Müslümanların amellerinin ölçüsü olan şer’i hükümler hayatta olsaydı, başlıktaki soru anlamsız olurdu. Çünkü “Fiillerde aslolan şer-i hükümlere bağlanmaktır.” Ama günümüzde insanların amellerinin ölçüsü “sevap-günah/helal-haram” olmaktan çıkmış, her şey maddiyat/menfaat ekseninde değerlendirilir olmuştur.
Bu durumu normal karşılayanlar olmakla birlikte asıl üzerinde duracağımız konu; “bildikleri halde bu duruma sessiz kalan Müslümanlar” olacaktır.
Ebu Hureyre’den rivayet edilen bir hadiste Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem’den, “iyiliklerin on mislinden yedi yüz misline kadar” sevap yazılacağı bildirilmektedir. Bu açıdan bakıldığında özellikle İslam’ın temel düsturu olan “İyiliği emretmek kötülükten men etmek” ameliyesinin ölçüsü de çok daha fazla olsa gerek.
Kötülüğün olanca hızla çoğaldığı günümüzde buna “dur” diyebilecek olanlar sadece müminlerdir. Çünkü Allah Azze ve Celle, iman edip salih amel işleyenler eliyle yeryüzünde şeytanın/küfrün hakimiyetine son verecektir.
Günahların alenen işlenmesi büyük bir olaydır. Bu duruma en çok ses çıkarması gerekenler de Allah’tan en çok korkan “âlimler” olmalıdır. Çünkü günahların alenileşmesi beraberinde Allah’ın, herkesi bulacak olan azabını da getirecektir. Örneğin; eşcinsellik belasının kendi çocuklarını/torunlarını bulmayacağını mı düşünmektedir, bu insanlar? Veya uyuşturucunun? Ya da şimdilik kendilerinin koruma altında olduklarını düşündükleri için mi sessiz kalmaktadırlar, bu kadar işlenen fuhşiyata?
Bunların hiçbirisi olmasa bile, Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın rızasını kazanmak adına tüm bunlar yapılmalı değil mi? Ahirette Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e komşu olmak için, şeytanın fısıltılarıyla hareket eden insanlara “dur” demek gerekmez mi?
“Biz zaten bunu kendi sohbetlerimizde, kimselerin görüp duymadığı mekanlarda yapıyoruz!” diyenler olabilir. Onlara verilecek cevap; “Günahlar dört duvar arasında mı işleniyor ki, sizler özel sohbetlerde bunu yapıyorsunuz?” olur.
Eşcinseller, İstanbul’un göbeğinde ve birçok yerde alenen eylemler yapıp kendi rezilliklerinin tanınmasını, karşı çıkılmamasını talep ederlerken neden, arkasında birçok insanın bulunduğu camialar bu münkere karşı ayaklanmıyor?
Neden, tüm bunlara sebep olan laik/demokratik yönetimlere ses çıkarılmıyor?
Faiz, Allah’ın lanetlediği bir fiil iken bunu yapan hükümete neden, ses çıkarılmıyor?
Müslüman katleden gasıp Yahudi varlığı “İsrail” ile dostluk kuran yönetime ses çıkarılmıyor? Hatta yetkilileri ülkemizde resmî törenle karşılanıyor?
Bırakın, ses çıkarmamalarını, yapılan her fiile alkış tutmaları da düştükleri sefih durumu izah etmekten çok uzak maalesef.
Bir âlim, nasıl olur da kıytırıktan bir dünyalık menfaat için ilmini satar ki?
Hükümet “Faizi düşürdük!” der alkış tutarlar, ekonomik gerçeklikler(!) nedeniyle artırır, yine alkış tutarlar.
Seçim zamanları kafirlere karşı esip gürlerler alkış alırlar, seçim biter yine aynı kafirlerle iş tutup dostluk mesajları verirler, yine alkış tutarlar -sessiz kalarak-.
Örneğin; içinde yaşadığım şehir olan Kahramanmaraş’ta, sırf iktidar belediyesi diye kimse ses çıkarmamaktadır, yapılan tüm saçmalıklara. Konteyner çarşılar kuruluyor; tuvalet yok! Şehirde hâlâ yüzlerce bina yıkılmayı bekliyor; ses yok! Yıkılan binaların yerine nasıl bir planlama yapılacak? Ses yok!
Tıpkı ülkemizde olanlara ses çıkarılmadığı gibi!
AK Parti lideri Erdoğan “Demokrasi ile halkı barıştırdık” minvalli açıklamasında çok doğru söylemiş. Müslümanların laik sisteme olan güvenlerinin bittiği bir ortamda göreve “getirilen” AK Parti, işini başarılı bir şekilde yerine getirdi ve Müslümanları demokratik sisteme tekrar adapte etti.
“Dünün birçok mücahidi(!) maalesef müteahhit oldu!” söylemini kısmen de olsa haklı çıkartacak uygulamalara rastlamak mümkün. Ama onların yanıldığı taraf, dün de bugün de kıyamete kadar da hak sözün peşinde koşacak ve hiçbir kınayıcının kınamasından korkmayacak müminlerin varlığıdır.
İşte âlimler, elinde İslami anayasa ile kapılarını çalan Hizb-ut Tahrir’i içeriye buyur etmeli, gereken desteği vermeli ve tüm hücrelerine İslam işlemiş olan bu toplumu yeniden izzetli ve şerefli günlerine döndürmelidirler. Bu sorumluluk, Müslüman olmaları hasebiyle olduğu kadar toplumdan bir parça olmaları nedeniyle de gereklidir. Çünkü insanlar sindirilmiş, kandırılmış durumda.
Tabi bu, sadece âlimlere yüklenen görev de değildir. Bu, farziyetin farkında olan tüm Müslümanların yapması gereken bir farziyettir. Yapılan kötülüklere sessiz kalmak, çirkin işlerin hızlıca yayılmasına fırsat vermektir. Ahmed b. Hanbel’in -Allah rahmet eylesin- dönemin yöneticisinin dayatmasına razı olmayıp hapsedildiğinde, yakınlarının telkinlerine verdiği cevap gibi: “Ey Amca! Cahil zaten cahil. Âlimlerde susarsa hak ne zaman ortaya çıkar?”
O sebepten; gerek âlimlerimiz gerekse de tüm Müslümanlar, kötülüklerin asıl müsebbibi olan laik/demokratik nizamlara karşı İslam nizamı için çalışmalı, O’nu talep etmelidir. Demokrasi havariliğine soyunanların, halkın İslami duygularını sömürüp sonra da demokrasinin 100. yılını kutlamak istemelerine âlet olmamalıdır, Müslümanlar.
Demokrasi bize ait bir nizam değildir. Kafir Batı’nın insanları kendilerine köle etmek için ürettiği karanlık çağların en büyük yalanıdır. Bizler Müslümanız ve artık İslam ile yönetilmek istiyoruz! Yaklaşık iki yüz yıldır insanlığa kan ve gözyaşından başka bir şey vermeyen bu nizamları tarihin çöplüğüne göndermenin vakti gelmiştir. Bizlere hayat veren, İslam nizamıdır! Haydi Müslümanlar! Kur’an-ı Kerim’in çağrısına icabet edelim: “Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah’ın ve Rasulü’nün çağrısına uyun ve bilin ki Allah, kişi ile kalbi arasına girer. Yine bilin ki, O’nun huzurunda toplanacaksınız.”