Batı’dan İthal Yasalar, Ailenin Islahına Değil İfsadına Sebep Oluyor!
24 Mart 2020

Batı’dan İthal Yasalar, Ailenin Islahına Değil İfsadına Sebep Oluyor!

Özellikle son dönemde ülkemizde aile üzerinde yapılan tartışmalar ve konuşmalar yoğunlaşmış durumda. Aile ile ilgili tartışmaların yoğunlaşmasının sebebi son zamanlarda halkımızın ve toplumun büyük bir bölümünün tepkisine yol açan bir takım olayların yaşanması. Adli istatistik verileri de bu tepkilere neden olan olaylar arasında sayılabilir.

Aile ilgili sorunlar 1926 yılında Türk Kanun-u Medenisi ile başladı. Daha 3-4 yıl öncesine kadar Halife’nin hükmü altında olan ahali bir anda İsviçre’den getirilen bir kanuna tâbi olmak zorunda kaldı. Bu kanunun kabul edildiği andaki amaç kısmında aynen şu ifadeler zikredilir: “Kanun ruhu ve lafzı ile temas ettiği tüm konularda hüküm sahibidir. Kanunda bir hüküm yoksa hâkim örf ve âdete göre örf ve âdette kural yok ise kendisi içtihadı ile karar verir.” Bu demek oluyor ki yüzyıllardır uygulanan aile ahkâmına ilişkin İslâmi kuralların yerini 1926 yılında bu kanun almıştır. Kanuna uymak zorunlu hâle getirilmiştir.

Bu kanuna göre reşit olma yaşı 18’dir. Ancak bir kişi 18 yaşından önce evlenebilir. Bu durumda bu kişi reşit olmuş sayılır. Yani 17 yaşında çocuğu olan bir anne için herhangi bir problem öngörmemektedir. Bu kanuna göre evlenme yaşı kadınlar için 15’tir. Ancak mahkeme bunu gerekli hâllerde 14’e çekebilir. Yani Bu kanuna göre 14 yaşında evlilik mümkündür. Bu kanunu Türkiye’ye getiren Mustafa Kemal Atatürk’tür ama kimse onun hakkında aile konularında olumsuz konuşmamaktadır hatta onun aileyi ve toplumu medenileştirdiğini iddia etmektedirler.

Bu kanun 2001 yılına kadar uygulanmıştır. 2001 yılında ise bu kanunun bir nevi dili sadeleştirilmiş bir hâli olan diğer bir Medeni Kanun yürürlüğe sokulmuştur. Bu kanuna göre ise evlenme her iki tarafın en az 17 yaşını doldurmuş 18’den gün almış olma şartını getirmiştir. Çok önemli bir sebep varsa 16 yaşında evliliğe de izin hâkim tarafından verilmektedir. Bu kanun hâlâ yürürlükte olan ve uygulanan, ailevi ilişkileri düzenleyen kanundur. Kanun metni bu olmasına rağmen birçok ceza mahkemesinde 16 ve 17 yaşında çocuk sahibi olan insanlar cezalandırılıyor ve cezalarının kesinleşmesinden sonra da cezaevine girip uzun yıllar cezaevinde kalıyorlar.

Hâlbuki kanunlarda açık bir şekilde “pek önemli bir sebebin varlığı hâlinde evliliğe hâkim izin verebilir” denilmektedir. Aile birliğinin korunması, çocukların baba sevgisine muhtaç olması, eğitim giderleri, alenin manevi durumu, acaba bunlar korunmaya değer hususlar değil mi?

Bu konuda yaşanmış gerçek bir olaydan bahsetmekte fayda var. 18 yaşından küçük bir bayan ile evlilik yaşandı ve çocuk dünyaya geldi. Hastanede doğum olduktan sonra hakkınızda Türk Ceza Kanunu Madde 103-2 16 yıldan az olmamak üzere hapis cezası istemi ile dava açılıyor. Evde doğum olsa da çocuk nüfusa kayıt yapılırken yine durum anlaşılıyor. Bu olay yaşanmış gerçek bir olaydır. Ve belgelerle sabittir.

Bu örnek erkekler hakkında idi. Peki yaşı 18’den büyük bir kadın yaşı 18’den küçük bir erkekle birliktelik yaşarsa ne olur? Bu durumda Türk Ceza Kanunu madde 104’e gideriz. Bu durumda devlet şikâyetçi olmuyor. Çünkü ortada devletin haberdar olacağı bir durum yok. Velev ki bir şikâyet oldu. O hâlde bu suçu işleyen kadın 2 ile 5 yıl arasında bir ceza ile yargılanıyor. Tabii bu durum böyle değildi, daha düşüktü. 18.06.2014 tarihine kadar 6 ay ile 2 yıl arasında bir ceza öngörülmüştü. Türkiye’de mahkemelerin alt sınırdan cezalandırma yaptığı kuşku götürmediğine göre 2 yıl ceza alan bir kadın indirimlerle beraber 12 ay ceza alıp onu da erteletip hayatına devam edecek. İş erkek olunca ceza miktarı 16 yıldan başlıyor!

İlginç bir not daha düşeyim: eğer 18 yaşından küçük iki kişi karşılıklı rıza ile birlikte olsa ve bu birliktelikten bir çocuk doğsa bu durumda herhangi bir suç oluşmamaktadır. Dolayısı ile bu, bir nevi üstü kapalı olarak evlilik öncesi veya küçük yaşta cinsel birliktelikleri teşvik edici bir durumdur.

Olaya bu pencereden baktığımızda nasıl olur da bu yapılan kanuni düzenlemelerin aileyi ve bireyi koruduğunu söyleyebiliriz. Bu yapılan düzenlemeler resmen ailelerin yıkılmasına sebep olacak yollar açıyor, buna teşvik ediyor.

Son dönemde 6284 Sayılı Yasa tartışmaları da çokça yapılmakta. 6284 Sayılı Yasa 20 Mart 2012 tarihinde yürürlüğe konuldu. Kanunun amacı “şiddete uğrama tehlikesi olan ve şiddete uğrayan aile bireylerini korumak” olarak lanse edildi. Ancak kanunun içeriği dikkatle incelenirse özellikle korunmak istenen kişinin kadın olduğu, kadının aileden soyutlanmak istendiği açıkça görülebilir. Özellikle aile ile ilgili problemlerde sadece kadının beyanının esas alındığı ve buna göre işlem yapıldığı çokça karşımıza çıkmakta. Bunun istatistiki verisi de elimizde mevcut.

2015-2019 yılları arasında 6284 Sayılı Kanuna atıf yapılarak toplamda 1 Milyon 957 Bin 523 baba ortalama 1 ile 6 ay arasında değişen zaman dilimlerinde evden uzaklaştırıldı. Dikkat edin; nerede kaldığı, aç mı susuz mu kaldığı önemli değil, evinden uzaklaştırıldı. Ancak aynı kanun gereği herhangi bir kadın ailevi problem yaşadığında ona kapılarını açan birçok kurum var. Kamu kurumları ve özel kurumlar… Ancak evden uzaklaştırılan babanın gideceği yer yok.

Şimdi, alınan bu tedbirlerin aileyi koruduğu mu yoksa yıktığı mı, konusuna değinmek lazım.

Bu yıllar boyunca işlenen kadın cinayetlerine bir bakalım: 2014’te 294, 2015’te 303, 2016’da 328, 2017’de 409, 2018’te 440 ve 2019’da 469 kadın cinayete kurban gitti. Hepsi aile içi olaylar değil elbette. Ancak dışarıya yansıyan şekli ile olayların büyük çoğunluğu aile içi problemlerden kaynaklı olaylar.

Bu adı geçen kanunun uygulanması da sıkıntılı. Hakkınızda uzaklaştırma kararı var ancak bunu takip edebilecek bir mekanizma yok. Birçok kadın cinayetinden sonra ortaya çıkan “20-30 defa uzaklaştırma kararı almış ama kontrol eden olmamış” şeklindeki haberler hepimizin malumu. Madem bunu etkili bir şekilde uygulayacak mekanizma yok, neden ısrarla bu kanun uygulanmaya devam ediyor?

6284 Sayılı Kanun döneminde boşanmalar da sürekli arttı. Son olarak 2019 yılında boşanma sayısı 155.000’i geçti. Tabi ki 6284 Sayılı Kanun öncesinde de boşanmalar hızla artmıştır. Bunun da istatistiği mevuttur. Dolayısıyla bu kanun evlilik birlikteliklerini sürdürmeyi değil sonlandırmayı kolaylaştıran bir yapıdadır.

6284 Sayılı Kanun sonrası genç nüfustaki evlilik oranları ciddi oranlarda düşmüştür. Evlilik yapan ailelerin de dünyaya çocuk getirme oranları aynı şekilde ciddi oranlarda düşmüştür.

Bu kanundan hemen önce İstanbul’da birçok tarafın katılımı ile bir de “İstanbul Sözleşmesi” adı altında aileyi yakından ilgilendiren ve daha çok cinsel tercihler üzerinde duran bir sözleşme imzalandı.

İstanbul Sözleşmesi, 2014 yılında Türkiye’de yürürlüğe girdi. Anayasa hükümleri gereğince de İstanbul Sözleşmesi Türkiye’de yapılan kanunlardan daha üstün bir konuma sahip. Yani aile mevzularında ortaya çıkacak bir uyuşmazlıkta öncelikle bu düzenleme gözetilecek.

Bu sözleşme gereğince “toplumsal cinsiyet eşitliği” adı altında bir kampanya başlatıldı. Sözleşmenin 12. Maddesinde “kadın ve erkeğin kendilerine biçilen örf, âdet ve töresel rollerin kökünden kazınması gerektiği amaç edinilmektedir” deniliyor. Yani kadın kadınlığından, erkek erkekliğinden tavizler vermeli.

İstanbul Sözleşmesi’nin isminin geniş açılımında “Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Kadının Korunması” ifadesi geçmektedir. Bununla beraber kadına yönelik şiddetin temel kaynağı olarak kadın ve erkeğe biçilen toplumsal rollerin etkin olduğu iddia edilmektedir.

Peki, kadın ve erkeğe biçilen roller nedir? Babalık ve analık rolleri… Yani “aile”. Bu ve benzeri sözleşmeler, şiddetin temel kaynağının bizzat aile olduğunu iddia etmektedir ki getirilen yeni düzenlemeler ile aile kurumu zayıflatılmaya çalışılmaktadır.

Mesela, son dönemde kanuni düzenlemelerimize giren bir ayrılık kararı konusu var. Eşler mahkemeye gittiğinde hâkim tarafların boşanmaları için yeterli delillerin olduğunu gördüğünde onları ayrılığa davet eder. Eğer taraflar ayrılığı kabul ederlerse 1 ile 3 yıl arasında taraflar arasında ayrılık kararı verilir. Bu 1 ile 3 yıllık süreç içerisinde taraflar barışırlarsa evlilik bozulmadan devam eder ama -dikkatinizi çekmek istiyorum:- ailenin kurtarılmasını kadınla erkeğin ayrılmasına bağlıyor, kanuni düzenlememiz. Kadın ve erkeğin fıtrattan gelen ihtiyaçları bir an için aklımıza geldiğinde 1 ile 3 yıl arası kadın ve erkeği ayırmak nasıl olur da bir çözüm olarak görülebilir?

Ancak bu kanuni düzenlemenin dinî ve sosyal yaşantımıza uygun olmadığı son derece açık. Nasıl anlıyoruz? Yine devletin açıklamış olduğu bir istatistik ile bu sonuca ulaşabiliyoruz. Pilot bir uygulama yapılmış. Bu uygulama boşanma sürecinde olan insanların boşanmalarını engellemek ve aile birlikteliğini korumaya yönelik. Dikkat edin: herhangi bir kanuni düzenleme ile sınırlandırılmamış. “Aile danışmanı” sıfatıyla bir kişi sizi yönlendirerek evliliğin sürmesini sağlamaya çalışıyor. Bakalım, ne sonuç elde edilmiş:

2012 yılında başvuranların yüzde 16’sı, 2013 yılında yüzde 34, 2014 ‘te yüzde 37, 2015’te yüzde 38, 2016’da yüzde 45, 2017 yılı ilk üç ayında yüzde 22’si evlilik birliğini devam ettirme ve aileyi koruma kararı almışlar.

İnsanlar kanunlara ve Avrupa’dan alınan sözleşmelere nazaran örf-âdet ilişkileri çerçevesinde sorunları kendileri daha iyi çözmüş ve aile birlikteliğini korumuşlar.

İstanbul Sözleşmesi, “toplumsal cinsiyet eşitliği” kavramını da yine devletlerin güvence altına almasını talep ediyor. Bu sözleşmeye ilk imza koyan devlet de Türkiye Cumhuriyeti olmuştur. İstanbul Sözleşmesi ile beraber eğitim hayatında, sosyal hayatta çocuklara bir takım serbestilerin tanınması da yine hüküm altına alınan maddelerden birisidir.

Nedir bu maddeler? Çocukların bünyelerinde var olan cinsiyetin meyillerine ve kalıplarına sıkışıp kalmaması, cinsiyetlerinin gidişatına göre kendilerinin bir öz tercih yapması noktasında serbest bırakılmaları amaç ediniliyor. Bu durumda çocukların “kadın”-“erkek” rollerinin yanında “eşcinsel” rollerin de tercih edilmesi, bunlara saygı duyulması, bunların bir nevi teşvik edilmesi de yine bu sözleşme ile güvence altına alınan hususlardan biri.

Neden bu tarz bir serbesti tanınmak isteniyor peki? Birincisi; bu tarz bir serbesti, nesillerin bozulmasına çok rahat bir şekilde sebep olacak bir şey. İkincisi; bu tarz cinsel yönelim tercihleri aile birlikteliğini çok rahat bir şekilde dağıtabilir.

İstanbul Sözleşmesi, 6284 Sayılı Yasa, Medeni Kanun ve benzeri her türlü düzenleme, aile bireylerinin ayrılması konusunda düzenlemeler ihtiva ederken ne yazık ki ailenin ıslahı hakkında bir hüküm barındırmıyor. Hatta ve hatta boşanmış bireylerin boşanma sonrası görüşüp tekrardan topluma kazandırılabilecekleri ortamlar hazırlanmakta, bu konu ile ilgili çeşitli bakanlıklara teklifler sunulmakta.

Açıkça görülmektedir ki Batı’dan devşirilen kanun ve sözleşmeler bizim özümüze dinimize aykırı, ailemizi ve toplumumuzu ifsat eden düzenlemelerdir. Bu bozulmadan kurtulmak için, kökten bir değişimle özümüze, İslâm ahkâmına dönmek en birincil ve acil ihtiyaçtır.

#AileyiNesliToplumuKoru