Dünya tarihinde “galip” gelmesine rağmen düşmanları karşısında mağlup olmuş gibi anlaşma masasında perperişan olan başka bir devlet yoktur. Hepinizin malumu olan 24 Temmuz 1923’de imzalanan Lozan Antlaşmasından bahsediyorum. Kemalist çevrelerce, Cumhuriyet ve kurucusu yanlıştan münezzeh(!) ve kutsal(!) kabul edilince, bu kör bakışla Lozan’ın bu cenahta büyük bir başarı görülmesi normal olsa gerek.
Aklıselim bir şekilde bu antlaşma metni incelendiğinde, -bırakın, bu topraklar üzerinde yaşayan bir Müslüman’ı- dünyanın diğer ucundaki bir gayrimüslimi bile hayretlere gark edecek kadar büyük bir hezimet ve yıkım antlaşması olduğu görülebilir. Hal böyle olmasına rağmen, resmî tarih ve bu güruhun illüzyonu ile, toplumun aklıyla alay edilircesine bunun “başarı, zafer, Türkiye’nin tapusu” olarak gösterilme çabaları, bir asırdır devam eden aldatma hikayesinden başka bir şey değildir.
Bu hikâyenin “kahramanları” asırlarca din-i İslam’ın bayraktarlığını yapan “Cihan Devleti”ne kişisel hırslar, siyasi basiretsizlikler ve de ihanetlerle darbe yapmak suretiyle İslam’ın otoritesini ayaklar altına aldıkları yetmezmiş gibi bir de kendilerini bu antlaşma ile “kahraman” ilan ettirdiler!
Dolayısıyla Batı’nın, asırlardır İslam ve Müslümanlara karşı biriktirdikleri kinin, nefretin, öfkenin, mağlubiyetin intikamını masa başında aldığı yerin adıdır, Lozan. Cihatla, fetihlerle, kazanılan toprakların, zerzevatçının elindeki eşyalar gibi üç-beş kuruşa elden çıkarılmasıdır. Öyle ki Lozan’dan dönüldüğünde, hakkımız olan toprakların sadece 1/5’ine razı gelerek büyük bir diplomasi başarısı(!) gösterildi.
Aşağıdaki birkaç örnek, kastımızın anlaşılmasına yeterli olur kanısındayım.
“Madde 17 — Türkiye’nin Mısır ve Sudan üzerindeki tüm hukuk ve senetlerinden vazgeçmesine ilişkin hüküm 5 Kasım 1914 gününden başlayarak geçerlidir.
Madde 20 — Türkiye, Britanya Hükümetince Kıbrıs’ın 5 Kasım I914’te açıklanan ilhakını tanıdığını bildirir.”
Yine Ege’deki adaların, Yunan ve İtalyanlara itirazsız bir şekilde büyük bir cömertlikle bırakılması, bugün hâlâ adalar üzerinden Yunanistan ile yaşanan sıkıntıların temelidir. Coğrafya, strateji, diplomasi bilmeyen, sınırlarından bihaber, kendilerini dev aynasında gören bu Lozan heyeti, İngiliz kurt diplomatları tarafından, ülke topraklarının büyük bir yağma ve talanına yol açacak sinsi bir manipülasyona maruz bırakılmıştı. Devletlerarası alanda resmiyette tanınmamış bir devletin, tanınma karşılığında hangi tavizleri verebileceğini çok iyi bilen bu İngiliz sırtlanların, I. Dünya Savaşında Anadolu’ya işgale gelmiş ve öldürülmüş askerlerinin mezar yerlerinin “kendi toprakları” olduğunu bu -sözde- kahramanlara kabul ettirmeleri de mezkur yağmanın küçük bir parçasıdır.
Bugün tartışmalı küçük bir toprak parçası için küffar, yıllarca akla hayale gelmeyecek siyasi oyunlarla direnç gösteriyor fakat Lozan’da razı gelinen Anadolu topraklarından kat ve kat büyük alanlar, -Kıbrıs dahil- stratejik adalar konusunda “ver, kurtul” mantığıyla hareket edildiği görülüyor. Dedik ya; eldeki paha biçilmez kıymetler, zerzevatçının elinde ancak bu kadar kıymet görürdü.
Yine Lozan’da; küffarın, Anadolu topraklarında, yakıp yıkmasına karşı ödemesi gereken tazminattan bile feragat edilmiştir. Öyle ki, Müslümanların dökülen kanları, yağmalanan malları umursanmamış, “Kim, kimin tarafında acaba?” sorusunu akıllara getirmişti.
“Madde 59 — Yunanistan, savaş yasalarına aykırı olarak Anadolu’da Yunan Ordusunun ya da yönetiminin eylemlerinden doğan zararların onarımı yükümünü tanır.
Öte yandan, Türkiye, Yunanistan’ın savaşın uzamasından ve onun sonuçlarından doğan parasal durumunu göz önünde tutarak onarım konusunda Yunan Hükümetine karşı her türlü istemlerinden kesinlikle vazgeçer.”
Şüphesiz buna benzer onlarca madde ve farklı mesele incelendiğinde Lozan’daki tutumun nasıl bir vahamet arz ettiği görülebilir. Kastım, baştan sona Lozan’ın maddelerini etüt etmek değil zira buna, makale değil ciltler dolusu kitap ancak yeter.
Demem o ki; tüm maddi talanlar yağmalar bir yana bu antlaşmayla esas darbe, İslam ve Müslümanlaradır. Lozan’ın yazılı/aşikar maddelerinde yoksa da tarihî bir hakikat olan gizli maddelerin varlığı -ki Hilâfet’in kaldırılması bu şartların en mühimidir- vakıada açıktır. Nitekim Lozan’da istedikleri her şeyi alan İngilizlerin, 8 ay boyunca Lozan’ı onaylamama adına oyalanması, bu gerçeğin ifadesidir.
Nitekim Lozan’ın resmi onay sürecine bakıldığında mesele daha net bir şekilde anlaşılacaktır:
~23 Ağustos 1923: TBMM onayladı.
~25 Ağustos 1923: Yunanistan Meclisi onayladı.
~3 Mart 1924: Hilâfet kaldırıldı.
~6 Mart 1924: İngiltere Lordlar Kamarası onayladı.
~12 Mart 1924: İtalya 11 Ocak’ta onayladığını Türkiye’ye bildirdi.
~31 Mart 1924: Türkiye onay belgelerini Fransa’ya sundu.
~10 Nisan 1924: İngiltere’de Avam Kamarası onayladı.
~6 Haziran 1924: Japonya onayladı.
Yeterli imza toplandığı için antlaşma yürürlüğe girdi. Sözde galip devlet Türkiye, antlaşmayı ilk onaylayan olmasına rağmen en önemli isteğini alana kadar bekleyen İngilizler, Hilâfet’in kaldırılmasıyla hemen harekete geçiyor ve antlaşmayı onaylıyor. Düşünün; Çanakkale’deki işgalci askerlerinin mezar yerlerini, malzeme ve özel eşyalarını Lozan’da mevzu edenler, sömürgeleri altındaki yüz milyonlarca Müslümanı ilgilendiren bir konuyu es geçiyorlar… Bu, akla aykırıdır. Yine, etkisi ortadan kaldırılmış olsa da varlığı devam eden Hilâfet’in her zaman için potansiyel bir tehlike arz edeceği gerçeği, şartların oluşmasıyla ilk fırsatta eski gücüne dönme ihtimali ortada dururken asırlarca yok etmek için uğraşılan bu otoritenin (Hilâfet’in) öylece bırakılması sinsi siyaseti ile meşhur İngiltere için düşünülemez.
Özetle Lozan; küçük bir cumhuriyete razı olma karşılığında cihan devletinden vazgeçmekti. Yeter ki bu küçük devlet tanınsın… Karşılığında her türlü taviz verilebilirdi. Batı’nın fitne-fesat üreten hadaratına karşılık, İslam ve Müslümanlara sırt çevirmekti, Lozan. Asırlarca küffarın belini kıran Müslümanların yönetim sistemine karşılık, Batı’nın batıl yönetim sistemine razı olmaktı.
Bu zillet antlaşmasıyla pek çok maddi kayıpların vaki olduğu muhakkak. Fakat bunlardan çok daha mühimi, ümmetin başsız bırakılmasına sebep olan Hilâfet’in ilgasıdır. Tekrar ayağa kalkma, izzetli günlere kapı açma, bütün kayıpları telafi etme, Müslümanların İslam otoritesini yeniden ikame etmeleriyle mümkün olacaktır.
O halde şimdi, bu aldatmacadan kurtulmakla işe başlayabiliriz!