ABD’nin 2001’deki başkanı George W. Bush 11 Eylül saldırılarından sonra ona destek veren Yeni Muhafazakârlar (Neo–Conservatives) ile beraber, 1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra teorik olarak oluşturdukları yeni güvenlik konsepti (Yeni Ulusal Güvenlik Belgesi) üzerinden, 2002 yılında Afganistan’a ardından 2003 yılında da Irak’a müdahalede bulundu. Yeni Muhafazakârlar 1960’lı yıllarda ABD’de oluşmuş olan bir siyasi akımdır. Birçok siyasetçiye destek veren ve çıkarlarını hayata geçirmek için mücadele eden bu akımın ana düşüncesi şu şekilde özetlenebilir: “…potansiyel tehdit oluşturduğu düşünülen her oluşum ya da ülkeye karşı nerede olursa olsun ‘vurulmadan önce vurma’ felsefesi çerçevesinde karşılık verilmeli ve gerekirse düşman devletlerdeki rejimler değiştirilmelidir. Afganistan Savaşı ve Irak Savaşı da bu doktrinin açık uygulama alanları olmuştur.”[1]
Bu akımın 1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılması ile başlayan “Şer rejimleri” söylemlerine benzer bir söylemi, “Bush Doktrini” olarak George W. Bush 29 Ocak 2002’de Kongre’de yaptığı bir konuşmasında Amerika’nın düşmanı olan “şer ekseni ülkeler” vurgusuyla dillendirmiş oldu. Bundan 20 yıl önce o şer ekseni ülkeler içerisinde ağırlıklı olarak Orta Doğu ve Orta Asya ülkeleri vardı. Onun için Afganistan (Orta Asya) ve Irak (Orta Doğu) savaşları 2002 ve 2003 yılında başladı. Sonrasında birçok Orta Asya ve Orta Doğu ülkesi bu kargaşadan nasibini almış oldu. ABD, Afganistan üzerinden Orta Asya’daki yer altı kaynaklarını işgal etmeye çalışırken Irak üzerinden de Orta Doğu’daki birçok yer altı kaynaklarını sömürmeye girişti. Bu arada Müslüman halklara yapılan zulümler arttı ve halklar yıllar sonra adeta barut fıçısından patlarcasına Tunus üzerinden başlayan ardından Mısır, Libya, Yemen ve son olarak Suriye şeklinde devam eden bir ayaklanma sürecine evrildi. Nitekim 2010’da başlayan bu ayaklanma ve savaşlar şu an hâlâ devam etmekte. Yine aynı şekilde 2002 ve 2003 yılında Afganistan ve Irak’ta başlayan savaşlar da hâlen sürmekte. En azından mutlak anlamda istenilen bir netice elde edilemediği için Batı, bu ülkelerden askerî olarak geri çekilemedi.
Lakin Afganistan ve özellikle Taliban’ın ülkede güçlenmesi ve ülke kontrolünü son 1-2 senedir çok ciddi bir şekilde tekrardan ele geçirmiş olması birtakım gelişmeleri doğurdu. ABD, Taliban ile ilk resmî görüşmesini 29 Şubat 2020’de Doha’da gerçekleştirdi. ABD, Taliban ile bir barış anlaşması imzaladı ve Taliban’a tüm yabancı güçlerin 1 Mayıs 2021’e kadar çekileceği sözünü verdi. “Afganistan’ın (ABD kuklası) resmî hükümeti varken neden Taliban ile görüşüldü?” sorusuna cevap bulmak zor olmasa gerek. Resmî hükümetin ABD desteği olmadan hayatta kalması mümkün değil. Rusların 10 yılda, NATO ile beraber ABD’nin 20 yılda ele geçiremediği bir Afganistan’ın kesinlikle savaş ile ele geçirilemeyeceğini anlayan ABD, kendi ulusal çıkarlarını korumak ve bölgenin konumundan istifade etmek amacı ile Taliban üzerinden bir hamle yapmış olabilir. ABD’nin bu hamleyle yapmak istedikleri şu şekilde özetlenebilir:
1. Taliban ile görüşerek onu resmî olarak tanıdığını ilan etmiş oldu.
2. Böylece de Taliban’ın diğer ülkelerle (Rusya, İran veya Çin) görüşme imkânı bu şekilde oluşturulmuş oldu.
3. Son 5-10 yıldır rekabet içinde olduğu Çin’e yönelik sıkıntılı bir ortam oluşmasına imkân sağlamış olması.
4. Çin’in “bir kuşak bir yol” projesine bölgede kargaşa çıkmasına izin vererek engel olmak istemesi.
5. Çin’de Müslüman halklara yapılan zulümleri her ortamda dile getirerek adeta Taliban’a adres göstermek istemesi.
6. Yine kısmen Rusların kontrolü altında bulunan Orta Asaya ülkeleri olan Türkmenistan, Tacikistan, Özbekistan üzerinden Rusya’ya da mesaj göndermesi gibi...
Yani ABD vekalet savaşlarına benzer bir şekilde Afganistan’da Taliban’ı kullanmak istiyor olabilir. ABD Başkanı Joe Biden Afganistan ile alakalı yapmış olduğu açıklamalarda şunlara yer vererek aslında ne amaçladıklarını bir şekilde dillendirmiş oluyor:
“Ülkelerinin geleceğine ve nasıl yönetileceğine dair kararları vermek sadece Afgan halkının hakkı ve sorumluluğudur.”[2]
“Ben şu anda Afganistan’daki Amerikalı askerlerin varlığını yöneten dördüncü ABD başkanıyım: İki Cumhuriyetçi, iki Demokrat. Bu sorumluluğu beşinci başkanın üzerine yıkmayacağım.”[3]
Ulusal İstihbarat Direktörü Ofisi’ne ziyaretinde bir konuşma yapan Biden, “Sanıyorum eğer bir savaşa, büyük bir güçle çatışmanın olduğu gerçek bir savaşa girecek olursak, bunun etkileri büyük olan siber bir ihlalin sonucunda gerçekleşecek olması daha muhtemel.” dedi.[4]
Şimdi tüm bu açıklamalar ışığında Taliban’ın Çin ile kurmuş olduğu diyaloğa bir bakalım. Bazı haber kanallarına göre Çin’in, Afgan hükümeti ile beraber Pakistan Peşavar ile Kabil’i birleştirecek bir otoban yapmak üzerine anlaştıkları söyleniyor. Yine Afganistan ile Çin’i birleştiren medeniyetin uğramadığı dünyanın çatısı olarak bilinen Wakhan Koridoruna’da yol inşa etmek istiyor. Bu şekilde Çin’in Doğu Türkistan kısmı ile Orta Asya’ya oradan da Türkiye üzerinden Avrupa’ya açılmak istiyor. Yine Taliban’ın Çin ile gerçekleştirmiş olduğu ilk görüşme ise oldukça çelişkili bir resim ortaya koyuyor. Görüşme haber kanallarına şu şekilde yansıdı: Bunda muhtemelen Taliban sözcülerinden Suhail Shaheen’in Taliban’ın Çin’i Afganistan’ın “dostu” olarak gördüğünü, Pekin ile “mümkün olan en kısa sürede” yeniden yapılanma çalışmalarına yatırım yapma konusunda görüşmeyi umduğunu söylemesi de etkilidir. Sözcünün Çin’in duymak istediği şu açıklaması da yabana atılmamalı: “Taliban, bazıları daha önce Afganistan’a sığınan Uygur ayrılıkçılarının ülkeye girmesine artık izin vermeyecek.”[5]
ABD’nin umduğundan farklı olarak Taliban’ın Çin’e gönderilen sözcüsü Şahin’in, Uygurlu Müslüman kardeşlerine yapılan zulümler sorulduğunda verdiği cevap şu şekilde oldu: “Tabii ki Filistin, Burma veya Çin’de Müslüman kardeşlerimize yapılanlar bizi üzüyor. Tüm dünyada Müslümanlara yapılan baskılar bizleri çok üzüyor. Lakin Çin’in içişlerine karışmayacağız.”[6]
Çin ile ilişkilerini şimdiden uyumlu bir hâle getirmeye çalışan Taliban’ın bunu ya cehaletinden ya da ihanetinden dolayı yapıyor olması gerekiyor. Dikkat ettiyseniz Molla Ömer’in vefatından sonra Taliban tek bir lider etrafında bir araya gelmiş bir askerî oluşum olarak görülmüyor. Sanki çok başlı ve karmaşık bir oluşum olarak lanse ediliyor. Şu anki lideri Molla Haybatullah Ahundzade 2016 yılından beri Taliban’ın lideri. Liderin hemen altında ise 26 üyesi olan Rahbari Şurası bulunuyor. Şuranın içinde ise 17 komisyon bulunmakta. Bazı komisyonlar şunlar: eğitim, sağlık, siyaset, askerî konular, istihbarat vs. Taliban’ın yirmi yıl önce yapmış olduğu açıklamalar ve uygulamalar konusunda esasta bir şeyin değişmediğini dillendirmiş olsa da bunun böyle olmadığı aşikâr. Yine Taliban’ın gelir kaynaklarının aslen afyon ve haşhaş tohumları olduğu söylenmekte. Bunu İslâmi bir oluşum olduğu hatta bir devlet olmayı isteyen bir oluşum neden yapar? Bunun ile alakalı verilen fetvalar oldukça düşündürücü. Dünyada uyuşturucu piyasasının %90’ının Afganistan üzerinden sağlanıyor olması, bu konunun ne kadar önem arz ettiğini bize gösteriyor.
Özetle şunu söyleyebiliriz: Afganistan’da cihat ruhu, coğrafyanın zorluğu ve aşiret zihniyetin çok güçlü olması, buranın ele geçirilebilmesini oldukça zorlaştırıyor. Batı hatta bölge ülkeleri bunun farkında olduklarından ABD’nin çekilme kararından sonra tedirginlik gösterdiler. Samimi olan Müslümanlarla ve özellikle Taliban’ın muhlis üyeleri ile siyasi bir çalışma yapan Hizb önümüzdeki dönemi iyi değerlendirirse -ki inşallah değerlendirir-, bölgede hatta İslâm beldelerinde önemli gelişmeler olabilir. Rabbim Müslüman kardeşlerimize basiret ve feraset versin. Yine muhlis siyasi hareketlerle çalışmayı nasip etsin. (Âmin)
[1] https://tr.wikipedia.org/wiki/Yeni_muhafazak
[2] 8 Temmuz 2021 – bbc.com/tr
[3] 15 Nisan 2021 – bbc.com/tr
[4] 28.07.2021 – dw.com.tr
[5] 30.07.2021 – cumhuriyet.com.tr
[6] 08.08.2021 – merkur.de