Adalet; Hakkın gözetilmesi, herkese hakkının teslim edilmesi gibi anlamlar barındırırken, doğruluk, dürüstlük gibi ahlaki vasıflara da izafe edilir.
Hadis ilminde adaletin özel bir anlamı vardır. Hadis rivayet eden ravilerin, ehil olmalarının şartlarından biridir. İbrahim en-Nehaî, adl olan raviyi kendisinden şüphe edilmeyen kimse olarak tarif ederken, Bakillanî ise adaleti, düzgün bir İslâmi yaşayışa, fısk gibi adaleti ortadan kaldıran duygu ve davranışlardan kaçınmak şartlarına bağlamıştır. İmam Gazali’ye göre ise adalet; temelde, kişiyi takvaya ve onurlu davranışlara sevk eden ve böylece başkalarının güvenini kazandıran bir kişilik yapısına dayanır. İmam Şafiî de çok kısa bir ifadeyle adaleti, “Allah’a itaat etmektir.” şeklinde tarif etmiştir. Adil olma vasfı, aynı zamanda halife adayında aranan şartlardandır.
Öte yandan “El Adl” Allah’ın isimlerindendir. İnsan, hayat ve kâinatın yaratıcısı, müdebbiri olması hasebiyle “El Adl” isminin Allah’a has olması en doğalıdır. Zira Allah vaadinden caymaz, O’nun Sünnetullah’ı değişmez. O’nun koyduğu nizamda bir bozukluk göremezsin. Aynen Mülk Suresi’nde Rabbimiz Subhanehû ve Teâlâ’nın buyurduğu gibi:
الَّذِي خَلَقَ سَبْعَ سَمَاوَاتٍ طِبَاقًا مَّا تَرَى فِي خَلْقِ الرَّحْمَنِ مِن تَفَاوُتٍ فَارْجِعِ الْبَصَرَ هَلْ تَرَى مِن فُطُورٍ ثُمَّ ارْجِعِ الْبَصَرَ كَرَّتَيْنِ يَنقَلِبْ إِلَيْكَ الْبَصَرُ خَاسِأً وَهُوَ حَسِيرٌ
“Gökleri yedi kat olarak yaratan O’dur. Rahman’ın yaratmasında bir uyumsuzluk göremezsin. Haydi, bakışını çevir (tekrar bak), bir yarık (çatlak) görüyor musun? Sonra gözünü, tekrar tekrar çevir bak; göz ‘aradığı bozukluğu bulmaktan’ aciz ve bitkin hâlde sana dönecektir.”[1]
İmam Şafii’nin deyimiyle mademki adalet “Allah’a itaat etmektir” bu da yine Mülk Suresi’nde biraz önce paylaştığım ayeti kerimelerin hemen öncesinde:
الَّذِي خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيَاةَ لِيَبْلُوَكُمْ أَيُّكُمْ أَحْسَنُ عَمَلًا وَهُوَ الْعَزِيزُ الْغَفُورُ
“Sizin hanginizin en güzel ameli yapacağını imtihan etmek için ölümü ve hayatı yaratan O’dur. O Aziz’dir, Gafûr’dur.”[2] ayeti kerimesiyle uyumludur.
Zira hayatın anlamı, Allah’a itaat üzere kuruludur. O hâlde her kim Allah’a itaat ederse adil olma vasfına kavuşur, her kim Allah’a isyana kalkışırsa zalim olur.
Adalet kavramı içerisinde suçlu-suçsuz, haklı-haksızı ayırabilmemizin koşulu da yine insan-eşya/şeyler ilişkisi ve insan-insan ilişkisi üzerinde gerçekleşen insanın fiillerine ilişkin verilecek hüküm ile ilişkili olmakta; hüküm söz konusu olduğunda da, “hükmü akıl mı vermeli yoksa insan hayat ve kâinatın yaratıcısı ve müdebbiri Allah mı?” sorusu zihinlerde net olmalıdır.
İnsanoğlu, sınırlı aklı ile ancak duyuları ile hissedebildiği ve hakkında doğru bilgiye, kimsenin reddedemeyeceği doğrular olduğu konularda aklı ile hüküm verebilir. O aklı ile insan kaynaklı fiiller ve eşyalar hakkında iki alanda hüküm verebilir. Bunlar; fiil ve eşyanın, olgusal olarak ne oldukları açısından ve insan tabiatındaki yönelişlere uygunluğu veya karşıtlığı açısındandır. Verebileceği hüküm de güzel-çirkin ya da iyi-kötü şeklindedir. Ancak bir fiilin yapılmasına karşılık övgü, terkedilmesine karşılık yergi, yapılıp yapılmaması açısından insanın serbest olması ile bu fiillere, sevap ve ceza veya sevap ve cezanın olmaması açısından insan doğru bir hüküm veremez. Verdiği hüküm ancak zulüm doğurur. İnsan aklının kaynak kabul edildiği demokrasi doğduğundan beri hemen hemen dünyanın her yerinde acı meyvelerini insanlığa sunmuştur ve sunmaya da devam etmektedir. İnsanoğlunun fiiller konusunda verdiği hüküm zamana göre ve mekâna göre değişkenlik arzedebilmekte bu değişkenlik istikrarsızlık doğurmakta, bu istikrarsızlık da insanlığı bedbahtlığa ve mutsuzluğa sevk etmektedir. Fiiller konusunda yapılmaları ve terk edilmeleri konusunda insanın tabiatındaki yönelişlere, heva ve heveslere göre hüküm verilmektedir. İnsan, yönelişlerine göre, kendisine zıt olanları yermeyi hüküm olarak benimser. Hâlbuki insanoğlunun yönelişlerine muhalif gördüğü istek ve arzularına ters düşen, düşmanla savaşmak, hoşlanılmayanlara karşı sabretmek, açıkça eziyetin gerçekleşeceği durumlarda hakkı söylemek -ki; Allah yolunda harcamaya teşvik eden, mealen “kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın (Bakara Suresi 195)” ayeti kullanılarak, Müslümanları hak sözü haykırmaktan alıkoydular.- Allah katında övülen fiillerdendir. Allah Subhanehû ve Teâlâ şöyle buyuruyor:
كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِتَالُ وَهُوَ كُرْهٌ لَّكُمْ وَعَسَى أَن تَكْرَهُواْ شَيْئًا وَهُوَ خَيْرٌ لَّكُمْ وَعَسَى أَن تُحِبُّواْ شَيْئًا وَهُوَ شَرٌّ لَّكُمْ وَاللّهُ يَعْلَمُ وَأَنتُمْ لاَ تَعْلَمُونَ
“Savaş, hoşunuza gitmediği hâlde, size farz kılındı. Olur ki bir şey sizin için hayırlı iken, siz onu hoş görmezsiniz. Yine olur ki, bir şey sizin için kötü iken, siz onu seversiniz. Allah bilir, siz bilmezsiniz.”[3]
Yönelişlerine uygun olanları ise örneğin demokrasi kültüründen de gördüğümüz, zina özgürlük olarak, livata kişisel tercih olarak (ülkemizde “onur?” yürüyüşü adı altında organizasyonlar tertiplendi) ve insanları köleleştirmek piyasa koşullarının sonucu (ki kapitalist ekonomik sistem yoluyla, insanların genelinin boğaz tokluğuna çalıştırılmasını kastediyorum) doğal bir olgu kabul edilmektedir.
Adalet, ne %49’luk Hayır oylarının dağılmaması ve 2019 Başkanlık seçimi hesapları uğruna bugün itibariyle 19. gününe ulaşan, Kemal Kılıçdaroğlu’nun başlattığı yürüyüşle, ne de bu kavramı sadece parti levhasında kullananlarla ulaşılacak bir hedef değildir. Adalet kavramı, her iki parti liderinin de diline yakışmıyor ve samimi gelmiyor. Zira her ikisi de, insan aklının ürünü olan demokrasiye-zulme davet ediyorlar.
Doğruluk, dürüstlük mefhumlarını barındıran, tek doğru ölçütü “Allah’a itaat” olan adalet kavramı ile kitlelerin uyuşturulması ve aldatılması ne büyük bir zulümdür.
أَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَ وَمَنْ أَحْسَنُ مِنَ اللّهِ حُكْمًا لِّقَوْمٍ يُوقِنُونَ
**“Onlar hâlâ cahiliye hükmünü mü arıyorlar? Kesin bilgiyle inanan bir topluluk için hükmü, Allah'tan daha güzel olan kimdir?”[4]
[1] Mülk Suresi 3-4
[2] Mülk Suresi 2
[3] Bakara Suresi 216
[4] Maide Suresi 50