Alma Mazlumun Âhını…
03 Şubat 2017

Alma Mazlumun Âhını…

Ülkenin dört bir yanından hukuksuzluklar ve zulüm haberleri geliyor. Fakat buna rağmen öyle usta bir gözbağcılık var ki, o biçim… “Ne sihirdir ne keramet, el çabukluğu marifet” tadında; an geliyor mağdur, an geliyor muktedir olunabiliyor; beklentilerin âlâsının karşılandığı izleniminin zirvesindeyiz desem, yeridir.

*‘İktidar olduk, muktedir olamadık’*ın başkanlığa evrildiği bir süreçte, en tehlikeli faktörün meğer çok usta bir “aktör” olarak pazarlandığını gördük, 15 Temmuz’da… Kanımızdan, canımızdan bedel ödetilerek “savunma hattı”nda katledilen yine bu mümin halktı; hem de ezanlarla, salalarla, tekbirlerle şehadet meydanlarına çağrılan; ardından ucuz, demokrasi söylemleriyle sükut-u hayale gark olan…

Dedik ya marifet, “cambaza bak” kurnazlığında gemisini kurtaran Kaptan’ın kendi bekası için çizdiği rotasında yürümesiydi, ya da bu mümin halka bu rota, hakkın gür sedası tadında yedirildi. Beklenti: zamanın iktidarının, bugün muktedir olması ve üzerimize adaletle(!) hükmetmesiydi… Önümüze geçip bize liderlik etmesiydi…

Öyle olmadı maalesef…

Nasıl oldu peki? Halk adalet beklerken, zulme duçar kalıyordu kimimiz, fakat kimimiz de buna ses çıkarmıyor, aksine bilmeden belki de zulmü savunur hale geliyorduk. Öyle ya, ateş olmayan yerden duman çıkmazdı zaten!

Âh’lardan bina edilmiş bir başkanlık dikmek midir, liderlik? Zulmü kalkınmanın, terakkinin gereği mi görür olmuş gözleriniz? Mazlumların oyları, umutları zulme mi tahvil edilecekti! Hâlbuki alttan alta müthiş bir pazarlamayla iktidar olunmuştu, sessiz yığınların ötekileştirilmiş dünyasından yükselen bir sayha olarak...

Ama şimdi…

•Mavi Marmara ihanetini konuşuyoruz; Yahudi varlığıyla imza edilmiş siyasi müzakere masalarında meze niyetine servis edilmiş...

•Posası çıkarılmış bir belde halkının izzetli duruşunu, Halep kuşatmasını kırmak amaçlı başlatılmış Fırat Kalkanı Operasyonu’nun ardından, "geri döneceğiz Halep!" notunu tarihe düşen mazlumiyet anıtı Halepli çocukların yürek burkan çaresizliğini izliyoruz ekranlardan…

•“IŞİD”, “FETÖ”, vb. suçlamalarla zindanlara atılan İslamî dava taşıyıcılarının sessiz bırakılmış çığlıklarını işitiyoruz, demir parmaklıklar ardında…

•Yeni moda bir heyulaya kurban edilerek her türlü muhalefet unsuru, “FETÖ” adı altında mimleme, suçlama, tutuklama operasyonlarıyla sindiriliyor bugün ve bunu konuşamıyoruz bile maalesef. Ve bu süreç aldatılmışlığın(!), kandırılmışlığın(!) intikamı olarak acımasız ve vicdansız bir saldırı furyası halini aldı. Kurunun yanında yaşın da yandığı/yanabildiği bir süreçte ‘adalet’, lüks bir beklenti maalesef:

“Toplumun adalet algısında tahribat yapan haberlere son dönemlerde sıkça rastlıyoruz. Yine 25 Ocak tarihinde Nur Begüm Çekin adlı bir kadının da FETÖ/PDY diye ifade edilen örgüt kapsamında gözaltına alınması gibi… Bu olay, ‘suçlama/şüphe’ ile gözaltı ve hatta tutuklamalara varan bir takım haksızlıkları gündeme getirdi.” (01.02.2017, Köklü Değişim Medya)

“Alanya İlçe Emniyet Müdürlüğü Asayiş Büro Amirliği, FETÖ/PDY şeklinde ifade edilen örgüt soruşturması kapsamında hakkında arama kararı bulunan F.G. adlı kadının doğum yapmak üzere, hastaneye müracaat ettiğini belirledi.

Dün hastaneye giden polis ekipleri, şüpheliyi hamile olduğu gerekçesiyle gözaltına almadı.

Güvenlik önemlerinin ardından, Başkent Üniversitesi Alanya Uygulama ve Araştırma Hastanesi'nde doğum yapan F.G, taburcu edilmesinin ardından, bugün gözaltına alındı.” (01.02.2017, Köklü Değişim Medya)

Adalet bir intikam mekanizmasına dönüşürse, bu toplum için ciddi bir tehlikedir. Hele ki vicdan, intikam duygusunun girdabında gitgide dibe vuruyorsa bir de, vay o milletin haline…

Ben adaleti saadetimde ararsam, sen bir lider olarak iktidarını sömürgeci güçlere bağlarsan; ne Mavi Marmara şehitlerini hatırlatır sana vicdanın, ne de bir günlük bebeğin adliye koridorlarına “çok erken” merhaba deyişini…

Uluslararası anlaşmaları bekasının garantisi addederse bir devlet, insanlığın emaneti “mültecileri” hiç çekinmeden, hiç utanmadan-sıkılmadan, teslim edebilir bir malum meçhulün kucağına: katliama…

Duydunuz mu bilmiyorum, “Emniyet Yabancılar Şubesi Müdürlüğü’nde şu an bildiğimiz kadarıyla 15 Çeçen Rusya’ya gönderilmek üzere beklemekte.” (01.02.2017 Köklü Değişim Medya) ve “Türkiye'de 5 yıldır yaşayan Rawshan Haitov Özbekistan'a gönderilmek üzere Atatürk Havalimanında tutuluyor. “Dinimizi yaşamak için geldik” dedikleri Türkiye, eğer onları Özbekistan’a iade ederse idam edilecek.” (30.01.2017 Köklü Değişim Medya) Reina saldırısı sonrasında özellikle Orta Asya kökenli mültecilere yönelik baskı ve sınırdışı hadiseleri daha da arttı. Sınırdışı hadiselerini ya da bazı Çeçen komutanlara yönelik silahlı saldırı ve suikastları, Reina saldırısı ile ilişkilendirmek abes olur zira bu saldırılar, Reina’dan önce de karşılaşılan hususlardandı. (Belki bunları daha iyi anlamak için (Rusya, Çin özelinde) Şangay Beşlisi görüşmeleri çerçevesinde gelişen bölgesel ilişkilere bakmak gerekiyor.)

Dolayısıyla senin merhametine ve samimiyetine güvenmiş olmanın bedelini canlarıyla ya da hürriyetleriyle ödememeli bu muhacirler… Ensar olmanın gereği bu değildir: devletlerarası anlaşmalarını bu zulüm üreten zihniyet üzerine oturtmamalı bir Müslüman liderlik…

Sana güvenmiş, seni sığınılacak bir liman bilmiş Müslümanlara karşı böylesi bir cürüm, dünyada bir zillet ve ahirette de acılı bir azaba duçar edebilir insanı. Günümüz dünyasının reel politik dayatmasının karşısında izzetli bir duruştur, tüm İslam Ümmeti’nin hasretini çektiği, aksi değil. İcraatın sözü doğruladığı bir liderliktir, izzet ve heybet elbisesini sahibine yakıştıran. Adalet ve hukuktur, huzurun temelinde yatan ki geleceğe emin baktıran.

Adil olan Allah’tır, O Subhanehû’nun nizamıdır adaletin teminatı; sen yeter ki ona sarıl! Güçlü liderlik, konjonktüre bakmadan hakkı ayakta tutabilmek, Müslümana ensar olabilmek, **İlayı Kelimetullah'**ı yüceltebilmektir.

Aksi, zulme gebedir ve zulümle âbâd olunmaz! Unutma ey Âdemoğlu: Mazlumun âhı, Mevla’ya aracısız ulaşır. Alma mazlumun âhını ki o senden elbette aheste aheste alınır!