Değişim TV · Sesli Makale : “AŞI OLDUNUZ MU?” - Kadir KAŞIKCI
Türkiye’de, koronavirüs varlığının resmî olarak açıklandığı Mart ayından itibaren Sağlık Bakanlığı güncel sayılar vererek halkı bilgilendirme yoluna gitti. Özellikle Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, günlük vakaları bizzat kendisi canlı yayında açıkladı. Küresel bir salgın karşısında günlük vakaları paylaşmak adına güzel bir uygulama oldu.
Sağlık Bakanı, açıklanan veriler üzerinde şeffaf olduklarını birçok kez dile getirdi. Ancak bu konuda gerek Dünya Sağlık Örgütü, gerekse Avrupa ülkelerinin çekinceleri vardı. Türkiye’ye yönelik bu çekincelerini birçok kez medya önünde dile getirdiler. Hatırlarsanız, Almanya ve İngiltere, Türkiye’nin uluslararası normlara göre vaka sayısını açıklamadığı gerekçesiyle seyahat yasağı getirmiş, daha sonra kademeli olarak yasağı kaldırmıştı.
2020 yılının son aylarına kadar Fahrettin Koca’nın verdiği sayılar, “günlük vaka sayısı” değil, “günlük hasta sayısı”nı ifade ediyordu. Koca, Eylül ayında yaptığı bir açıklamada; “29 Temmuz’dan beri günlük olarak vaka sayısını değil, hasta sayısının açıklandığını” bizzat söylemişti.
Bakan, 25 Kasım Çarşamba günü düzenlediği basın toplantısında ise beş ay sonra ilk defa günlük koronavirüs vaka sayısını açıklayarak, Türkiye’de son 24 saat içinde 28 bin 351 kişide koronavirüs tespit edildiğini söyledi. Açıklanan bu veriler sonrası Türkiye, dünyada günlük olarak “en çok” koronavirüs vakasının görüldüğü ülkelerden biri oldu.
Yine Kovid-19 sonucu vefat oranlarına baktığımızda 2020’nin bahar aylarında yüksek olan sayılar, yaz aylarında düşerek 19-20 seviyelerinde seyrediyordu. Yılın son çeyreğine gelindiğinde 70’li rakamlara çıkan günlük can kaybı, Kasım ayında 175, Aralık ayının sonlarında ise pik yaparak 257 seviyelerine kadar çıktı.
Böylece AK Parti hükümetinin, -salgınla mücadelede halkın sağlığını dikkate almak yerine, ekonomik alanda yaşadığı büyük sıkıntıları önemseyerek- yaz aylarında turizm sektöründen elde edilen gelirlere gözünü diktiği aşikâr. Bununla “halkın gözünün içine baka baka” günlük koronavirüs vaka sayılarını değil, günlük hasta sayılarını kamuoyuna açıklayarak alenen yalan söyledi, kamuoyunu yanılttı. Bakan Koca’nın yılın son aylarında yaptığı açıklamalarla gerçek sayılar ortaya döküldü.
Peki, ne oldu da hükümet, günlük vaka sayılarını bırakarak gerçek rakamları açıklama gereği hissetti? Bu hususta birkaç iddia var:
Birincisi, turizm sezonunun kapanması ile yerli turistin evlerine, yabancı turistin ülkelerine dönmesi sonrası alınan kısıtlama tedbirlerinin, vaka sayıları yüksek gösterilerek korku atmosferinde daha rahat hayata geçirilmesini sağlamak…
İkincisi, dünyada birçok ülkede aşı üretimi noktasında sona gelindiği hatta Çin, Rusya, Almanya vb. ülkelerin Kovid-19 aşısını ürettiği açıklandı. Üretilen aşıların pazarlanmasında çok ciddi bir yarış var. Aşıdan elde edilecek milyarlarca dolar, üreticisinden aracı ve satıcısına kadar herkesin iştahını kabartıyor… Bu hususta Türkiye, Çinli Sinovac’ın geliştirdiği “CoronaVac” aşısından 50 milyon doz temini için sözleşme imzaladığını, aşılamaya 11 Aralık’tan itibaren sağlık çalışanlarıyla başlandığını duyurdu.
Üçüncüsü, salgınla mücadele kapsamında 160 milyar dolar düzeyinde bir finansal destek sağlamayı hedefleyen Dünya Bankası’nın Türkiye’ye ayırdığı meblağ ve dış finans kaynaklarından borç sağlanabilmesi için Kovid-19 vakalarının riski yüksek bir seviyede gösterildiği de iddialar arasında…
Tabii, “alınacak kredi ve yardımlar, ülkenin pandemi krizinden çıkışına merhem olabilecek mi?” orası da ayrı bir makale konusu…
Aşıdan bahsederken önemli bir konuya da dikkatinizi çekmek istiyorum. Kapitalist sistemin bayraktarlığını yapan zengin ülkelerde on milyonlarca doz aşı alımı yapıldı. Örneğin; Kanada, her bir vatandaşının beş defa aşılanmasını sağlayacak kadar çok aşı satın aldı. Peki, yoksul ülkelerde durum nasıl? Çoğu İslâm coğrafyasında bulunan bu fakir ülkelerde sayı maalesef sadece yüzbinlerle sınırlı kaldı. Bunun en büyük nedeni de, zengin ülkelerin mevcut aşıların çoğunu önceden satın almış olması. Fakir ülkeler, aşıya erişim için en erken 2022’yi beklemek zorunda!
Türkiye, kriz yönetmede ne kadar başarılı, ne kadar başarısız; sonuçlar ortada… Avrupa’da eğitime başlanması için takvim belirleniyor ve eğitime başlanıyor… Aynı şekilde Türkiye de Milli Eğitim Bakanı’nın açıklamaları ile bu takvime göre eğitime başlıyor. Avrupa’da eğitim tatil ediliyor; Türkiye’de de tatil ediyor. Avrupa’da kısıtlama kararları alınıyor; Türkiye’de de kısıtlama kararları aynı dönemde alınıyor. Avrupa’da kısıtlamalar kaldırılıyor aynı şekilde Türkiye de uyguladığı kısıtlamaları kaldırıyor. Bu programları da Dünya Sağlık Örgütü yönetiyor. Anlayacağınız Türkiye’nin kendine ait bir kriz yönetme planı, projesi yok. Arada bir takım farklılıklar olsa da Batı’daki uygulamaların “şekli, rengi ve modeli” değiştirilerek burada da hayata geçiriliyor.
“Türkiye dışa bağımlı mı? Ne kadar bağımlı?” diye sorsak, birçok kişi Türkiye’nin bağımsız olduğunu iddia edecek. Ancak görünen köy kılavuz istemez! İster kabul edin, ister etmeyin ama Türkiye Cumhuriyeti varoluşundan beri Batı’ya “köle düzeyinde” bağımlı bir ülkedir.
Türkiye’nin dışa bağımlılığı sadece Kovid-19 uygulamalarıyla sınırlı değil. Özellikle Cumhuriyetin kurucuları, Batı’dan aldıkları yönetim sistemi ile adeta boynumuza yağlı urganı geçirdiler. Müslümanlar kendi ülkelerinde, kendi topraklarında zorla laik nizamlara itaat etmeye, Batılı değerlere göre yaşamaya zorlandılar.
Cumhurbaşkanı Erdoğan 2018 yılında, “Avrupa istedi diye, zinayı serbest yaptık” itirafında bulunmuştu. Allah’ın haram kıldığı hayâsızlığı AK Parti hükümeti serbest bıraktı. Neden? Sırf “Batılı kâfirler istiyor” diye… Bugün İstanbul Sözleşmesi, 6284 No.lu Kanun ve Toplumsal Cinsiyet Eşitliği gibi toplumu ifsat eden uygulamalar yine Avrupa’nın talebi ile yerine getirilmiyor mu?
Türkiye’nin Batı’ya bağımlılığı bu saydıklarımızla bitiyor mu? Hayır… Sadece yönetim sistemiyle, parasal konularda değil, finans sistemiyle, tarımıyla, sağlık ve eğitimiyle, kısaca devlet yönetimiyle ilgili her konuda dışa bağımlı…
Hükümetler değişse de, “namaz kılan şahıslar” yönetime gelse de, Türkiye’nin laik yapısında bir değişim gerçekleşmez. Aksine her gelen yönetici kendisini Batılı efendilerine ispat etmek adına toplumsal algıları Batılı normlara göre yönetmeye çaba sarf ediyor.
Konumuza dönecek olursak… 2020’de yaşadığımız sancılı sürecin 2021 yılında da devam edeceği kanaatindeyim. Kapitalizmin ayıplarını koronavirüse yıkarak pisliğin üstünü örtmeye çalışan yöneticiler eliyle kısıtlamalar hayatın her alanında devam edecektir.
Dolayısıyla önümüzdeki süreçte gündelik hayatta sıkça duyacağımız sorunun, “Aşı oldunuz mu?” sorusu olacağını düşünüyorum. Ancak ister aşı olun, ister olmayın, herkesi bir şekilde aşı yapacaklar. Sizi aşı olmaya zorlamayacaklar ama hayatınızın akışı içerisinde hastaneye gidemeyecekseniz; resmî kurumlara giremeyecekseniz; uçak, tren, otobüs ve vapura binemeyecekseniz; siz de gidip kendi isteğinizle(!) aşı olacaksınız.
Allah Subhanehu ve Teâlâ, bu karanlık günlerin ardından insanlığı güvene, huzura ve aydınlığa çıkaracak “Râşidî Hilâfet” muştusunu duymayı bizlere nasip etsin!
___
#AşıOldunuzMu