Arabayı Atın Önüne Koşmak
18 Eylül 2020

Arabayı Atın Önüne Koşmak

Sözlükler, “şirazesi kaymak” deyimini “bir kişinin ya da fikrin yanlış noktaları temel almasından ötürü, çıkarımlarının da yanlış olacağını belirten deyim” olarak tanımlıyor. Ya da “halk arasında genellikle ‘dengesini yitirmiş’, ‘kontrolünü kaybetmiş’ anlamında kullanılır ve bu anlam pek doğru olmamakla birlikte, bir yakıştırmadır” diyor. Demek ki şirazesi kaymak deyimini “temeldeki hatadan dolayı çıkarımların da hatalı olacağı” manasında kullanmak çok daha yerinde olacaktır.

Şiraze, ciltçilikte kitap ciltlemekte kullanılan bir eşyaya verilen isimdir. Sayfaları birbirlerine yapıştırmak için kullanılan kumaş, kâğıt ya da tülbent parçasıdır. Eğer şiraze düzgün olmazsa sayfaların düzgün olması mümkün değildir. Sayfalar, birbirine yapışmaya yapışır ama şirazesi kayıksa sarmal çıkılan bir merdiven gibi yamulma eğilimi gösterir. İşte İslâm âleminin durumu tam da böyle… İslâm ümmetinin şirazesi, Hilâfet idi. Temel, esas ve her şeyin kendisine bağlı olduğu şiraze anlamından hareketle Hilâfet Devleti yıkıldıktan sonra beldelerimiz sömürgeci kâfirler tarafından işgal edildi. Peşi sıra açlık, kan, gözyaşı ve zulüm topraklarımızda hiç eksik olmadı. Şirazesi dağılmış kitap sayfaları gibi darmadağın oldu İslâm ümmeti…

Hilâfet yıkıldıktan sonra beldelerimiz işgal edildi, yeraltı ve yerüstü kaynaklarımız tarumar oldu ve Müslümanlar kendi topraklarında açlığa, sefalete mahkûm edildiler. Bu durum karşısında reaksiyon gösteren bazı Müslümanlar dernekleşerek yardıma muhtaçlara uzanan yardım eli olmayı amaçladılar.

Genelde bütün insanlığın özelde ise Türkiye toplumunun geldiği insani ve ahlaki noktaya karşı tepki olarak bazı kardeşlerimiz de cemaatleşerek özelde gençliği genelde de toplumu kurtarma gayreti içerisine girdiler.

Bazı kesimler ise Hilâfet’in yıkılmasıyla Batı’nın amansız kültürel saldırıları karşısında erozyona uğrayan ahlakımızı yeniden güzelleştirmek adına “ahlaklı nesil” sloganıyla çalışma ortaya koydular.

Kimimiz cami, kimimiz Kur’an Kursu… Kimimiz hayır-hasenat, kimimiz ahlak, kimimiz de ilmî çalışmaların ucundan tuttu. Ancak hepsinin en temelde amaçladıkları tek bir şey vardı: Allah’ın dinine bir şekilde yardım etmek, Müslümanları eski izzetli günlerine tekrar dönmesini sağlamak.

Kısacası, Müslümanların kötü ahvalinden, gidişatından rahatız olan ve İslâmi duyarlılığa sahip olan ümmetin evlatları, yeri geldi cemaatleşti, yeri geldi kitleleşti ve İslâm adına bir şeyler yapma gereksinimini her daim omuzlarında hissetti.

Peki, şöyle bir düşünün kıymetli okur kardeşlerim: Bir gücünüz var yani bir devletiniz var, -tıpkı önceden olduğu gibi-… Müslümanların daha iyi noktalara gelmeleri için cemaatleşen, dernekleşen Müslümanların yaptıkları ve yapacakları bütün işleri tastamam yerine getiren-getirmekle sorumlu olan bir devlet…

Bütün sıkıntılarımızı tek merkezden giderecek bir devlet…

Sömürgeci kâfirlerin işgal ettiği her bir karış toprağı kâfirlerin necasetinden arındırıp Müslümanlara yeniden iade edecek olan bir devlet…

Sadece Gazze değil, sadece Batı Şeria değil bütün Filistin topraklarından Yahudi pisliğini hiçbir eseri kalmayıncaya kadar sürgün edecek ve Mescid-i Aksa’yı özgürlüğüne kavuşturacak bir devlet…

Sahilden biraz uzaklaşmış olmasına rağmen kıyıda hapşıran bir kimseye, sünnet gereği mukabelede bulunmak için -kayıkçıya ek ücret ödemek suretiyle- sahile tekrar dönüp “yerhamukAllah” diyerek sünneti yerine getiren Ebu Davud gibi ilim adamları yetiştirecek bir devlet…

Sadaka taşından ihtiyacı olanı alıp fazlasına elini sürmeyecek kadar ahlaklı bir toplum yetiştiren bir devlet…

Sokak ortasında erkeklerle karşılaştıklarında “hayâ imandandır” şiarıyla edeple kenarda bekleyen kadınlar var edecek olan bir devlet…

Bağrından İmam Şafiler, İmam Ebu Hanefiler, Muhammed Fatihler gibi genç âlim ve komutanlar çıkaracak bir devlet…

Zekât verecek kimseyi bulamadığı için kuşlar aç kalmasın diye dağlara buğdaylar serpecek olan bir devlet…

Tarih kitaplarından bildiğimiz sadaka taşını tarih kitaplarından çıkarıp gerçek hayatta olmasını sağlayacak bir devlet…

Bütün cemaatlerin, kitlelerin ve derneklerin gerçekleştirmek için çabaladıkları hususları hakkıyla yerine getirecek ve getirmekle de sorumlu bir devlet, düşünün…

Cemaatlerin gerçekleştirmek için çaba gösterdikleri ve uğrunda cemaatleştikleri hususların en temelde çözümü İslâmi bir devletin yani Hilâfet Devleti’nin varlığıyla mümkündür. Yanlış anlaşılmanın önüne geçmek adına: hayır, hasenat ve susuz bir araziye kuyu açtırmak gibi bazı yardım faaliyetleri ya da ilmî-ahlaki çalışmalar devletsiz asla yapılamaz, demiyoruz. Bu işler asılda devletin kontrolünde ve devletin yapacağı işlerdir, diyoruz.

İşte bu devleti var etmek/ikame etmek Rasulullah’ın önceliğiydi, bizim de önceliğimiz olmalıdır!

Hani yukarıda cemaatlerin asıl maksatlarının Allah’ın dinine yardım etmek olduğunu ifade etmiştik ya; rivayetlerden de Rasulullah’ın İslâm daveti çalışmaları sırasında “dine yardım” çağrısından “devleti kurmayı” kast ettiğini anlayabiliyoruz.

İbn Hişam siretinde geçtiği üzere; “Rasulullah Amir b. Sa’sa oğullarına gelerek onları Allah’a çağırdı, kendini onlara takdim etti. Beyhâre b. Firas denilen bir adam ona şöyle dedi: Vallahi şu Kureyş gencine sahip olsam, bütün Araplara hâkim olurum. Ardından Rasulullah’a yönelerek; Sana işin için yardım etsek ve Allah da seni muhaliflerine üstün kılsa senden sonra yönetim/devlet idaresi elimize geçer mi? Ne dersin? dedi. Bunun üzerine Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem; “Yönetim işi Allah’ındır, onu dilediğine verir.” diyerek karşılık verince, Beyhâre; Senden sonra yönetim bize geçmeyecekse neden senin için boyunlarımızı Arapların kılıçlarına hedef yapalım. Senin işinden bize ne? dedi.”

Rivayetten açıkça anlaşılmaktadır ki Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem İslâm’ı bir siyasi otorite aracılığıyla egemen kılmanın peşindedir.

Ezcümle…

Mademki devlet bugün var olan İslâmi hareketlerin yaptıklarının/yapacaklarının hepsini yerine getirecek olan esasi siyasi varlıktır; gelin o vakit, çalışmaya doğru yerden başlayalım ve Râşidî Hilâfet Devleti’nin ikamesi için hep birlikte çalışalım.

Yani arabayı atın önüne değil arkasına bağlayalım…