Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Medine'ye hicret ettiği zaman Medinelilerin eğlenip neşelendiği iki bayramları vardı. Allah Azze ve Celle, Müslümanları katından iki yeni bayramla nimetlendirdi ve Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Medinelilere özgü olan, cahiliye izleri taşıyan bu iki bayramın yerine bütün Müslümanların sevinip eğleneceği-kutlayacakları İslâm'ın iki bayramını onlara haber verdi. Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
إِنَّ اللَّهَ قَدْ أَبْدَلَكُمْ بِهِمَا خَيْرًا مِنْهُمَا يَوْمَ الْأَضْحَى وَيَوْمَ الْفِطْرِ
“Allahu Teâlâ size, kutladığınız bu iki bayramın yerine, daha hayırlısını, Ramazan bayramı ile Kurban bayramını verdi.”[1]
Müslümanlar Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in Medine'ye hicretinden günümüze kadar Ramazan ve Kurban olmak üzere iki bayramı her sene sevinç içerisinde kutlaya geldiler. Hemen ifade edeyim ki Hilâfet’in yıkılışından sonra üzüntüye dönüşen bayramlarımızı bundan istisna tutuyorum.
Bayram günleri, Müslümanların vahdet içerisinde kutladıkları ve huzura erdikleri Allah'ın bahşettiği özel günlerdir. Müslümanlar için bayram hüznün yerini sevincin, ağlamanın yerini gülmenin, tefrikanın yerini vahdetin alması demektir. Bayram günlerinin Müslümanların sevinip mutluluğa bürünecekleri özel günler olduğu Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in rivayetinden anlaşılmaktadır. Şöyle rivayet edilmiştir; Hz. Ebu Bekir, kızı Ayşe validemizin evine gidince, iki cariyenin tef çalıp oynadığını gördü. Ensar-ı kiramın kahramanlıklarını övüyor, destan söylüyorlardı. Hz. Ebu Bekir, Rasulullah'ın evinde böyle şey yapılmasının uygun olmayacağını bildirerek, onların susmalarını söyledi. Peygamber efendimiz, Hz. Ebu Bekir'e şöyle dedi:
دَعْهُمَا يَا أَبَا بَكْرٍ ؛ فَإِنَّ لِكُلِّ قَوْمٍ عِيدًا ، وَإِنَّ عِيدَنَا هَذَا الْيَوْمَ
“Onlara mâni olma ey Ebu Bekir! Her kavmin bir bayramı vardır, bugün de bizim bayramımızdır.”[2]
Kıymetli kardeşlerim, artık bayramlarımızı sevinçle karşılayamıyoruz… Gülmek istiyoruz ama ağlayan Filistinli çocuklar aklımıza düşüyor taa ötelerden, gülemiyoruz. Sevinmek istiyoruz ama Suriyeli ve Arakanlı kardeşlerimizin kan ağladığına şahit oluyoruz, sevinemiyoruz. Eğlenmek istiyoruz ama kâfirlerin Müslümanların şerefleriyle, bacılarımızın namuslarıyla ve izzetleriyle eğlendiklerine şahit oluyoruz, eğlenmeye utanıyoruz. Hediyeleşmek ve çocuklarımıza hediyeler almak istiyoruz Filistin'de, Irak'ta, Suriye'de, Arakan’da ve sair Müslüman beldelerinde çocuklarımızın sapan taşlarıyla, el bombalarıyla, tüfeklerle oynadıklarını(!) görüyoruz, hediye alma isteğimiz kursaklarımıza düğümleniyor; hediyeleşemiyoruz. Çünkü,
مَثَلُ الْمُؤْمِنِينَ فِي تَوَادِّهِمْ وَتَرَاحُمِهِمْ وَتَعَاطُفِهِمْ مَثَلُ الْجَسَدِ إِذَا اشْتَكَى مِنْهُ عُضْوٌ تَدَاعَى لَهُ سَائِرُ الْجَسَدِ بِالسَّهَرِ وَالْحُمَّى
“Birbirlerini sevmekte, birbirlerine merhamet etmekte ve birbirlerine sımsıkı sarılmakta müminler bir vücut gibidirler. Vücudun herhangi bir uzvu rahatsızlandığı zaman diğer azalar da ateşlenerek ve uykusuzlukla ona icabet ederler”[3] hadisinde de buyrulduğu üzere biz, bir vücudun azaları gibiyiz. Yine,
وَمَنْ أَصْبَحَ لا يَهْتَمُّ بِأَمْرِ الْمُسْلِمِينَ فَلَيْسَ مِنْهُمْ
“Kim Müslümanların işlerini, dertlerini önemsemeksizin sabahlarsa onlardan değildir.”[4] hadisinde olduğu üzere Müslümanın derdine ortağız…
Dolaysıyla İslâm beldelerinde kardeşlerimizin çektiği sıkıntılar aslında sevinçlerimize gölge düşürmeli. Zira İslâm'ın ilk kıblesi mübarek Kudüs Mescid-i Aksa kâfirlerin işgali altındayken kendisine gülmeyi haram kılan Selahaddin Eyyubi’yi hatırlamak ve hatırlatmak burada yerinde olacaktır. Ömer Radiyallahu Anh Dönemi’nde, Ebu Ubeyde İbnu Cerrah Radiyallahu anh'ın komutasındaki İslâm ordusu tarafından fethedilen Kudüs daha sonraki asırlarda yapılan Haçlı savaşları sırasında tekrar Bizanslıların eline geçmişti. Selçuklu komutanı Selahaddin Eyyubi sürekli Kudüs'ü yeniden fethetmeyi düşünüyor ve bunun için hazırlıklar yapıyordu. Bir Cuma hutbesinde gülmeyi, gülümsemeyi tavsiye eden imama aynen şu cevabı verdi: “Kudüs haçlıların ayakları altında iken bana nasıl gülmeyi tavsiye edersin?”
Yani büyük komutan Selahaddin asırlar sonrasına, İslâm’ın ilk kıblesi ve değeri mübarek belde Kudüs ağlıyorken gülmenin kerahetini öğretiyor zımnen… Bu örnek geçmişte yöneticilerin İslâm’a ait değerlere nasıl sahip çıktıklarını ortaya koymaktadır. Dünün yöneticileri bırakın İslâm’ı ve değerlerini birkaç menfaat karşılığında Batı’ya/düşmana “kurban”[5] vermeyi, ihanet etmeyi; İslâm’a ve Müslümanlara gelmiş olan bir zarardan ötürü gülmeyi, sevdiklerinden yemeyi içmeyi kendilerine haram kılıyorlardı. Peki, bugünün yöneticileri öyle mi? Bittabi ki hayır!
Günümüzün yöneticileri; İslâm’ı, değerlerini ve Müslümanları Batı sevdasına kurban ettiler. Sömürgeci kâfirlerin ve stratejik müttefiklerin gönlü hoş olsun diye Mavi Marmara’yı kurban ettiler. “One minute” ile önce Müslümanların gönüllerini hoş tuttular ama sonrasında Gazze’yi, Filistin’i ve dahası mübarek Kudüs’ü kâfirlere kurban ettiler. Yöneticilere sığınan Çeçenistanlı, Doğu Türkistanlı ve diğer muhacir Müslümanları büyük bir arzuyla sırf kâfir Moskof sevinsin diye kurban verdiler. Çok değil bundan bir sene önce 15 Temmuz’da başarısızlıkla sonuçlanan darbe girişiminde “ya Allah bismillah”larla, “Allahu Ekber”lerle meydanlara akın edip hayatını kaybedenleri sırf Batı’yı memnun edebilmek arzusuyla kokuşmuş demokrasiye kurban ettiler. Müslümanların kanlarını Batı’ya yakınlaşma vesilesi kıldılar ve hiç utanmadan, sıkılmadan onları demokrasi şehidi(!) yaptılar. İslâm’ın ve Müslümanların bağrında fitne ateşi yakmayı kendisine vazgeçilmez gaye edinmiş sömürgeci kâfirlerle/Batı’yla “ihanet” masasında buluşarak Suriye’ye ihanet ettiler. Sonra ne mi oldu? “Fırat Kalkanı” ile Halep’i Batı’ya kurban verdiler. Yine çeşitli şerir planların payandası oldular ve Musul’u, Telafer’i kurban verdiler. Bugün de Arakan Müslümanları putperest kafirlerin satırlarına, saldırılarına ve katliamlarına kurban ediliyor. Yine ümmetin başındaki yöneticiler ise işlerini kafirlerin insafına, BM’ye havale ediyorlar; utanmadan, arlanmadan… Peki neden? Sırf Batı’nın gönlü hoş olsun diye!
Suriye’de, Irak’ta, Libya’da, Mısır’da, Filistin’de, Afganistan’da ve de diğer birçok ülkede olduğu gibi yapılan katliamlarda kâfirlerin kirli emelleri uğrunda binlerce Müslüman kurban edildi.
Hilafet’in ilgasından bugüne kadar böyle idi ama artık istiyoruz ki bundan sonra Müslümanların temiz kanları yöneticilerin ihanetine kurban gitmesin…
Bayram bizimse sevinci de bizim olsun…
Artık bayramlarımız bayram, şekerlerimiz de şeker tadında olsun…
~~~
Yok Arakanlı kardeşlerimize yapılan
Zulmün haddi hesabı
Hâkim olmuş Arakan’a
Sevinç yerine kan, gözyaşı
Şikâyet etti körpecik bebeler
Yöneticileri ve duyarsız kalanları
İşte bu hâl üzere karşılıyor Arakan Bayramı
Kocaman kocaman yöneticileri
Adam zannetti Arakanlı çocuklar
Nereden bilsinler aslında
Sırtlarını dönen ve yüzüstü bırakanlar onlar
Ha! Başımızdakilere hiç ümit bağlama yavrucağım
Onlar sadece çok şiddetli kınarlar
İşte bu hâl üzere karşılıyor Arakan Bayramı
Feryat etti Arakan
Yok mu beni kurtaracak adam gibi adam
Bakındı sağına soluna
Yoktu etrafında “illa” Bel’am
Kalkan kuşanılmış olmayınca
Kaçınılmaz oluyor katliam
İşte bu hâl üzere karşılıyor Arakan Bayramı
Bayram mı dedin amca
Biz Arakanlı çocuklar bilmeyiz bayram nedir
Esaret ve zulüm değişmezimiz olmuş senelerdir
Raşit bir halifemiz olsaydı amca
Sorardı atılan bombaların hesabını bir bir
İşte bu hâl üzere karşılıyor Arakan Bayramı
[1] Sünen-i Ebû Dâvud, Salat, 239
[2] Buhari
[3] Buhari, edeb 27, Muslim, Birr 66
[4] Hakim, Müstedrak
[5] Burada “kurban” kelimesi tamamen lügat anlamındaki yakınlaşma vesilesi olarak kullanılmıştır. Yani sahibini hoş edebilmek adına kullanılan yakınlaşma vesilesi.