Hiç şüphesiz “Ant olsun ki Allah, müminlere büyük bir lütufta bulundu; zira daha önce açık bir sapıklık içinde bulunuyorlarken onlara, kendi içlerinden, kendilerine Allah’ın ayetlerini okuyan, kendilerini temizleyen ve kendilerine Kitap ve hikmeti öğreten bir Peygamber gönderdi.” [Âli İmrân Suresi 164] ayetinde buyrulduğu gibi; Allah Azze ve Celle’nin bizlere, kendi içimizden bir kimseyi elçi olarak seçip bizlere canlı bir hayat örneği göstermiş olması, büyük bir lütuftur. Bize düşen ise Allahu Teâlâ’nın bizler için seçip gönderdiği en güzel örnekliğe hakkıyla tabi olmak ve sünnet-i seniyyesini hayatımıza ilmek ilmek dokumaktır.
Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem; kimi hadisleriyle hayata dair problemlere çözüm olsun diye hükümler vaz eder, kimi hadisleriyle ibret alınsın diye geçmiş ümmetlerden bazen de kıyamet enstantanelerinden haberler aktarır, kimi hadisleriyle ümitvar olalım ve uğrunda gayret gösterelim diye geleceğe dair müjdeler muştular, kimi hadisleriyle de -haber verdiği zaman dilimine erişirsek- gereğiyle amel edelim diye geleceğe dair haberler verir.
İşte şimdi sizlerle, Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem efendimizin zamanında olmayıp gelecekte ümmetinin başına gelecekleri anlattığı/resmettiği bir hadis-i şerifi paylaşmak istiyorum. Bu hadisi şerif, birçoğumuzca “vehn hadisi” olarak bilinir ve öyle meşhur olmuştur. Genelde dünyalıklara meyletmek, ahireti ve ölümü unutmak bahislerinde kendisi ile delil getirilen bir hadis-i şeriftir. Ben ise bilakis bu yazıda hadis-i şerifin esasını teşkil eden siyasi yönüne dikkat çekmek ve bu hadis üzerinden Gazze konusunda bir değerlendirme yapmak istiyorum. Söz konusu hadis şöyledir: Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdular:
[يُوشِكُ الأُمَمُ أَنْ تَدَاعَى عَلَيْكُمْ كَمَا تَدَاعَى الأَكَلَةُ إِلَى قَصْعَتِهَا. فَقَالَ قَائِلٌ وَمِنْ قِلَّةٍ نَحْنُ يَوْمَئِذٍ قَالَ بَلْ أَنْتُمْ يَوْمَئِذٍ كَثِيرٌ وَلَكِنَّكُمْ غُثَاءٌ كَغُثَاءِ السَّيْلِ وَلَيَنْزِعَنَّ اللَّهُ مِنْ صُدُورِ عَدُوِّكُمُ الْمَهَابَةَ مِنْكُمْ وَلَيَقْذِفَنَّ اللَّهُ فِي قُلُوبِكُمُ الْوَهَنَ. فَقَالَ قَائِلٌ يَا رَسُولَ اللَّهِ وَمَا الْوَهَنُ قَالَ حُبُّ الدُّنْيَا وَكَرَاهِيَةُ الْمَوْتِ] “‘Sizin üzerinize (kâfir) milletler adeta bir yiyeceğe üşüşür (vahşi hayvanlar) gibi üşüşecekler.’ Orada bulunanlardan birisi şöyle dedi: ‘Bu vaziyet bizim azlığımızdan mı olacak?’ Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem dedi ki: ‘Hayır! Bilakis siz çok olacaksınız. Fakat sizin çokluğunuz selin üzerindeki çerçöp gibi olacaktır. Allah, düşmanlarınızın kalbinden sizin korkunuzu sökecek de, sizin kalbinize vehn bırakacak.’ Orada bulunanlardan birisi, “Vehn nedir ey Allah’ın Rasulü?’ diye sordu. O (SallAllahu Aleyhi ve Sellem) dedi ki: ‘Vehn, dünyayı sevmek ve ölümden hoşlanmamaktır’.” [Ebu Davud]
Sayıca çok olmamıza rağmen Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem hadiste; İslam’ın ve Müslümanların düşmanlarının üzerimize saldıracaklarını ve tıpkı bir selin akıntısına kapılan çerçöp gibi mukavemet gösteremeyeceğimizi haber vermektedir.
[تَدَاعَى عَلَيْكُمْ كَمَا تَدَاعَى الأَكَلَةُ إِلَى قَصْعَتِهَا] “Sizin üzerinize (kâfir) milletler adeta bir yiyeceğe üşüşür (vahşi hayvanlar) gibi üşüşecekler” ifadesi, adeta sömürgeci kâfirlerin acımasız pençelerine düşmüş İslam ümmetinin bugünkü durumunu ne kadar da dakik betimliyor. Gerçekten de öyle değil mi bugün? Sömürgeci kâfirler, asırlar boyunca kalplerine korku salan siyasi irademizin yokluğunu/yıkılışını fırsat bilerek topraklarımıza üşüştüler; hem topraklarımızı talan ettiler, zenginliklerimizi sömürdüler hem de canlarımıza kıydılar. Tıpkı yemeğe üşüşen aç oburlar gibi... Bütün güçleriyle bize ait ne kadar değer varsa vahşice saldırlar. Hem de sayıca iki milyar olmamıza, -hadiste buyrulduğu üzere- sayıca çok olmamıza rağmen!
Bu vaziyette olmamız, sayımızın azlığından kaynaklanmıyorsa neden kaynaklanıyor olabilir peki? Konunun azlık-çoklukla alakasının olmadığını, bilakis sahih iradeden ve güçten mahrum olmakla alakalı olduğunu Rasulullah efendimiz, hadiste; [غُثَاءٌ كَغُثَاءِ السَّيْلِ] “selin önünde akıp giden iradesiz çerçöp” benzetmesiyle ifade buyurmuşlardır. Bugün Müslümanların; sömürgeci kâfirlerin uluslararası kanunlar, yaptırımlar, NATO ve BM gibi örgütlerin aldığı siyasi ve fikrî kararlar karşısında tabi olmak zorunda olduğu acı gerçeği; selin akıntısında çaresizce akıp giden çerçöpün halinden farklı değildir. Müslümanların sel ve akıntıya karşı koyacak sahih iradeleri olmadıkça sayılarının çokluğunun hiçbir şey ifade etmeyeceğini söyleyen Peygamber efendimiz ne kadar da doğru söylemiştir. Sadaka Rasulullah!
Zira bugün tam olarak da sorunumuz; sömürgeci kâfirlere mukavemet gösterecek, Müslümanların canları ve namusları hakkında aldıkları kararlara karşı koyacak iradeden yoksun olmamızdır. İşte Gazze olayları karşısında çaresizce seyirci kalmışlık ve kardeşlerimizin kaderini, “Uluslararası Adalet Divanı kararları” akıntısına terk etmişlik, bunun en büyük ispatı değil midir? Sayıca çoğuz ama Gazze’yi kurtaracak ordularımız yani siyasi irademiz yok! Sayıca çoğuz ama ne var ki Gazze’yi sömürgeci kâfirlerin şer yapısı olan Uluslararası Adalet Divanı’na terk edecek kadar sahih bir iradeden yoksunuz. Sayıca çoğuz ama ne var ki kardeşlerimizin katledilmesine mâni olamıyoruz! Sayıca milyonları bulduğumuz Mısır’da; irade yoksunluğundan dolayı birkaç metre öteye gıda yardımını sınırdan aşırmaya güç yetiremiyoruz. Sömürgeci kâfirlerin iradesi, kararları ve yaptırımları karşısındaki çaresizliğimiz; selin önündeki çerçöpün çaresizliğine ne kadar da çok benziyor değil mi?
Hâlbuki biz değil miyiz; askeri milyonları bulan? Biz değil miyiz; sayısı 2 milyardan fazla olan? Biz değil miyiz; toprakların üstünde ve altında devasa zenginliklere sahip olan?
Evet biziz ama ne var ki sahih ve siyasi iradeden mahrum olan da biziz… Hal böyle olunca; önceden sahip olduğu devlet (Hilafet) gücüyle aylık mesafeden kâfirlerin yüreğine korku salan bu ümmet, yerini, İslam Devleti’nden yoksun olduğu için yanı başındaki kâfirlerin yüreğine korku salamayan, onlara herhangi bir mukavemette bulunamayan bir ümmete bırakmıştır.
Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem Mekke’de -henüz Medine’de devletini/siyasi gücünü ikame etmemiş olduğu bir dönemde- müşriklerin desiselerinden emin değilken, sahabelerin katledilmesine engel olamıyorken, devletini kurulduktan sonra bir aylık mesafeden düşmanın kalbine korku salabilmiştir. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: [نُصِرْتُ بالرعب مسيرة شهر] “Bir aylık yol kadar yerden düşmanımın kalbine korku salmakla yardım olundum/desteklendim.” [Buhari, Muslim] Muhakkak ki bu sadece, Medine’de iman edenlerin sayısının çokluğuyla izah edilemez. Bu ancak Medine’de kurulan İslam Devleti’nin iradesi ve gücüyle izah edilebilir. Bunun ispatı mahiyetinde tarihimize dönüp bakmak yeterli olacaktır. Zira tarihimiz İslam Hilâfet Devleti’nin yazdığı, kâfirlerin yüreğine korku salan mektuplarla doludur.
İşte Gazze’de adeta soykırım yapan gasıp Yahudi varlığını, sınırına yaslı devasa ordulara sahip İslam beldeleri ve yöneticileri korkutamıyor. İki milyarlık Müslüman nüfusu ve Müslümanların değerlerine sahip çıkma arzusu, katliamları engellemeye yetmedi, yetmiyor. İradeleri ipotek altında olduğu için yöneticiler, devasa ordularına rağmen başta gasıp Yahudi varlığı olmak üzere sömürgeci kâfirlerin kalplerine korku salamıyor. Tıpkı hadiste de buyrulduğu gibi; -siyasi iradenin yoksunluğundan kaynaklı olarak- Allah, düşmanlarımızın kalbinden bizim korkumuzu söküp almıştır.
Buna mukabil, İslam ümmetinin kalbine vehn’i bırakmıştır. Vehn ise kelime manası itibariyle “zayıflık, zafiyet ve güçsüzlük” demektir.
Bir zamanlar İslam ümmeti, hayattaki varlıklarının ancak İslam yani Allah’ın rızası; Müslümanın hayattaki hedefinin İslam davetini taşımak; İslam Devleti’nin hedefinin ise İslam’ı tatbik etmek, içeride ahkamını uygulamak, dışarıda da daveti taşımak, bunun metodunun da devletin yükleneceği cihat olduğunu biliyorlardı. Müslümanlar, tüm bunları biliyorken, hayata ahiret değil dünya merkezli bakmaya başladılar. Bunun bir sonucu olarak da Müslümanlar, zamanla devletlerini/güçlerini kaybettiler.
Müslümanlar, asırlar boyunca hüküm sürmüş siyasi güçlerini/devletlerini kaybettikten sonra kapitalizmin gölgesinde daha da sekülerleştiler. Zira kapitalizm; dünyalık merkezinden bakan, menfaati putlaştıran, kişisel çıkarı, hazları ilahlaştıran vahşi bir mefkûredir.
Böylesi bir düzenin bir parçası olmaya zorlanan Müslümanlar; -hadiste de işaret edildiği gibi- dünyayı güzel, ölümü/ahireti ise kerih görmeye başladılar.
Rabbimizden en büyük niyazımız; İslam ümmetini selin önündeki çerçöp gibi çaresizce savrulmaktan kurtaracak, Müslümanların değerlerini koruyacak ve tekrardan ahiret merkezli bir hayat var edecek siyasi iradeleri/devletleri, Râşidî Hilâfet’e bir an evvel kavuşturmasıdır.