“İşletme körlüğü”, genel tanımıyla; “bir şirkette kullanılan yöntem ve uygulamalardaki hataların ve gelecekteki olası fırsatların ve risklerin çalışanlar tarafından algılanamaması sorunu” olarak nitelendirilir. Şayet şirket patronu ve çalışanları işletme körlüğüne maruz kalmışlar ise, şirketteki uygulamalara ve iş yapış şekillerine zamanla alıştıkları için sorunları, olası riskleri ve fırsatları görmeleri zorlaşır. Diğer bir ifadeyle; işletme körlüğü bir işletmenin çevresindeki değişimleri, fırsatları veya tehditleri fark edememe ya da anlayamama durumunu ifade eder. “Çalışanların çeşitli sebeplerle bazı durumları görememesi ve bunun normal karşılanması” şeklinde de tanımlanabilir.
Bununla ilgili anlatılan meşhur bir hikâye vardır:
Juan isimli bir genç motosikleti ile Meksika sınırına gelir. Arkasındaki iki büyük çantayı gören sınır polisi Juan’dan şüphelenir ve çantaların içinde ne olduğunu sorar. Juan, “Yalnızca kum.” diye yanıt verince polis, “Aç bakalım çantaları!” der. Juan çantaları açar; polis, didik didik kontrol etmesine rağmen kumdan başka bir şey bulamaz çantada. Bununla yetinmeyen polis, gece yarısına kadar kumu her tür tahlilden geçirtir ancak saf kumdan başka bir şey yoktur! Polis, çantalarını Juan’a iade eder ve sınırdan geçmesine izin verir. Ertesi gün Juan, motosikletinin arkasında iki büyük çantayla tekrar sınırda belirir. Polis Juan’ı yine durdurur, didik didik arar; bir şey bulamaz ve Juan’ı yine sınırdan geçirmek zorunda kalır.
Bu olay, polis emekli olana dek yıllarca devam eder…
Bir gün emekli polis, Meksika’da bir kafede otururken Juan’ın içeri girdiğini görür ve yanına giderek samimiyetle sorar:
“Senin yıllardır bir şeyler kaçırdığından eminim. Çıldıracağım. Geceleri uyku uyuyamıyordum senin yüzünden. Lütfen anlat bana ne kaçırdığını. Aramızda kalacağından emin olabilirsin.”
Juan gülümseyerek yanıtlar:
“Motosiklet”
İşte bugün de toplum olarak gözden kaçırdığımız tehlike, asrın bir başka vebası olan kapitalizm ve onun türevleri olan; demokrasi, laiklik ve cumhuriyettir!
Işletme körlüğü, genel anlamıyla her ne kadar herhangi bir işletme, kurum, örgüt veya kitledeki durumu resmetse de, biz bunu biraz daha genişletecek ve yönetici ile yönetilenler açısından ele alıp değerlendireceğiz.
Toplumlar bugün fikren bir geri kalış, ahlaki bir çöküş ve yozlaşı içerisindeyse bunda hem yöneticilerin hem de yönetilenlerin payı vardır.
Makalemizin girişinde işletme körlüğünü tarif ederken; “şayet şirket patronu (yönetici) ve çalışanları (yönetilenler), işletme körlüğüne yakalanmışlarsa zamanla şirketteki uygulamalara ve iş yapış şekillerine alıştıkları için sorunları, riskleri ve fırsatları görmeleri zorlaşır” demiştik. Bunun sonucunda ise şirket ya zarar eder ya da -daha da kötüsü- iflasa giden bir süreç yaşar. Fakat bu zarar ya da iflas, sadece şirketle sınırlıdır. Devlet, toplum, kurumlar, örgütler ve kitlelere gelince; durum çok daha tehlikeli ve vahimdir. Böyle bir durumda, devletin ya da toplumun tamamının zarar görmesi veya iflasa/yok oluşa sürüklenmesi söz konusu olabilir.
Peki, bu nasıl olur? Bu durumu şu şekilde izah etmek mümkün: bugün toplumu kalkındırmak ve dönüştürmek isteyen bir takım cemaat veya kitlelerin “işletme körlüğü”ne yakalanmış olmalarından dolayı, sorunların tespitinde ve tedavisinde yanlış ve hatalı bir yöntemde/metotta seyrettiklerini, hatta bu sorunları layık-ı veçhile tespit edemeyip -çözüm için çalışmak şöyle dursun- rutin işlerle meşgul olduklarını görüyoruz. Bundan dolayıdır ki yıllardır toplumu kalkındırmak isteyen bu kitle veya cemaatlerin başarısızlıklarına, hatta fikren ve fiilen iflas ettiklerine şahit olmaktayız. Yine aynı şekilde bu körlüğün, yöneticilere isabet etmesinden ötürü, benimsenen bir takım hatalı ve yanlış politikalarla toplumu yönettiğini görüyoruz.
İşte tam bu bağlamda, toplumun adeta patronları olan yöneticiler, sömürgeci kâfirler tarafından kendilerine dayatılan program ve öğretilenlerin dışına çıkmak istemezler. Aynı şekilde yönetilenler de (çalışanlar) geçmiş alışkanlıklarından ve oluşan atmosferden/kültürden dolayı yöneticilerin kendilerine dayattıkları bu programın dışına çıkmak istemezler. Öyle ki bunu değiştirmek için bir adım bile atacak takati bulamazlar. Zira bu, bilinçsiz bir kabulleniştir. Bu kabulleniş, beraberinde zamanla çağımızın diğer bir hastalığı olan “öğrenilmiş çaresizlik” psikolojisinin bir yansımasıdır. Yani vakaya teslimiyetçilik ve sükût etmek! Bu körlük durumu, özellikle işletmede çalışanlar (toplum) için ciddi bir risk oluşturur. Belli zamanlarda önlerine çıkan fırsatları iyi bir şekilde değerlendirememek gibi tehlikeli bir sonuçla karşılaşabilirler.
Bu körlüğün etkilerini güncel bir vaka, Gazze savaşı üzerinden ortaya koymak istersek şunları söyleyebiliriz: Bugün Gazze savaşında devlet, toplumu farklı bir yöne manipüle etmeye çalışmış, yöneticiler de bu konuda, kendi iradelerini kullanmak yerine yörüngesinde hareket ettikleri devletlerin siyasetine tabi olmuşlardır. Biliyoruz ki, bu asrın körlüğü yöneticilerden sonra yönetilenlere de isabet etmiş bir durumdadır. Karar vericilerin politikalarına sükût etmeleri, onları ciddi anlamda muhasebe etmemeleri, esasi bir değişim için bir adım bile atamayacak duruma gelmeleri ve körü körüne liderlerine itaat etmeleri sonucunda toplumda büyük bir yıkım, erozyon ve hissizlik hali meydana gelmiştir.
Hal böyle iken, geriye cevaplanması gereken bir soru kalıyor: bu hastalığın bir çaresi veya bir tedavisi yok mu?
Tabii ki var! Reçetesi de aslında oldukça açık.
Öncelikle yöneticilerin bu konuda tedavi edilmesi, sonrasında ise topluma muhasebe kültürünün yeniden kazandırılması gerekir. Zira bu körlük, toplumda daha fazla hissedilmekte. Yöneticileri tedavi edecek ve ümmete bu muhasebe kültürünü yeniden kazandıracak olan da toplumun önemli bir parçasını oluşturan kitlelerdir. Görme yetisi sağlam, bakışı körelmemiş, görmede netlik sağlayan ve basiretle hareket eden bir kitlenin -tabiri caizse- topluma yeni bir göz nakli yapması, bakış açısı kazandırmasıdır. Yani adeta toplumun, gören gözü, işiten kulağı olmasıdır. Madem ki işletme körlüğü hem yöneticileri hem de yönetilenleri kapsıyor o halde toplumda var olan eski köhnemiş, yanlış, hatalı ve ümmet için birinci derecede tehlike ve tehdit teşkil eden batıl fikirleri, mefhumları ve kanaatleri at(tır)ıp yeni bir mefkure ortaya koymak/paradigma inşa etmek bu kitlenin/kitlelerin asli vazifesidir. Bu mefkûrenin ise batıldan uzak, İslami bir mefkûre olması elzemdir. Çünkü bugün günümüz yöneticilerinde ve özellikle de toplumda, işletme körlüğüne sebebiyet veren en esaslı faktör, Batı mefkûresidir, Batı kültürünün zihinleri işgal ve ifsat etmesidir. İşte yöneticileri ve toplumu, bu batıl mefkûreden kurtarmak ivedilik arz eden elzem bir iştir. Bu iş, sahih İslami fikirler üzerine oturmuş kitlelerin üzerinde bir sorumluluktur. Ayrıca bu, sadece kitlelerle de sınırlı kalmayıp toplumun her bir ferdinin de sorumlu olduğu bir husustur. Bu kitleler ve fertler, bu sorumluluğu üstlenmez ve bundan kaçarsa işletme körlüğü hem yöneticilerde hem de toplumda var olmaya devam eder.
Ezcümle, sorunun esasi çözümü aslında bir paradigma/zihniyet değişimindedir. Toplum, adeta ayaklarında birer pranga halini almış bu batıl paradigmayı fark etmek ve bunları parçalamak zorundadır. Yoksa kaçınılmaz son, kendilerini bekleyen yıkım olacaktır.
“Ebû Saîd el-Hudrî’den nakledildiğine göre; Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem, “Müminin ferasetinden sakının. Çünkü o, Allah’ın nuruyla bakar.” buyurdu ve ardından, “Elbette bunda feraset sahipleri için ibretler vardır.” [Hicr Suresi 75] ayetini okudu.”