Geçtiğimiz cuma günü Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, Ayasofya Camii’nde Filistin için kılıçla hutbeye çıktı. Kılıç, güç ve satvetin alametidir. Tarihte sultanların bizzat veya devrin önde gelen alimlerinin kılıçla hutbeye çıkma geleneği, satvetiyle her daim düşmana korku salmış Hilâfet’in gücünün göstergesiydi. Rabbimiz Kitâb-ı Kerîm’inde şöyle buyurmaktadır:
[لَقَدْ اَرْسَلْنَا رُسُلَنَا بِالْبَيِّنَاتِ وَاَنْزَلْنَا مَعَهُمُ الْكِتَابَ وَالْمٖيزَانَ لِيَقُومَ النَّاسُ بِالْقِسْطِۚ وَاَنْزَلْنَا الْحَدٖيدَ فٖيهِ بَأْسٌ شَدٖيدٌ وَمَنَافِعُ لِلنَّاسِ] “Andolsun biz nebilerimizi açık delillerle gönderdik ve insanların adaleti yerine getirmeleri için beraberlerinde kitabı ve mizanı indirdik. Biz demiri de indirdik ki onda büyük bir güç ve insanlar için faydalar vardır…” (Hadid Suresi 25)
Allah Subhanehu ve Teâlâ nebilerini, nübüvvetlerinin alameti olarak kanıtlarla/mucizelerle desteklemiştir. Bunun yanında onlara kitabı bir de mizanı vermiştir. Kitap, hayatı düzenleyen hükümlerdir; kanundur, yasadır. Mizan ise Kitabın hükümleri ile insanlar arasında anlaşmazlıkları giderecek adalet terazisidir; yargıdır. Demir ise güç, kudret yani iktidardır.
İbn Kesir Rahimehullah (v. 774/1373) bu ayette indirildiği ifade edilen “demir”in kılıç, aslında kılıcı tutan devlet/iktidar gücü olduğunu ifade eder. On üç yıl boyunca Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in tevhide çağırdığını, fakat bu çağrıya; indirilen Kitab’ın delillerine müşriklerin inatla direnmesi neticesinde Allah, “Demiri indirdik ki onda büyük bir güç ve insanlar için faydalar vardır” buyurarak hicreti emretmiştir. Hicretle birlikte **devlete kavuşan Allah Rasulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem demiri yani kılıcı eline almış, orduları komuta eden devlet başkanı olmuştur. Artık adaletin gereğince davranmayan, insanlara zulmeden ve haddini aşanlara karşı cihat etmiş/kılıçla had bildirmiştir.
Kılıç, Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in Medine’de kurduğu o devleti, mazlumların gölgesine sığındığı Hilâfeti temsil eder. İşte Osmanlı, atalarımız, “Cennet kılıçların gölgesi altındadır” buyruğunu düstur edinerek gaza kılıcını kuşanmışlar, Doğu Roma İmparatorluğunun kalbi Konstantinapol’ü fethederek (1453), hemen kısa bir süre sonra (1517) İstanbul’a intikal edecek Hilâfet misyonunu üstlenmişlerdir.
Sultan Fatih İstanbul’u fethettiğinde hocası Akşemseddin, Ayasofya’da hutbe irat etmiş, İslam tarihi boyunca süre gelen geleneğe uygun olarak hutbeye kılıçla çıkmıştır. O günden bugüne Ayasofya Camiinde hutbe kılıçla okunur.
Diyanet İşleri Başkanı’nın da hutbeye kılıçla çıkması bu geleneğe atıfta bulunuyor amma o kılıç çoktan kırılmıştır. -Şairin dediği gibi- kırılmış adaletin kılıcı; kalkan düşmüştür. Neticesinde Hilâfet’in gölgesinde yüzyıllardır bembeyaz kalmış haritaya kan düşmüştür.
Evet, yüzyıllardır mazlumların gölgesine sığındığı adaletin kılıcı, 3 Mart 1924’te kırılmıştır.
Ne gariptir ki, Hilâfet’in kaldırıldığı gün Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmuştur. Kılıcın kırıldığı gün kurulmuş bir kurumun başkanının hutbeye kılıçla çıkması, bir müsamere, tiyatral bir sahnedir.
Bu öylesine ilginç tesadüfler, çelişkiler ve yürek burkucu trajedilerle dolu bir sahnedir ki, düşünün; günlerdir tanık olduğumuz savaş denen mezalime, Bünyamin Netanyahu “Demir Kılıçlar” adını verdi, biliyorsunuz. Dikkat buyurunuz: Demir-Kılıç.
Şimdi yukarıdaki ayete tekrar dönelim… “Biz demiri de indirdik ki onda büyük bir güç ve insanlar için faydalar vardır…” Rabbimiz; demirde insanlar için faydalar vardır buyuruyor. Peki, Sayın Ali Erbaş’ın elindeki demir-kılıçtan bize, Gazze Müslümanlarına, fayda var mı? O kılıç yüzyıllardır mazlumların gölgesine sığındığı kılıç mı?
Evet, Ali Erbaş’ın böylesi bir günde hutbeye kılıçla çıkması kadar isabetli, heyecan verici bir durum yok. Ancak o kılıçla çıkıp şu soruyu sormadığı sürece bunun bir anlamı ve heybeti olmuyor. Evet, bugün Rasulullah’ın minberine şu soruyu sormak için çıkmalıydı: Bu kılıcın hakkını kim verecek?! Yahudi varlığına haddini kim bildirecek?! Evet, [وَاَنْذِرْ عَش۪يرَتَكَ الْاَقْرَب۪ينَۙ] “Yakınlarından başlayarak uyar” emri gereği Türkiye yöneticilerinden başlayarak diyarı İslam'ın bütün yöneticilerine isim isim hitap ederek; “Bu kılıcın hakkını kim verecek?” diye sormalıydı.
Evet, Sayın Ali Erbaş, “tarih boyunca zalime korku, mazluma güven vermiş bu kılıcın yüz yıldır bir figüranın kostümünün bir parçası mesabesine indirilmiş olmasından ar duyuyorum. Şimdi bunu kim kuşanacak, ey yöneticiler! Demir-kılıç operasyonuna karşı kim kalkan olacak?!” diye sormalıydı.
Rabbimizin, [وَإِنِ ٱسۡتَنصَرُوكُمۡ فِی ٱلدِّینِ فَعَلَیۡكُمُ ٱلنَّصۡرُ] “Onlar sizden yardım istediklerinde yardım etmeniz vaciptir” [Enfal Suresi 72] ayetini okuyarak doğrudan yöneticilere bu farziyeti tebliğ ederek, alem-i İslam'ı elem ve kedere boğan bu mezalimi, bu münkeri defedecek ellere (yöneticilere) o kılıcı teslim etmeliydi.
Heyhat ki, öyle olmadı. Namusları, malları ve canları tacizden, talandan ve katliamdan kurtarma yükümlüğünü hatırlatan ayetler, dirilere; emrinde ordular olan yöneticilere okunmak yerine ölülere okundu.
Haber kaynaklarında görmüşsünüzdür. Hahamlar bizzat cepheye giderek Tevrat'ın ayetlerini, siyonist çeteleri yüreklendirmek için okurken bizde onların katlettiği ölülerin ruhuna okundu.
Allah’ın ayetleri bizi diriltmiyor, çünkü dirilere (ehline) okunmuyor. Söz, muhatabına söylenmiyor. Hutbe, gerçek muhatabına yöneltilmezse heba olur; emanetler zayi olur, canlar da mallar da böylece heder olur.
Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in minberinden kelamın muhataplarına söylendiği, kılıcın/emanetin de ehline verildiği günleri yakınlaştırmasını Rabbimden niyaz ediyorum. Selam ve dua ile…
[وَمَا ذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ بِعَز۪يزٍ] “Bu Allah için hiç de zor değildir.” [İbrahim Suresi 20]