asla vazgeçilmiyor. Büyük Ortadoğu Projesi eş başkanlığının büyük sorumluluğu omuzlarda derin izler bıraktı…
Türkiye’nin hemen güney sınırında PKK/PYD’ye karşı giriştiği Barış Pınarı Harekâtına -Washington ile yoğun görüşmeler sonunda- önce yeşil ışık yakılmış ve kısa bir süre sonra da kırmızı ışık yakılarak durdurulmuştu. Sınırda yer alan PKK/PYD’ye müdahale imkânı bulamayan Türkiye’ye binlerce kilometre uzaktaki Libya yolları açılmıştı. Libya’da Avrupa’nın desteklediği Serrac’ın başında olduğu Trablus hükümetine destek veren Türkiye, ABD’nin desteklediği Hafter’in başında olduğu Tobruk hükümetinin karşısındaki cephede yer aldı. Garip değil aslında; zira Suriye’de de Türkiye, muhaliflerin garantörüydü ve düştükleri durum ortada. Halife Hafter’i “darbeci” olarak tanımlayan Türkiye, Serrac’ı aynı masada oturmaya çağırarak Hafter’e meşruiyet kazandırmış, Serrac güçleri, Sirte ve El Cufra’ya doğru ilerlemeye başlayınca da, desteğini kesmişti. Kuzey Afrika kaynayan bir kazan. ABD nüfuza sahip olmadığı bölgelere sızmaya çalışıyor.
Bugün ABD, Azerbaycan-Ermenistan arasındaki Karabağ sorununu kaşıyor. Önceleri o bölgede Rusya’nın nüfuzunu zayıflatmak için Türkiye ile Erivan’a havuç uzatan Washington, bugün sopayı gösteriyor. 30 yıldır işgal altında olan Karabağ için bugün harekete geçilmesi garip değil mi? 2009’da Azerbaycan’ın kınama mesajlarına muhatap olan Türkiye, Ermenistan ile bir barış anlaşması imzalamış ve kapalı olan sınırları açmıştı. Ermenistan bu anlaşmadan çekilince, sopa vakti gelmiş oldu. Türkiye şiddetle Ermenistan’a karşı Azerbaycan’ı desteklemeye başladı. Suriye meselesini hâl yoluna koyan ABD, bugün Bush’un hedef gösterdiği Güney Kafkasya’da…
Bu hareketlilik bir eli yağda ötekisi balda yaşayıp giden laikliği Müslümanlara dayatan, ezanların hoparlörlerden okunmasına kısıtlama getiren, kamu binalarına tesettürlü girilmesini yasaklayan Aliyev’i de rahatsız etti. Saltanatını sağlamlaştırmak için yasalar çıkaran ve ülkeyi bir kral gibi yöneten İlham Aliyev’in böyle bir savaşa girme heveslisi olmadığını, 30 yıldır işgal altında tutulan Karabağ’a bugün zorla yüzünü dönmesinden anlayabiliyoruz.
Filistin meselesi ise ABD’nin BOP projesinde en önemli sacayağı. Zira gasıp Yahudi varlığı Washington için vazgeçilmez bir ortak. ABD için vazgeçilmez olan gecekondu oluşumun emniyeti dost ve müttefikleri için de hâliyle önem arz ediyor. Burada bölge ülkeleri ikiye ayıran Washington, normalleşenleri masanın bir tarafında toplarken, bir tarafa da Filistin topraklarının %80’ini işgal etmiş Yahudi varlığını tanıyan iki devletli bir çözümü savunanları toplamış durumda. Türkiye burada iki devletli 1967 sınırlarını savunan bir konumda yer alıyor ve FKÖ ile Hamas’ı kontrol edip kaynaştırıyor. Onlara birleşmeleri için İstanbul’da kucak açıyor. 25 Eylül’de İstanbul’da bir araya gelen Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) Yürütme Komitesi Üyesi Azzam el-Ahmed’in öncülüğünde Fetih ile Hamas hareketleri arasında görüşmeler yapılmış ve anlaşma sağlandığı açıklanmıştı.
İşte önceleri adı “Büyük Orta Doğu Projesi” olan ABD’nin belirlediği bölgelerdeki nüfuzunu artırma çabaları bu şekilde devam ediyor.
Ayrıca Washington’ın razı olduğu camiye sıkıştırılmış ve ibadetlerle sınırlı “demokratik İslâm” projesi de yerleştirilmeye çalışılıyor. Ruhani bir din olan Hristiyanlık gibi İslâm’ı da aynı kalıba sokup siyasi yönünü ve 13 asırlık İslâm Devleti hakikatini perdeleme yoluna giden “ılımlı İslâm” projesi ile laikliğin zihinlerde kabul görmesi için çabalıyorlar.
Sadece 60 yıldır mevcut rakiplerinin varlığında birinci devlet konumundaki ABD için ter döken İslâm beldelerindeki yöneticiler, bin üç yüz yıllık hâkimiyetinin bin yılını rakipsiz birinci devlet olarak sürdüren ve dünyaya yegâne ilahi İslâm nizamı ile adalet dağıtan, şanı ve şerefiyle nam salmış, bir sözüyle Batı’ya diz çöktüren o muhteşem devletin yokluğunda çevrilen filmlerde figüranlığa razı oluyorlar.
Tarihe özne olarak ismini yazdıranların zaferleriyle övünüp özne görünümlü nesne rolünü oynuyorlar.
Oysa zaferin yolu dilleriyle okudukları Kelamullah’ta şöyle gösterilmişti:
اَلَّذ۪ينَ يَتَّخِذُونَ الْكَافِر۪ينَ اَوْلِيَٓاءَ مِنْ دُونِ الْمُؤْمِن۪ينَۜ اَيَبْتَغُونَ عِنْدَهُمُ الْعِزَّةَ فَاِنَّ الْعِزَّةَ لِلّٰهِ جَم۪يعاًۜ
“Yoksa onlar, kâfirlerin yanında üstünlük ve şeref mi arıyorlar? Hâlbuki üstünlük ve şeref tümüyle Allah’ındır!”[Nisa 139]
___
#DünyaHilafeteMuhtaç