Her gün gelen zamlar, her geçen gün artan fiyatlar vatandaşları isyan noktasına getirdi. Önceleri böyle bir makale yazarken etkilenen kesim için “dar gelirli” ibaresi kullanırdım. Ancak son dönemlerde yaşanan ekonomik sıkıntılar “orta sınıf” diyeceğimiz kesimi neredeyse yok etti. İstisna kaideyi bozmaz; ya azınlık olan zengin sınıfındasınız ya da çoğunluğun oluşturduğu fakir! Çünkü zengin-fakir arasındaki uçurum her geçen gün açıldığı için insanlar artık iki sınıfta toplanıyor. Bu yüzden artan fiyatlar ve yaşanan zamlar, toplumun büyük bir bölümünü sarsmaktadır.
Neredeyse her hafta bir ürün zam şampiyonu seçiliyor. Bir hafta önce yapılan market alış-verişi diğer hafta en az %10 zamlanmış olarak yapılıyor. Ev fiyatlarından tutun mutfak giderlerine kadar, kırtasiye giderlerinden giyim eşyalarına kadar tüm ürünler zam konusunda birbirleri ile yarış hâlindeler. Hele hele bazı ürünler var ki altın borsası gibi, anlık ve saatlik değişiyor. Üstelik bu ürünlerin neredeyse tamamı halkın almak mecburiyetince olduğu birincil tüketim ürünleri! Hâl böyle olunca geçim sıkıntısı her geçen gün daha da çekilmez oluyor. Esasında daha da zor olan, bu sürecin ne kadar süreceği, nerede son bulacağının kimse tarafından bilinmiyor olmasıdır. Çünkü hatırlayacağınız üzere Cumhurbaşkanı Erdoğan bile yaşanan bu zamlardan rahatsızlığını dile getirmişti. Devletin en yetkili kişisi bile bu süreçten rahatsız olduğu dile getirip bunu kalıcı olarak önleyemiyorsa vatandaş ne yapsın; elindeki kısıtlı imkânlar ile hayatta kalma mücadelesi veriyor!
Bu soruna esnaf nazarından baktığımızda durum esasında orda da aynı. Hükümet ve ona tabi medya unsurları bu problemi her ne kadar fahiş zam yapan işyerleriymiş gibi lanse etse de, sattığı ürünün yenisi tekrardan rafa koyabilmesi esnafın da zamma katlanarak yaptığı bir şey. Klişe bir tabir olacak ama “balık baştan kokarmış” derler ya, durum tam da böyle… Hatırlayacağınız üzere birkaç ay önce elektriğe ve doğalgaza peş peşe zamlar gelmişti. Yine yakın bir zamanda akaryakıt zamları yaşanmıştı. Bu giderler sanayinin ana üretim maliyetlerindendir. Hükümetin yaptığı bu zamlar domino etkisiyle tüm ürünlere yansımış durumdadır. Ayrıca döviz kurlarının çok yüksek olması hammadde maliyetlerini çok çok yukarı çekmektedir. Artan işçilik maliyetlerini de bu sürecek eklediğiniz zaman yaşanan zamların genel olarak sebeplerini görmek mümkündür.
Peki, nereye kadar sürecek bu zamlar?
Ekonominin bu kötü gidişi nerede son bulacak?
Devlet yetkililerin yaptığı gibi, altın varaklı odalardan halka porsiyon küçültme çağrısı yapmakla mı ekonomik sorunlar çözülecek? Ya da Diyanet’e emir verip helal-haram konulu hutbeler okutarak mı zamlar önlenecek?
Maalesef ki devletin attığı somut adımlar bunlardan ibaret…
Bu sorunun ana ve tali olmak üzere çeşitli sebepleri vardır. Sorunun temelinde zaten malumunuz olduğu üzere kapitalist nizamın iktisat sistemi bulunmaktadır. Bu sistem faize dayalı para politikası ile hem üreticiyi hem de tüketiciyi kıskacına almış, tabiri caizse modern köleler hâline getirmiştir. İster üreten olun ister tüketen, bankaların çemberinden geçmeden işlem yapmanız neredeyse imkânsız. Sistemin dayatması olan faizli bankalar zaten üretim ve tüketim maliyetlerini artıran en önemli unsurların başında gelmektedir.
Problemi derinleştiren en önemli sorun ise, lüks kamu harcamalarıdır. Siyasi kaygılar ile yürütülen kamu hizmeti ülke servetinin büyük bir bölümünü yok etmektedir. Atamalar, bakanlıklar, memuriyetler, makam odaları, makam araçları, danışmanlar, parti geleceği için açıktan ve gizliden yürütülen partisel örgütlenmeler, siyasi görüşe göre dağıtılan ihaleler, ihaleler üzerinden yapılan yolsuzluklar, belediyeler eliyle sömürülen servetler derken halkın tamamına ait olan kamu serveti ne yazık ki belirli bir zümre arasında pay edilmektir.
“Demokrasi” kelimesinin arkasına sığınan bu zümre, kamuya ait olan tüm her servetleri demokratik yasalar eliyle sahiplenmiş, kendilerine dokunulmazlıklar çıkarmış, tüm gelirleri aralarında pay etmiş, giderleri ise halkın sırtına zam ve vergi olarak yüklemişlerdir. Lafa gelince; “hizmet için görevde olduklarını”, “efendi olanın halk, kendilerinin ise hizmetkâr olduklarını” söylerler. Çünkü demokrasi var; halk, kendi kendini yönetiyor(!) sonuçta değil mi? Öyle bir halk düşününki, hem kendini yönetiyor hem fakirlik ve sefalet içinde… Çok fedakâr olmalı bu halk! Çünkü seçtikleri yöneticiler zengin olsunlar, rahat içinde yaşasınlar, kat kat maaş alsınlar diye fakirliği, sıkıntıyı, vergileri ve zamları kabul etmiş…
İşin ironisi bir yana, sistemi kuranlar ne güzel kurmuş değil mi? Bir asır boyunca her görüşten iktidar başa gelmesine rağmen, kazanan hep yöneticiler, kaybeden ise halk olmuş. Makam araçları, makam odaları, ihaleler onlara; enflasyon, zam, darbe, kriz ve fakirlik halka… Adalete bak!
Sonuç olarak; özelde ekonominin genelde ise tüm sorunların ana kaynağı, oy kullanmak suretiyle kendi kendini yönettiği masalına inandırılan halka uygulanan demokratik sistemdir. Bu sistemden kurtulmadığımız müddetçe bu sorunlardan kurtulmamız imkânsızdır. Kendi ekonomik durumumuzu değiştirmek için harcadığımızı eforu, bize dayatılan bu köhne sistemi değiştirmek için harcadığımızda, birçok problem kendiliğinden yok olacaktır biiznillah.