Akçakale’ye yönelik yapılan saldırıyı Suriye rejimi kabul etti ve “üzüntü duyduklarını konuyla ilgili soruşturma başlatacaklarını” ifade eden bir açıklama geldi. Buna rağmen Baas rejiminin Hüsnü Mahalli gibi Türkiye’deki uzantıları hala bu saldırıları direniş gruplarından gelmiş olabilir gibi yazılar yazmaları ise küstahlıkta ne denli ileri boyuta vardıklarının göstermiştir.
Yaklaşık 20 aydır Suriye’de çocuk kadın ihtiyar demeden vahşice saldıran Baas rejimi Şam ehline karşı soykırım yapmaktadır. Beşşar Esed "kuduz psikolojisi" ile hareket etmekte ormanlara, hedef gözetmeksizin evlere, hayvanlara varana kadar saldırmakta aynen NATO’nun Müslümanlara saldırdığı gibi uçaklarla halkın üzerine bombalar yağdırmaktadır.
İşte bu bombalardan birisi 3 Ekim 2012 tarihinde Şanlıurfa’nın Akçakele ilçesine düştü ve beş kişinin ölümüne dokuz kişinin de yaralanmasına neden oldu. Vahşi Beşşar Esed bu bölgeye daha önce de mermi ve havan topu ile saldırmasına rağmen hükümet harekete geçmemiş insanların ölmesini beklemiştir. Bu saldırı sonucu Türk askeri misillemede bulunmuş ve Suriye topraklarını bombalamaya başlamıştır. Davutoğlu bu hususla ilgili övünerek bir cana karşılık iki hatta üç kişi öldürdüklerini ifade etmiştir. Olayla ilgili ilk açıklama Beşir Atalay’dan gelmiştir. Atalay; “bütün bunlar bizi Suriye'ye çekmek için yapılan girişimlerdir, olay vahim ve ileri bir durumdur” dedi. Atalay, bu ifadeyi kullanır kullanmaz hükümetin nasıl bir tutum takınacağı hususunda işaret gelmiş oldu.
Dış siyasetinde tamamen ABD ye bağlı olan Türkiye hükümeti Suriye’den gelecek böyle bir saldırı karşısında misillemede bulunacağını ise, ABD ‘ye daha önceden haber verdiği ortaya çıktı. ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Victoria Nuland’a sorulan "Türkiye'nin Suriye'ye karşılık vermeden önce bu konuda herhangi bir ön sinyal verip vermediğine" ilişkin soru üzerine şunları söylüyor: "Şunu söylemek yeterli ki Türkiye, eğer kendi topraklarına karşı bir ihlal olursa, buna cevap vermeye niyetli olduğunu bize açıkça ifade etti, Suriye'ye açıkça ifade etti, herkese açıkça ifade etti. Dolayısıyla, eğer bu noktadan bakarsan, bu bir sürpriz değildi."
Davutoğlu süreci nasıl yönettiğine dair görüşme trafiğini övünerek basınla paylaştı. İlk olarak Lakhdar Brahimi’yle ardından Baan Ki-moon, NATO Genel Sekreteri, birçok ülkenin Dışişleri Bakanı ve ABD Dışişleri Bakanına konuya ilişkin bilgilendirme yaptığını söyledi. Davutoğlu “Türkiye’nin 80’lerin Türkiye’si olmadığını yaşanan olayla ilgili Uluslar arası tüm camiayı harekete geçirdiğini” ifade etti. Şimdi bakalım Davutoğlu’nun diplomasisi ne anlama geliyor. NATO Konseyi büyükelçiler düzeyinde toplanmış ve ABD’ nin konuya ilişkin önceden kınama kararı çıkmalı şeklindeki açıklamasına binaen kınama kararı çıkmıştır. "Uluslararası barış ve güvenliği ihlal etmesi" şeklinde yazılan metne ise Rusya itiraz etmiş ve bu ibare metinden kaldırılarak ancak kınama kararı çıkabilmiştir. Bu kınama kararı ise Uluslararası alanda hiçbir anlam ifade etmemektedir. Dolayısı ile NATO üyesi Türkiye’ye olan bu saldırıyı NATO kendisine yönelik olarak bir saldırı şeklinde algılamamış ve 4. Madde kapsamında değerlendirilmiştir. 5. Madde kapsamında gündeme getirmesi ise söz konusu dahi olamamıştır.
Tezkere meselesine gelince: Caydırıcı amaçlı olduğunu bunun savaş kastı ile çıkarılmış bir tezkere olmadığını milletvekilinden, Başbakanı’na kadar herkes ifade etmiştir. Bu açıklamalarda yine Türkiye’nin dış siyasette tamamen dışa bağımlı şekilde hareket ettiğinin göstergesidir. Türkiye, Uluslararası siyasete yön veren devletlerin onayı olmamış tezkere’ye rağmen onlarsız asla hareket edemez. Bunu çok iyi bilen Beşşar hala kendisine verilen sürenin dolmadığını bildiği için Türkiye’ye havan mermileri atmaya devam ediyor. Demek ki kınama ve tezkere Beşşar’a caydırıcı olmamış.
Sonuç olarak sanırım can alıcı soru şu; Beşşar kendisi içeride çok zor durumda olmasına rağmen neden birde Türkiye’nin şimşeklerini üzerine çekmeye çalıştı. Bu sorunun cevabını ise Davutoğlu, TRT 1 ekranlarında çıkmış olduğu “Enine Boyuna” programında verdi. Davutoğlu, kapalı kapılar arkasında muhatapları ile yaptığı görüşmelerde herkesin, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'ın yanlış yaptığı ve bu görevden gideceği hususunda hemfikir olduklarını söyledi. Türkiye'nin bazı devletlerle Suriye konusundaki temel anlaşmazlık noktasının geçiş sürecinin nasıl gerçekleşeceği konusu olduğunu ifade eden Davutoğlu, Rusya ve İran'ın Beşşar Esed'in liderliğinde bir geçiş süreci istediklerini söyledi. Türkiye'nin ise, öncelikle Esed'siz bir geçiş hükümeti kurulmasını ve bütün yetkilerinin devralınmasını istediğini söyleyen Davutoğlu, Türkiye için Suriye rejiminin, devletinin sürekliliğinin önem taşıdığını, eli kana bulaşmamış Baas rejiminden bazı yüzlere görevi devrederek bir geçiş süreci üzerinde durduklarını anlattı.
İşte aralarındaki fikir ayrılığı Beşşar’ın Başkanlığını yaptığı bir geçiş sürecine Türkiye’yi ikna etmek içindir. Bugün İran devletinin Suriye rejimini bizzat hem askeri hem de siyasi olarak desteklediği bilinmektedir. Dolayısıyla bu saldırıların İran’dan bağımsız Suriye rejiminin yapacağı bir iş değildir. Saldırılar krizin içerisine Türkiye’yi de çekerek onu böylesi bir plana ikna etmek içindir. Aslında hem İran hem de Türkiye Suriye’deki rejimi değiştirmeden, güzelleştirme operasyonu yapmak istiyor. Aralarındaki fark sadece şekilsel anlamdadır.
Davutoğlu’nun bu açık ifadelerinden sonra Türkiye’deki İslamcı camia hala hükümetin politikalarına, kürtajla oluşmuş olan Suriye Ulusal Konseye destek vererek Suriye’de ki devrimi çalmaya yardım mı edecekler.