Allah’a iman edince, yaratılışımızın gayesinin Allah’a kulluk olduğunu öğrendik.[1] İman iddiamızda ne kadar samimi olduğumuzun ispat gerektiğini,[2] bizden öncekilerin sınandıkları gibi sınanmadan bırakılmayacağımızı, onların başına gelen musibetlere benzer musibetler ile karşılaşıp sabır ile Allah’a tevekkül edip O’na sığınmadan cennete giremeyeceğimizi[3] öğrendik kutlu Nebi’den.
Sınayan, bütün eksikliklerden münezzeh, her şeye kadir olan Rabbimiz; sınanan biz aciz, sınırlı kullarız. Aciz olan biz insanlar her zaman için yardıma muhtacız. Bizler aramızda imkânlarımız ölçüsünde yardımlaşmak ile mükellef olmakla birlikte hepimiz Subhan olan Allah’ın yardımına muhtacız. O yardım etmezse bize yardım edecek kimse olamaz. Çünkü O’nun yardımı mutlaktır. Allah Subhanehu ve Teâlâ şöyle buyurmaktadır;
إِن يَنصُرْكُمُ اللّهُ فَلاَ غَالِبَ لَكُمْ وَإِن يَخْذُلْكُمْ فَمَن ذَا الَّذِي يَنصُرُكُم مِّن بَعْدِهِ وَعَلَى اللّهِ فَلْيَتَوَكِّلِ الْمُؤْمِنُونَ
“Allah size yardım ederse, artık size üstün gelecek hiç kimse yoktur. Eğer sizi bırakıverirse, ondan sonra size kim yardım eder? Müminler ancak Allah'a güvenip dayanmalıdırlar.”[4]
Ancak Rabbimizin bize yardımı şarta bağlıdır. Çünkü Rabbimiz başka bir ayette şöyle buyurmaktadır:
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِن تَنصُرُوا اللَّهَ يَنصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ أَقْدَامَكُمْ
“Ey iman edenler! Eğer siz Allah'a (Allah'ın dinine) yardım ederseniz, O da size yardım eder ve ayaklarınızı kaydırmaz/sizi sabit kılar.”[5]
Allah’a yardım, Allah’ın dininin yerleşmesine, güçlenmesine yardım demektir. Allah’ın dinini dava olarak bilip taşımaktır. Ki yeryüzünde fitne kalmayıp kulluk sadece Allah’a oluncaya; yeryüzünün tamamında İslam’ın hakimiyeti sağlanıncaya kadar çalışmaktır. Allah’a yardım etmek, Allah’ın emirlerini yerine getirmek, yeryüzünü adalet ile doldurmaktır. Böylesi bir uğraş içinde olana, Allah yardım edeceğini bildirmektedir. Allah’ın yardımı, bilinen sıkıntıların giderilmesi şeklinde olabileceği gibi kişinin ayaklarını hidayet üzerinde sabit kılmasıdır. Allah’ın yardımının kessin olacağına dair şu ayette daha net bir şekilde ifade edilmiştir.
... وَلَيَنصُرَنَّ اللَّهُ مَن يَنصُرُهُ إِنَّ اللَّهَ لَقَوِيٌّ عَزِيزٌ
“…Allah, kendisine (kendi dinine) yardım edenlere muhakkak surette yardım eder. Hiç şüphesiz Allah, güçlüdür, galiptir.”[6]
Muhakkak güçlü ve galip olan Allah mutlak anlamda yardım edebilir. Ancak O’nun yardımı ile üstün gelinebilir. Allah’a yardım etmek, Allah’ın iman edenlerden kesin talebidir ayrıca. Çünkü Rabbimiz şöyle buyurmaktadır.
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا كُونوا أَنصَارَ اللَّهِ كَمَا قَالَ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ لِلْحَوَارِيِّينَ مَنْ أَنصَارِي إِلَى اللَّهِ قَالَ الْحَوَارِيُّونَ نَحْنُ أَنصَارُ اللَّهِ فَآَمَنَت طَّائِفَةٌ مِّن بَنِي إِسْرَائِيلَ وَكَفَرَت طَّائِفَةٌ فَأَيَّدْنَا الَّذِينَ آَمَنُوا عَلَى عَدُوِّهِمْ فَأَصْبَحُوا ظَاهِرِينَ
“Ey iman edenler; siz Allah'ın yardımcıları olun. Nitekim Meryem oğlu İsa, havarilere: Allah'a giden yolda benim yardımcılarım kimlerdir? deyince, havariler demişlerdi ki: Biziz, Allah'ın yardımcıları. İsrailoğullarının bir takımı böylece inanmış, bir takımı da küfretmişti. Nihayet Biz, o iman edenleri düşmanlarına karşı destekledik de böylece üstün geldiler.”[7]
Bu ayetlerden açıkça görülmektedir ki yardım olunmak istiyorsak yardım etmek zorundayız. Üstün olmak istiyorsak “ensarullah” olmak yani Allah’ın dinine yardım etmek, Allah’ın dinini dava edinip taşımak, İslam ümmetinin kurtuluşu için çalışmak zorundayız. Hidayet üzere bir hayat sürmek ve hidayet üzere ölmek istiyorsak ensarullah olmak zorundayız. İmtihanımızı alnımızın akı ile geçmek istiyorsak, düşmanlarımıza galip gelmek istiyorsak, ensarullah olmak zorundayız. Rabbimizin bize güç ve takat vermesini, sabrımızı artırmasını ve böylece insanlara şahitlik yapmak istiyorsak ensarullah olmalıyız.
Tek tek, fert fert değil; birlikte, kitle olarak, “ben” değil “biz” ensarullah olmalıyız. Hangi zaman diliminde ve hangi konumda olursak olalım, şartlarımız ne olursa olsun; “Biziz ensarullah” diyebilmeliyiz. Çağın ve hayatın gürültüsü içinde, “kim ensar olacak?” çağrısını duyabilmeli ve duyurabilmeliyiz.
Peki, nasıl ensar olunur? Herkes inkâr ederken İsa Aleyhi’s-Selam’ın nidasına karşılık vererek “bizler ensarullahız ve şahit ol ki bizler Müslümanlarız” diye haykıran havariler gibi ensar olunur.[8]
Ulaşması gereken yere varması için vahyin nuru, yüklendiği ağır yükün altında kalınca dost, Ebu Bekir gibi sadık ve ensar olunur. Altında kalınması gerekiyorsa taşların, Bilal gibi ensar olunur. Elleri boynuna bağlanması gerekiyorsa Talha gibi, hapis olunması gerekiyorsa Ammar gibi, Saad bin Ebi Vakkas gibi ensar olunur. Susayınca kana kara topraklar Sümeyye gibi ensar olunur. Taşınması gerekiyorsa davanın Yesrib’e, Musab bin Ümeyr gibi ensar olunur.
Kavminin çoğunluğu kendisini inkâr ederken, kutlu elçi Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem ile gecenin karanlığında akabede sözleşen yiğitler gibi ensar olunur. Yeryüzünün kandilleri, karanlık ile kavgalı, aydınlık müjdecileri, zulmün ve zulmetin düşmanı, direniş ve diriliş erleri, bir avuç Evs ve Hazreçli yiğit gibi Ensar olunur. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’den gelen en ağır şartları, tevekkülle karşılayan “... Bütün bunları dillerimizle, gönüllerimizle, güçlerimizle, getirdiğine iman ederek, kalplerimize yerleşen bilgiyi tasdik ederek 'evet' dedik. Hepsi için sana biat ediyoruz. Rabbimiz ve sana biat ediyoruz. Allah'ın kudreti hepimizin kudretinin üzerindedir. Kanlarımız senin kanını, vücudumuz senin vücudunu koruma yolunda feda olsun. Öz canlarımızı, çocuklarımızı ve kadınlarımızı koruduğumuzdan daha fazla seni koruyacağız. Bunları ancak Allah için yapacağız. Ey Allah'ın Rasulü, sözümüz sözdür...” diyen Yesrib'lileri temsilen Esad bin Zürare gibi ensar olunur. Bu öyle bir ensarlıktı ki yeryüzü böyle bir “ensarullah” örneğine belki de ilk defa şahitlik edecekti.
Karşılığı cennet olan alış-verişte ahde vefa bozulmadı. Biatin bedelini ödemekten kaçınılmadı. Bedir Savaşı öncesi değerlendirmede Ensar’ın görüşü şu ifadelerle tarihe geçiyordu: “Ya Rasulullah! Eğer savaşmamızı istersen biz sana İsrailoğulları’nın Musa Aleyhi’s-Selam'a dedikleri gibi 'Sen ve Rabbin gidin savaşın. Biz burada oturacağız' demeyiz. Bizi Berku'l-Ğamad'a sevk etmiş olsan bile senin peşinden gideriz. Bize, denize dalmamızı emretmiş olsan, tereddütsüz dalarız...” Allah’a teslimiyetin zirvesinde, O’na ensar olmanın ifadeleri idi bu sözler.[9]
Muhacir olan ile evini ve işini paylaşmaktı ve hatta kendisinin evlenmesi için ikinci eşini boşamak istemekti ensar olmak. Dünyevi tutkuların aşıldığı, paylaşmanın, kardeşlik duygusunun yuvalandığı temiz gönüllere sahip olmaktı ensar olmak. İşte İslâm Devleti böylesi bir ensarullah olmanın temeli üzerinde kuruldu. Güzide İslam toplumu böylesi bir ensar olma anlayışının üzerine inşa edildi.
İşte ensarullah olma karşılığında, “nasrullah”/Allah’ın yardımı ardı ardına geldi. Zafer üstüne zafer ile ufuklara doğru yollar alındı. O halde saadet asrından bu asra ensar olma bilincini taşımalıyız. Hayatımızı çepeçevre saran kara bulutlardan aydınlığa yol tutabilmek için yeniden “ensarullah” bilincine sahip olmak zorundayız. Çünkü bizler "ensarsız" bir dünyanın garipliğini yaşıyoruz. Çileli ümmet ve çaresiz beşeriyet, ensarını hasretle bekliyor. Akidesinden aldığı güçle Akabe'sinde Medine'sini projelendirecek ensar. Sa'd bin Rebî'nin mantığını ve ufkunu yakalamaya namzet ensarını bekliyor dünya.
Öyle bir ensarullah olalım ki ciğerleri su dolu cesetleri kıyılara vuran, ciğerleri toz dolu enkazların altında kalan ciğerparelerin olmayacağı aydınlık bir dünya oluşsun. Öyle bir ensar olalım ki yeniden Hamramevt ile San’a arasındaki yol emniyete kavuşsun. Ensarını bekliyor nasırlı eller, çadırlarda üşüyen bedenler, çamurlara bulanmış ıslak gözlü yurtsuzlar. Ensarını bekliyor yoksulluktan bitap düşmüş, faturasına bakakalan, bedenlerini yakan biçareler. Ensarını bekliyor vücudun yüksek ateşiyle kışın şiddetine direnen yakıtsız ve yardımsız nesiller. İki ateş arasında seslerini ancak Rablerine duyurabilen acılılar. Tehcir, tahkir, taciz, talan kapanında kalan kitleler ensarullahı bekliyor.
Ey küfrün hâkimiyeti döneminde gözünü dünyaya açan Müslümanlar! Öyle bir ensar olalım ki Allah’ın yardımı ile Dicle kenarındaki kuzuyu düşünen liderler çıksın.
Şunu yine hatırlatalım ki Allah’ın yardımını bekleyenler, Allah’ın dinine yardım etmelidir!
[1] Zariyat 56
[2] Ankebut 3
[3] Bakara 214
[4] Âli İmran 160
[5] Muhammed 7
[6] Hac 40
[7] Saff 14
[8] Maide 52
[9] Ahmed bin Hanbel, Müsned