Bizi Celladımıza Âşık Edemeyeceksiniz!
31 Ocak 2018

Bizi Celladımıza Âşık Edemeyeceksiniz!

“Stockholm sendromu” olarak bilinen celladına âşık olmanın bir öyküsü var; Stockholm’de 23 Ağustos 1973 günü bir soygun olur. Soyguncular bir bankayı silahla basar ve içerdekileri rehin alırlar. Olayı haber alan polis hemen binayı kuşatır. Buraya kadar her şey olması gerektiği gibi normal olarak gelişir ama bankanın kuşatması altı güne uzayıp polis de soyguncular da taviz vermeyince normal dışı tepkiler baş gösterir. Rehineler, soyguncuları sevmeye, polise ise tepki vermeye başlar. Hatta rehineler polisin bankayı basacağını fark edip soyguncuları uyarır. Olay, sonunda polis baskınıyla çözülür ama ilginç bir şekilde soyguncuların aleyhine tanıklık etmeye yanaşmayan rehineler, bir de aralarında para toplayıp soyguncuların savunmalarına maddi yönden de destek olurlar. Hatta hapisten çıktıktan sonra ailecek görüşürler. Bir diğer enteresan durum da rehinelerden bir tanesinin bir yıl sonra soygunculardan biriyle evlenmesidir. Yaşananlar rehinenin rehin alana, kurbanın avcıya, mahkûmun celladına âşık olma hâlidir. Psikolojideki tabiri ile Stockholm sendromu…

Ne kadar hazindir ki, bugün gönlünde şeriatın arzusunu taşıyan Müslümanlar, idarecileri tarafından celladına âşık edilmeye çalışılıyor. Daha anlaşılır bir ifadeyle bizden boynumuza ilmeği geçirene sevgi beslememiz isteniyor. Tartışmasız Müslümanların celladı, asrımızın en büyük fitnesi demokrasidir. Bu kadim topraklarda yaşayan Müslümanlar yıllarca şeriat tarafından yönetilmişken bugün tarihte asla tanışık ve barışık olmadığı demokrasiyle, küfür rejimiyle yönetiliyor olması büyük bir talihsizliktir. Lakin asıl talihsizlik İslâm’ı getirecek ümidiyle seçilen, İslâmi söylemlerle destek bulan yöneticilerin demokrasiyi sevdirme, Müslümanlara mâl etme gayreti içerisinde olmalarıdır. Bu celladına âşık etme gayreti sadece yöneticilerle mi sınırlıdır? Maalesef hayır. Âliminden, kanaat önderine kadar Allah’tan hakkıyla korkanlar müstesna bu gayretin içerisindedir.

“Şapka gâvur icadıdır” diyerek İslâmi hassasiyetlerinden ötürü takmaktan imtina ettiği için idam edilen bir ceddin torunlarının günümüzün en bükük gâvur icadı olan demokrasinin çığırtkanlığını yapıyor olması yüreğimizi acıtmaktadır. Evet, bu doğrudur... Ancak yüreğimizi daha fazla acıtan ise İslâmi açıdan gayri meşru olan demokrasinin, delil niteliği taşımayan argümanlar ileri sürülerek bazı âlimler(!) tarafından meşrulaştırılmaya çalışılmasıdır. Böyle yaparak sözde âlimler Müslümanlara demokrasi iksiri içirmenin çabası içerisindedirler. İstiyorlar ki Müslümanlar celladına gözü kapalı bağlanabilsin…

Yine 15 Temmuz darbe girişiminin geride bıraktıkları da ispat ve ibret niteliğindedir. Müslümanlar o gece “Ya Allah bismillah Allahu ekber” nidalarıyla meydanlara akın edip, laiklere öfkesini İslâmi sloganlarla dile getirdiler. Ama gel gör ki, her fırsatta demokrasi çığırtkanlığı yaparak tekbir sesleriyle son nefesini veren bu ümmetin evlatlarını demokrasi şehidi(!) ve kahramanı ilan ettiler.

Demokrasiyi sevdirme gayretlerine dair ispat niteliğinde zamanında yapılan birkaç açıklamayı dikkatlerinize sunmak istiyorum. Bir defasında muhtarlara hitap eden Cumhurbaşkanı Erdoğan demokrasiyi sahiplenmekle alakalı olarak şöyle bir açıklamada bulundu:

“Milletimiz, demokrasinin, insan haklarının, özgürlüklerin, hakkın, hukukun, istikrarın, güvenin, refahın, huzurun tadını almıştır. Artık bu kazanımlarının hiçbirinden de en küçük bir geri gidişe izin vermeyecektir. Milletimiz, buna tevessül eden herkese, bugüne kadar olduğu gibi, bundan sonra da dersini verir.”[1]

Yine Cumhurbaşkanı başka bir yerde Türkiye Devleti’nin yönetim şekli olan demokratik laiklik cumhuriyet sisteminin muhafızı olduğunu şu sözleri ile yineledi: “Rejim sorunu 1923'te bitti. Cumhuriyet'ten geri adım atmak isteyenler karşılarında beni bulurlar.”[2] Hatta en son birkaç gün önce İçişleri Bakanı Süleyman Soylu Afrin’e yönelik “Zeytin Dalı” operasyonunun aynı zamanda demokrasi için yapıldığını söyledi.[3] Yine demokrasiyi sahiplenme ve ümmete sevdirme gayretleri adına ilim adamı Hayrettin Karaman’ın şu ifadelerine de yer vermek isterim: “…Müslümanların cumhuriyet ve demokrasi ile ilgili bir karşı duruşları söz konusu olamaz...[4]

Onların bizlere sevdiremeye çalıştığı demokrasinin kirli yüzünü aslında ne anlatmaya ne de yazmaya ihtiyaç var ama birkaç cümleyle de olsa demokrasiyi bir de bizim dilimizden okuyun istedim:

Bütün güzelliklerin yaşandığı kadim topraklarımıza yıllarca hâkim olmuş İslâmi kültürün katilidir.

Müslümanların şu an nefes alıp verdikleri gayri insani ve ahlaki atmosferin bizatihi kaynağıdır.

Faizi, içkiyi, kumarı, zinayı meşru sayan, kısacası Allah’ın haramlarını hiçe sayan ve Allah’ın mülkünde Allah’a söz hakkı tanımayan yönetim şeklinin adıdır.

Ne İslâmidir ne de İslâm’la bağdaşır. Bilakis o, Batılıların icat ettiği küfür sistemin ta kendisidir.

Utansın! İslâm ümmetini dinle aldatanlar utansın! Müslümanları demokrasinin kucağına terk eden kanaat önderleri utansın! Taban tabana zıtken hayâ etmeden İslâm’la demokrasiyi yan yana getirerek, İslâm’danmış gibi gösteren âlimler(!) utansın! Verdikleri fetvalarla(!) demokratik parlamento seçimlerinin yolunu Müslümanlara açan statüko âlimleri utansın. Başka çözüm yokmuşçasına sessizliğe bürünen ve hakkı gizleyerek Müslümanları demokrasiye mahkûm eden cemaat liderleri utansın!

Hakikatleri Haykırmaya Adanmış Dillerin ve Yüreklerin Nesli Tükenmedi!

Bir hikâye vardır; hakkı söyleme konusunda ısrarcı olmayı anlatan…

Nadir Şah bir gün kötü/zayıf bir şiir yazar ve onu şair Mirza Mehdi Han’a dinletir.

- Nasıl buldun bu şiiri der koskoca şah?

- Şiiri beğenmeyen/başarısız bulan şair Mirza “hakkın” hakkını teslim etmek gayesiyle: Zayıf bir şiirdir der hem de korkmadan.

Sen misin bu lafı söyleyen; hiddetlenen Nadir Şah:

- Atın şunu ahıra cezasını çeksin. Ceza olarak ise gübre taşısın!

Bir süre sonra Nadir Şah yeni bir şiir yazar, yine şair Mirza’ya dinletip tasdik ettirmek ister. Şiiri dinleyen Mirza sonuca dair hiçbir şey söylemeden kapıya yönelir. Büyük bir heyecanla Mirza’nın yapacağı yorumu bekleyen Nadir Şah kapıya yöneldiğini görünce sorar:

- Nereye gidiyorsun?

Hakkı ne pahasına olursa olsun söylemekten kaçınmayanların vereceği türden olur şair Mirza’nın cevabı: Gübre çekmeye!

Gayret ediciler! Demokrasiyi Müslümanlara sevdiremeyeceksiniz!

Çünkü hiçbir kınayıcının kınamasına aldırmadan hakikatleri haykırmaya adanmış dillerin nesli tükenmedi elhamdülillah. Statükonun her türlü baskıcı yöntemlerine rağmen demokrasinin bütün iğrençliklerini, asrımızın en büyük fitnesi ve en acımasız celladı olduğunu korkusuzca ayan-beyan ortaya koyan gençlerin nesli tükenmedi elhamdülillah. Müslümanların, demokratik nizama mahkûm olmak zorunda olmadıklarını hatta İslâm’ın öngördüğü bir çözümün var olduğunu tüm gücüyle anlatan yiğitlerin nesli tükenmedi elhamdülillah. Kerih görücüler kerih görse de çözümün demokraside, laiklikte ve de beşerî sistemlerde olmadığını bilakis çözümün Allah’ın vaat ettiği ve Rasulü’nün müjdelediği Râşidî Hilâfet’te olduğunu gecesini gündüzüne katarak nida eden adam gibi adamların nesli tükenmedi elhamdülillah.

Madem Müslümanlara zerk edilmeye çalışılan; Allah’a rağmen hüküm koymanın diğer bir adı olan demokratik laik sistemdir, bilinsin ki; İslâm’ın hakikatlerini haykırmaya adanmış dillerimiz, gönüllerimiz, bedenlerimiz zulümlerinize ortak olmayacak ve demokratik laik nizamınıza asla eyvallah demeyecektir. Yani bizi celladımıza âşık edemeyeceksiniz.

Mücadelesinden vazgeçmesi istenilen Ömer Muhtar’ın dediği gibi diyoruz: *“*Her namazda Allah’tan başka ilah olmadığına, Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in de O’nun Rasulü olduğuna şehadet eden parmaklarımız, asla yanlış bir şey yazmayacaktır.”


[1] https://www.tccb.gov.tr/haberler/410/29632/milletimiz-demokrasi-insan-haklari-istikrar-ve-refahtan-geri-gidise-izin-vermeyecektir.html

[2] http://www.karar.com/guncel-haberler/erdogan-cumhuriyeti-degistirmek-isteyen-karsisinda-beni-bulur-383221#

[3] https://www.haberler.com/soylu-afrin-operasyonu-bu-operasyon-demokrasi-icin-10478609-haberi/

[4] Yeni Şafak 30.10.2014