Türkiye genelinde 60’dan fazla cezaevinde PKK ve PJAK’lı hükümlü ve tutukluların yapmış oldukları açlık grevlerinde 55. gün de geride kaldı. Açlık grevi 12 Eylül'de, Abdullah Öcalan'a yönelik tecridin kaldırılması ve Kürtçenin anadil olarak kamusal alanda kullanılması talepleriyle 7 cezaevinde bulunan 63 kişi tarafından başlatılmıştı. BDP Diyarbakır İl Örgütü'ne göre şu anda 65 cezaevinde 800'e yakın tutuklu ve hükümlü açlık grevinde bulunuyor. BDP’nin 30 Ekim tarihini cezaevlerindeki açlık grevlerine destek günü ilan etmesinin ardından, BDP önderliğinde başta Diyarbakır ve İstanbul olmak üzere, Türkiye genelinde birçok il ve ilçede olaylı destek eylemleri gerçekleştirildi.
Bu olaylı destek eylemleri sonucunda, Kürt sorunu konusunda çözümünün en etkin iki tarafı olarak gözüken BDP ve AKP tarafları arasında karşılıklı atışmalar yaşanmıştır. Bu atışmalarda taraflar birbirlerine yönelik suçlayıcı ifadeler kullanarak, ortamın daha da gerilmesine neden olmuşlardır. BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın açlık grevlerine destek amacıyla 28 Ekim günü yapılan mitingde "Sayın Öcalan’ın özgürlüğünü ve fikirlerini savunmak suç değildir. Açık açık savunuyor belirtiyoruz. Bir halk, önderleri özgür olmadan çözüm sürecine giremez. Bir halkın ana dilde eğitim hakkı olmadan, kamu kuruluşlarında anadilini kullanmadığı takdirde barış süreci yaşanmaz" ifadelerinin ardından, 30 Ekim’deki destek eylemlerinde de Başbakan’a çağrı yaparak "Eşbaşkanlar olarak İmralı Adasına gidip Sayın Öcalan ile görüşelim. Adadan döndükten sonra hükümet ile görüşelim" ifadelerini kullanarak Kürt Sorunun çözüm adresi olarak Öcalan-Hükümet görüşmelerini göstermiştir.
AKP’nin iktidardaki on yılını geride bıraktığı şu günlerde, iktidarı süresince Kürt Sorunu ile ilgili izlemiş olduğu çizgiyi gözden geçirerek olayın hangi boyutlara, kimler tarafından ve nasıl çekildiğini kolaylıkla görebiliriz:
AKP bu sorunun çözümüne yönelik harekete geçtiği günlerde yalnızca “Topluma Kazandırma Yasası” ve “Demokratik Kardeşlik Projesi” ya da “Kürt Açılımı” gibi sivil ve demokratik çözüm yöntemleriyle bu sorunun çözülebileceği zannıyla hareket etti. Bu zaman zarfında da statüko tarafından Kürtlere yapılan zulümlerin ve onlara uygulanan tecrit politikalarının toplum tarafından kabul edilmesi ve benimsenmesi konularıyla meşgul oldu. Malum olduğu üzere, bunları daha önce dillendirmek dahi mümkün değildi. Bu konunun bu politikalarla çözümü için ise böyle bir kamuoyu çalışması kaçınılmazdı. Ancak bu süreçle ilgili uygulanan politikalar tutmadı ve BDP önderliğinde istekler her defasında bir adım daha öteye çekildi. Mesela; başlangıçta istekler bölgenin refah düzeyinin geliştirilmesi, istihdamın arttırılması, anadilin Kürt Halkı arasında rahatça (daha önceleri anadilde şarkı söylemek bile yasaktı) kullanılabilmesi gibi bir takım hakların verilmesi hususlarından ibaretti. Ancak daha sonra anadilde eğitim meselesi gündeme geldi, ardından BDP’liler tarafından gerçekleştirilen “Demokratik Özerklik Kongreleri” vasıtasıyla özerklik ve Kürt Halkının bağımsızlığı noktasına çekildi. Şimdilerde ise bu son gelişmelerle; BDP önderliğinde anadilin (Kürtçe) kamusal alanda kullanılması talep edilirken, sorunun çözüm adresi olarak ta Öcalan gösterilmekte ve hükümete bu şekilde baskı yapılmaya çalışılmaktadır. Açlık grevleri ve bunları desteklemeye yönelik eylemlerin gerekçesi budur.
BDP çözüme taraf olmasına rağmen çözüme niyetli değildir. Bu zamana kadar hükümetin çözüme yönelik atmış olduğu adımlara karşılık Kürt Halkı adına istekleri ve beklentileri sürekli bir üste çıkararak süreci kilitleme yoluna gitmiştir. Çünkü kendisi ve destekçisi olan statüko/Ulusal yapı bu kanaldan beslenmektedir. Şu an için Kürt sorununun devamlılığı onların varlık sebebidir. Bu yüzden konunun çözümü üzerinden sürekli krizler oluşturmakta, çözümle ve hükümetle olan mesafeyi sürekli olarak açmaktadır.
AKP ise; her ne kadar önceki dönemlerde PKK ve Öcalan ile MİT aracılığıyla görüşmeler yaptığını bu görüşmeler deşifre olduktan sonra kabul etmiş olsa da, bunlar savunma refleksiyle görüşmeleri haklı göstermeye yönelik çabalardan ibarettir. Bugünkü vakıa, bu sorunun çözümü için hükümet açısından bu taraflarla masaya oturmaya elverişli değildir. AKP, böyle bir girişimin kendisi için siyasi bir intihar olacağının farkındadır. Bu nedenle de başbakan tarafından kullanılan sert ifadelerle kararlılık mesajları vermeye çalışmakta ve çözümü kilitleyen tarafı topluma göstermeye çalışmaktadır. Bugün, Kürt tarafının talepleri ve BDP’nin sınırları sürekli zorlaması sebebiyle, sorunun çözümü noktasına hükümet ciddi şekilde kilitlenmiştir. Bu yüzden oluşturulan krizlere yeni krizler oluşturarak cevap vermeye çalışmaktadır. Bu yöntem Kapitalizmin mevcut sorunları halletme ya da doğru bir ifadeyle sorunlar karşısındaki acizliğini gizleme yöntemidir. Şu an itibariyle Adalet Bakanı BDP yetkilileriyle görüşerek bu açlık grevlerini durdurmaya çalışılmaktadır.
Sonuçta; açlık grevleri ve onlara yönelik BDP öncülüğünde gerçekleştirilen destek eylemleri, Kürt sorununun çözümüne yönelik değil, ona yeni bir boyut kazandırmaya ve onu çıkmaza sürüklemeye yönelik eylemlerdir.