Adil Dağıtım
10 Ekim 2020

Adil Dağıtım

İnsanlığın belki de günümüzde en çok aradığı haslet adil muamele ve adil paylaşım olsa gerek. Kapitalist devletlerin para baronları, sanki o zelil elleri ile insanlığın boğazına yapışmış ve her geçen gün daha az nefes almasına sebep olmakta, vampir misali kanını emmektedirler. Aklı başında olan herkes gerçekleri görüp hissettikçe, sisteme ve sistemin başındaki şahıslara olan güvenleri her geçen gün daha da azalmaktadır. Kapitalizmin bir gereği olarak her birey kendi menfaatini ve ihtiyaçlarını göz önünde bulundurmaktadır. Yine o birey ona verilen sınırsız imkânlarla hep daha fazla kazanmak ve sahip olmak istemektedir. Daha iyi anlaşılması için kapitalizmin başını çeken ABD’de en zengin üç şahıstan size örnek vermek istiyorum. Bu üç şahıs aynı zamanda, dünyada yaşayan insanlığın yarısının mal varlığı kadar mala sahip olan sekiz kişiden üçüdür.

İlki 1994 yılında Amazon şirketini kuran 1964 doğumlu Jeff Bezos. Jeff Bezos’un doğumundan kısa bir zaman sonra anne-babası boşanıyor ve takriben dört yaşına girdiğinde annesi Küba’dan kaçmış olan bir adamla evleniyor. Böyle bir ailede büyüyen Bezos şuan 189 milyar dolarlık serveti ile dünyanın en zengin insanı olarak biliniyor.

Bir diğer milyarder ise Microsoft’un kurucusu Bill Gates. 1955 doğumlu olan Gates, yazılım programını 1979 yılında piyasaya sürmeye başlıyor. Lakin asıl atılımını 1993 yılında yapıyor ve dünyadaki bilgisayarların %85’inin Microsoft kullanmasını sağlıyor. 100 milyar doları aşkın serveti ile dünyanın en zengin ikinci insanı olduğu düşünülüyor. Kapitalist bir ruhla söylenmiş Bill Gates’in şu sözü oldukça manidar: “Eğer Amerika’da düşük gelire sahipseniz, hapse girme olasılığınız 4 yıllık bir fakülteyi bitirmenizden daha yüksek. Bu bana hiç adil gelmiyor.”

Son vermek istediğim örnek ise milyarlarca kişinin kullandığı sosyal medya sayfası Facebook’un kurucusu 1984 doğumlu Mark Zuckerberg olacak. 2004 yılında kurmuş olduğu Facebook sitesi ile şuan dünyanın en zengin 8 kişisi arasına girebilen, hiç bir üretimi olmayan, sadece kişileri bir internet sitesinde buluşturan ve akıl almaz servetlere sahip olan bir şahıs. Bu örnek, aslında kapitalist zihniyeti ortaya koyan çok isabetli bir örnek. Dolayısıyla kapitalizm, kişilerin; emek ve gayretle değil de insanları manipüle kabiliyeti ile haksız bir şekilde mal ve imkâna sahip olma savaşıdır. Bu ise hiç tükenmeyen ve sınırsız imkânların ona sunulmasından ötürü oluşmaktadır. Yani oluşturulan sanal âlemdeki sınırsız imkânlar ve insanların sınırsız olduğu iddia edilen istekleri ile birleştirilince karşımıza kapitalizm çıkıyor.

“Adil dağıtım” dendiğinde akla kapitalizm gelmese de en azından bazı kesimler açısından komünizm gelebiliyor. Daha doğrusu, sosyal bir yapısı olduğu iddiası komünizmin bu yönünü barizleştirmiştir. Fakat sosyal bir yapıya sahip olduğunu iddia eden bazı kapitalist devletler de mevcut. Örneğin, Almanya’yı yıllardır yönetmiş ve şuan en güçlü ikinci partisi olan SPD yani Sosyal Demokrat Parti’de olduğu gibi… Dolayısıyla “adil” kavramını sadece komünizmin değil kapitalizmin de istismar ettiğini görmekteyiz. Bu istismarın amacı, hiç kuşkusuz kişilerin çalışarak sarf etmiş oldukları emeklerinin karşılığını adil bir şekilde aldığı fikrini aşılamak içindir. Hâlbuki yapılan iş ve istenilen maddi karşılık kişiden kişiye ve yapılan işten işe değişebilir. Dolayısıyla “adalet” kavramı bu sistemlerde net değildir. Komünizmde “eşit haklara sahip olma” ve “eşit maaş” gibi kavramlar aslında adalet değil bilakis haksızlıktır. Nitekim kişi 5-10 yıl yükseköğrenimini yaptıktan sonra çok büyük sorumluluk üstlenerek belirli işleri yapması, tabii ki hiç yükseköğrenim görmemiş olan ve az sorumluluk içeren bir işi yapan birisi ile aynı olamaz. Fakat bu böyle olduğunda doğal olarak gelecek nesilleri okutmak ve daha fazla sorumluluk üstlenmelerini sağlamak mümkün olmayacaktır. Dolayısıyla insanın fıtratı ile çelişen komünizmin “adil düzen” yalanı tabii ki hayatta kalamayacaktır. Onun için de 1989 yılında Berlin Duvarı’nın yıkılması ile bu ütopik, insan fıtratına aykırı olan sistem çökmüş oldu.

Kapitalizmde sosyal devlet fikri, aslında komünizme karşı halkların sakinleştirilmesi için kapitalist devletlerin oluşturmuş oldukları bir sahte fikirdir. Nitekim bu fikir 1989 yılından sonra Almanya’da da zamanla yok olmaya başlamıştır.

Gerçek adaletin ancak İslâm’da olduğunu bilmek için âlim olmaya gerek yok. Lakin bunun ispatı ve tüm detayları ile anlatılması gerekiyor. Dolayısıyla gerçek adaletin ancak İslâm ile mümkün olabileceğini anlatmak için İslâm’da olan adalet anlayışını biraz açalım ve hayatta karşılığının nasıl olduğunu tarihten örneklerle ortaya koymaya çalışalım. Rabbimiz bakınız “adalet” mefhumu ile alakalı ne buyuruyor:

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُونُوا قَوَّام۪ينَ بِالْقِسْطِ شُهَدَٓاءَ لِلّٰهِ وَلَوْ عَلٰٓى اَنْفُسِكُمْ اَوِ الْوَالِدَيْنِ وَالْاَقْرَب۪ينَۚ اِنْ يَكُنْ غَنِياًّ اَوْ فَق۪يراً فَاللّٰهُ اَوْلٰى بِهِمَا فَلَا تَتَّبِعُوا الْهَوٰٓى اَنْ تَعْدِلُواۚ وَاِنْ تَلْـوُٓ۫ا اَوْ تُعْرِضُوا فَاِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يراً

“Ey iman edenler! Adaleti titizlikle ayakta tutan, kendiniz, ana-babanız ve akrabanız aleyhinde de olsa Allah için şahitlik eden kimseler olun. (Haklarında şahitlik ettikleriniz) zengin olsunlar, fakir olsunlar Allah onlara (sizden) daha yakındır. Hislerinize uyup adaletten sapmayın, (şahitliği) eğer, büker (doğru şahitlik etmez), yahut şahitlik etmekten kaçınırsanız (biliniz ki) Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” [Nisa 135]

Rabbimiz Müslümanlara hitaben adaleti titizlikle ayakta tutmamızı isterken, bizlere verdiği örnekler üzerinden hislerimize uyarak adaletten sapabileceğimizi bildirmektedir. Dolayısıyla adil olabilmenin ilk şartı Müslüman olmak ve ikinci şartı ise Müslüman olmanın bir gereği olarak yalnız iman doğrultusunda hareket etmektir. Yine bu istikamet üzere şunların altı çizilmesi gerekmektedir:

Kişiye göre değil de Allah Celle Celalehu’nun kurallarına göre adalet terazisini kurmak burada önemli. Yine burada kişinin dünyevi zafiyetlerinden ötürü karşı karşıya kaldığı tehlikelerden en önemlisi, dünya sevgisi ve ölümden korkma hastalığının onun adil olmasına yani Allah Celle Celalehu’nun rızası doğrultusunda hareket etmesine engel olabilmesidir. Dolayısıyla adil olabilmek için dünya sevgisinden beri durmak, Allah Celle Celalehu’nun rızasını gözeterek ahireti arzulamak gerekiyor. Bu haslete hem birey olarak hem de değişik alanlarda sorumlu olan bir kişi olarak sahip olunmadığı sürece adil olmak mümkün değil.

Tarihten örnek verecek olursak ilk olarak raşid halifelerden Ömer RadiyAllahu Anh örneğini vermek isterim. Ömer RadiyAllahu Anh ölüm döşeğinde iken ona, kendisinden sonraki halife olarak oğlu Abdullah ibni Ömer RadiyAllahu Anh teklif edildiğinde şu sözü söyler: “Hilâfet yükünü Ömer ailesinden bir kişinin omuzlamasını yeterli görüyorum ve benden sonraki halifeyi seçecek heyette oğlumun sadece müşavir sıfatıyla bulunup Halifeliğe talip olmaması konusunda tavsiyede bulundum.” Nitekim Abdullah b. Ömer bu tavsiyeye uymuş ve halife seçilecek adayların seçiminde bulunmuş ve seçimin adil bir şekilde geçmesi için elinde geleni yapmış.

Seçimin adil geçmesine sebep olan kriterleri anlamak için Ömer *RadiyAllahu Anh’*ın yaralı hâlde iken toplantının yapıldığı yere gelerek yaptığı şu ikazı örnek olarak verebiliriz: “Sizler şimdi durun bakalım! Ben öldüğüm zaman istişareniz üç gün sürsün. Haydi Suheyb! Müminlere imamlık yap. Dördüncü günden önce sizler kendi aranızdan emiri seçmiş olmalısınız. Abdullah bin Ömer toplantıda bir tavsiyeci olarak bulunacak ve kesinlikle bu işten kendisine bir nasip olmayacak. Talha sizinle karara ortak olacak. Şayet üç gün içerisinde gelirse kararınıza dâhil edin. Üç gün geçmesine rağmen gelmemiş ise (içinizden) bir kişi onun adına karar versin. Talha’nın yerine kimin karar vereceğini söyleyin.” Sa’d bin Ebî Vakkâs “Ben karar vereceğim. İnşallah bana (kararıma) muhalefet etmez.” dedi. Ömer RadiyAllahu Anh sözlerine devamla: “Ben sizin ihtilaf etmeyeceğinizi ümit ediyorum inşallah. Ayrıca Ali ya da Osman’dan birinin lider olacağını zannediyorum. Şayet Osman olursa; o yumuşak huylu biridir. Ali olursa şakacı biridir ve onları doğru yola iletir. Sa’d’ı seçerseniz o buna layıktır. Onun dışında biri seçilirse ondan yardım istesin. Ben onu zayıflığı ya da ihanetinden dolayı azletmedim. Abdurrâhman ne güzel bir görüşe sahiptir! Feraset sahibi, doğru karar veren birisidir. Allah’ın koruması altındadır. O hâlde onu dinleyiniz.” [et-Taberi, II, 581; İbnü’l-Esîr, I, 487]

Ali RadiyAllahu Anh döneminde başlayan ve yüzyıllarca süren taht kavgasını göz önünde bulunduracak olursak, Ömer RadiyAllahu Anh’in feraseti, ailesini öncelememesi ve en önemlisi dünya sevgisine hiç değer vermemiş olması ve sadece Allah Celle Celalehu’nun rızasını gözeterek adil olma gayretine hayran kalmamak mümkün değil.

Bunun gibi, İslâm’ın kutsal olarak gördüğü üç şehirden biri olan Kudüs’ün fethinde de “Ömer’in adaleti” oldukça önemlidir. Nitekim Kudüs’ün idarecileri ve halkı, uzun süren kuşatmanın ardından, adil olduğu kendilerince de bilinen Ömer RadiyAllahu Anh’in bölgelerine gelmesinin karşılığında anlaşmaya varabileceklerini, fetholunan diğer beldelere tanınan ayrıcalıkların kendilerine de sağlanması koşuluyla şehri teslim edeceklerini söylemişlerdir.[i]

Kudüs’ün ileri gelenleri ile imzalanan ahitname sonrası 637 yılında Ömer RadiyAllahu Anh heyeti ile birlikte Kudüs’e girmiş oldu. Sonrasında ise adil Halife Ömer RadiyAllahu Anh, şehrin ehli kitap tebaasına karşı sergilemiş olduğu adil davranışından dolayı gönüllerde taht kurmuştur.

Dolayısıyla İslâm hukuku sadece Müslüman tebaaya karşı değil tüm tebaaya karşı adil davranmayı emretmektedir. Nitekim bunun neticesi olarak İslâm beldelerinde yaşayan ehli kitap tebaa her zaman memnuniyetlerini dile getirmişlerdir. Haçlı Orduları Şam bölgesinde saldırıya başladıklarında karşılarında sadece Müslümanların ordusunu değil bunlarla birlikte savaşan Ehli Kitap Hıristiyanların da bulunduğunu tarih kaynakları bizlere bildirmektedir. Özellikle Ortodoks Hıristiyanların Katoliklerden çok büyük zulüm görmüş olması hasebiyle Mısır’da, Şam’da hatta yüzyıllar sonra İstanbul’un fethinde binlerce Ortodoks Hıristiyan’ın dualarla Müslümanların ordularını karşıladıkları rivayet edilmektedir. Yine on binlerce Yahudi’nin Avrupa’dan kaçarak Osmanlı Hilafet Devleti’ne sığındığı bilinmektedir.

Bu hakikatler haricinde verilebilecek yüzlerce başka örneklerde mevcut. Örneğin vergi zulmü İslâm Devleti’nde yoktur. Dolayısıyla maaşlar kesinlikle daha yüksektir. Yine İslâm’ın “ümmetin malı” olarak adlandırdığı su, mera ve ateş hükmünden yola çıkarak su, enerji tüketimi çok düşük ücretlerle İslâm Devleti’nin tebaasına verilecektir. Sağlık, eğitim ve toplu taşımalar da ücretsiz olacaktır. Evet, muhtemelen bu gerçekleri okuyan bir kişi bunun hayal olduğunu düşünüyordur. “Hayal” dediklerimiz gerçek olunca Batı halklarının bu adil devlete karşı tutumunu gelin siz düşünün. Rabbim bizlere tez zamanda o günleri görmeyi nasip etsin. (Âmin!)


[i] Ahmed b. Yahya el-Belâzuri, Futuhu’l-Buldan, çev. Mustafa Fayda, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay, 1987, s. 197-198

___

#KapitalizmÇöktüÇözümİslam

#DünyaHilafeteMuhtaç