İç hukuk açısından en üst makam olarak bilinen Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan dün katıldığı bir programda adeta “dert yandı!”
BBC’nin verdiği habere göre (23.09.2021), Mahkeme kararlarının uygulanmamasından dem vuran Sayın Başkan; “Eğer bir mahkemenin verdiği karar uygulanmıyorsa, orada yargılama yapmanın da mahkemenin karar vermesinin de bir anlamı kalmayacaktır” diyerek ülkenin içerisinde bulunduğu vahim durumu özetledi.
Mahkeme karalarının uygulanmasını hukuk devletinin “ön şartı” olarak gören AYM Başkanı, “Mahkeme kararlarının uygulanmadığı yere ‘hukuk devleti’ denilemeyeceğini” söyleyerek noktayı koydu.
Sayın Başkan’ın bu cümleleri, hak ve hukuk bağlamında mı kurduğu yoksa Türkiye üzerinde verilen vesayet savaşının taraflarından (Amerika-İngiltere) birine yönelik olarak tarafını mı ortaya koyduğu noktası, ayrı bir tartışma olduğu için bu konuya girmeyeceğim.
Malumunuz olduğu üzere AYM 1961 Darbe Anayasasının bir ürünüdür. Anayasa’da AYM hakkında 1982’de, 2010’da ve 2017’de birçok değişiklikler yapılmış olmasına rağmen, hiçbir zaman siyasetin gölgesinden kurtulamamıştır. (Bu noktada Doğu Perinçek denen zevatın açıklamasını akılda tutmak gerekir: “Yargı, Siyasetin köpeğidir.”)
Dikkat çekmek istediğim konu, en üst makamda bulunan kişilerin hep dert yanmaları, sanki başkaları çözecekmiş, yönetimde başkaları varmış gibi kendilerini halka şikâyet etmeleridir.
Tıpkı iktidardaki partinin başkanı Sayın Erdoğan gibi!
20 yıldır iktidarda olmasına ve hemen her açılış veya mitingde “Ya Allah, bismillah” diyen ama İslâm adına hiçbir şey yapmayan, “terörle mücadele” deyip en büyük terörist olan Amerika ile dostluk ilişkileri geliştiren, “Ey ‘İsrail’!” diyen haykıran ama hukuki ve ticari ilişkileri hiçbir ilişkiyi kesmeyen, hayat pahalılığı konusunda “evet, haberimiz var” gibi veciz(!) cümleler kuran, 2002’de öğrencilere verilen tutarı “-cık”la ifade ederek küçümseyip kendilerinin verdiği rakamı büyük gösteren, “IMF’e borcumuz bitti” deyip ülkenin borç stokunu milyarlarca dolar artıran, “Dindar nesil yetiştireceğiz” deyip kendi bakanlıklarının eşcinsel sapıklıklara izin verici uygulamalarına sesini çıkarmayan… Erdoğan gibi, AYM Başkanı Sayın Arslan’da sadece konuşuyor.
Aslan’ın bu serzenişi, bu şikâyetlenmesi, ülkedeki hukuksuzlukların giderilmesi için değil aslında; tamamıyla politik saikle ortaya konulmuş ifadeler.
Neden böyle söyledim?
Çünkü Hizb-ut Tahrir davaları ortada…
1953 yılında kurulan ve dünyanın birçok bölgesinde faaliyet gösteren ama hiçbir yerde şiddet ve cebir kullanmayan Hizb-ut Tahrir davaları…
Sayın Başkan’a buradan sormak gerekiyor: Madem derdiniz hak ve hukukun tesis edilmesidir, o zaman neden sizin de başında bulunduğunuz mahkemeye gelen Hizb-ut Tahrir dosyalarını, yerel mahkemelerin önünü kapatacak şekilde sonuçlandırmadınız?
Uygulanan bir haksızlığı gidermek yerine ucu açık cümleler ile konuyu geçiştirdiniz?
Yasalarınızda terör suçlaması için şiddet ve cebir “ön şart” değil mi?
Hizb-ut Tahrir nerede ve ne zaman şiddete başvurdu?
İslâmi siyasi bir parti olan Hizb-ut Tahrir, toplumu dönüştürme metodu olarak şiddeti değil ikna yönetimi benimsediğini gerek yayınlarında gerekse de söylemlerinde her fırsatta beyan etmesine rağmen neden hâlâ başka sıfatlarla anılıyor?
Bu ve benzeri soruları Sayın Erdoğan’a da sorabiliriz: İman ettiğinizi söylediğiniz Allah Subhanehu ve Teâlâ, kerim Kitabında, “kâfirleri dost edinmeyin!” demesine rağmen siz, neden kafirlerle dostluk kuruyorsunuz?
“Dünya beşten büyüktür” diyerek, BM’de sadece Amerika’nın sözünün geçmesi için çalışmak yerine, neden İslâm’ın yönetim şekli olan Hilâfet’i ilan edip Allah’ın dininin yücelmesi için çalışmıyorsunuz?
“Allah’ın indirdikleri ile hükmetmeyenler” [Maide Suresi 44, 45, 47] ile ilgili yapılan çok ciddi uyarılar olmasına rağmen, sizi bunu yapmaktan alıkoyan nedir?
…
Soruları çoğaltmak mümkün, biz bu kadarı ile yetinelim.
Ülke gündemi ekonomik sorunlara odaklandı farkındayım. Şu an hemen herkesin derdi hayat pahalılığı ve kabaran faturalar. Ama sanmayın ki bu durum yöneticilerin umurunda? Onların tek bir gündemi vardır: hayran oldukları, gönüllü hizmet ettikleri küresel güçlerin bekası ve hâkimiyeti. Bunun dışında, ülkede suç oranları artmış, gençlik heder edilmiş, aile-nesil helak olmuş, İslâmi her türlü değer ayaklar altın alınmış, ekonomik kriz yaşanmış… bunların hiçbirisi adına kaygılandıklarını düşünmeyin!
Çünkü bu, bugünün sorunu değil ki!
Açgözlü, vahşi kapitalizmin uygulanmasının bir sonucudur tüm bunlar…
Sömürü üzerine kurulu bir sistem, sermaye sahiplerinin daha çok sömürmesi için ülkelere kendi adamlarını tayin eder ve insanları kendilerine köle hâline getirir. Ülkede yaşanan kısmi rahatlıklar geçicidir ve sonrasında elde kalan daha fazla borçtur, bağlılıktır.
Demem odur ki; sakın ha, elinde yetki olmasına rağmen hiçbir şey yapmayıp sadece konuşan insanlara aldanmayın! Onlar dost değildir ve sizin hayrınızı asla istemezler. Onların tek derdi, kendilerini o makamlara getiren efendilerine hizmet etmektir.
İnsanlığa huzur ve saadeti sunacak tek nizam, İslâm nizamıdır. Ve buna çok yakında tüm gören gözler şahit olacaktır, inşaAllah.
Gerisi laf-ı güzaftır.
“Çalışanlar bunun için çalışsın” [Saffat Sûresi 61]