ABD’nin Kapısında Nöbet Bekleyen Türkiye Partileri
06 Aralık 2013

ABD’nin Kapısında Nöbet Bekleyen Türkiye Partileri

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçtaroğlu 30.11.2013 tarihinde Amerika’ya dört günlük bir ziyaret gerçekleştirdi. Ziyarette ABD yönetiminden, kongre üyelerine, düşünce kuruluşlarından, lobi çalışması yapan kuruluşlara, basın ve medya’dan birçok kişiye varana kadar yoğun bir görüşme trafiği gerçekleştirdi.

CHP Genel Başkan Yardımcısı Faruk Loğoğlu, ABD ziyaretine ilişkin, "Ziyaretimizde temel amacımız CHP'nin, bundan sonraki ilk genel seçimlerdeki iktidar olarak beklentilerini, görüşlerini, vizyonlarını, iç siyasi tablo, ekonomi ve dış politika bağlamında neler düşündüğümüzü, neler gerçekleştirebileceğimizi Amerikalılarla paylaşmak" dedi. (hürriyet)

Ana Muhalefet partisi CHP, bundan 37 yıl önce o zamanın CHP Genel Başkanı olan Bülent Ecevit dönemin de ABD’ye gitmişti. 37 yılın akabinde, Türkiye ABD Büyükelçisi Ricordone’nin, devreye girmesi ile tekrar bir ziyaret gerçekleştirildi. Nitekim döndükten sonra bir açıklama yapan Loğoğlu, “Çok geç geldiniz. Ama iyi ki geldiniz, zamanlı geldiniz. Bundan sonra sizi burada sık sık görmek istiyoruz dediler” şeklinde konuştu. (iha)

Sözüm ona Türkiye’den bir takım kalemler, ABD ile bu tarz ilişkilerin iyi olduğunu, ABD müttefikliğinin Türkiye’de ki siyasete etki ettiğini ve gerçekleşen ziyareti de bir başarı olarak sundular. Ak Parti iktidarı ve kalemleri ise “yıllardır bizi işbirlikçi olarak suçlayanlar, şimdi kendileri icazet almaya mı gidiyorlar” diyerek hem eleştiride hem de kendilerine meşruiyet oluşturmaya çalıştılar.

Gerek Türkiye’de gerekse diğer İslam coğrafyasında ki beldelerin yöneticileri ya da adayları, iktidara gelmenin yolunun ancak okyanus ötesinden (ABD) geçtiğini, onları hoşnut ettiğin takdirde ancak yönetime gelineceğini bu yüzden de onlara ne kadar sadık adamlar olduğunu ve onlarla iç ve dış siyasette aynı düşündüklerini göstermek adına, yerlere kadar eğildiklerini görmekteyiz.

Türkiye’de siyasi partilere, iktidar olma noktasında verilen algı "önce ABD'yi ikna et, onu ikna edersen başarılı olur, iktidara gelirsin" şeklindedir. Nitekim 2002 yılında AKP’nin kuruluşunun akabinde muhtar bile olamaz dedikleri Erdoğan, resmi bir sıfatı olmaksızın ABD ve Batı turuna çıktığı, sonrasında Başbakan sıfatıyla Abdullah Gül’ün ABD’ye yaptığı ziyaretler, görüşmeler ve verdiği sözler herkesin malumudur. Nitekim mevcut iktidar geçmişte de şimdi de ne zaman ABD ile görüşse “ABD ile fikirlerinin örtüştüğünü, aynı düşündüklerini” belirten açıklamaları işitirsiniz.

CHP’nin Amerika ziyaretinde verdiği mesajlara gelince:

Özellikle Brookings Enstitüsü’nde yaptığı konuşmada Kılıçtaroğlu; “eğer iktidarda biz olsaydık mavi Marmara yaşanmazdı” ifadesiyle yahudi lobisine ve Ak parti’nin İsrail politikalarına göndermede bulunmuştur.

Avrupa Birliği, demokrasi ve batılılaşma konusuna değinen Kemal Kılıçdaroğlu, “Biz 200 yıldır batılılaşmaya çalışıyoruz. Daha otoriter olan yapılar içinde yer almak istemiyoruz. Daha medeni bir toplumun içinde, çağdaş bir dünyada yer almak istiyoruz” dedi.

İsrail ile ilişkilerde yaşanan sorunlara ise; "İki ülkenin köklü bir tarihi olduğunu ve ilişkilerin her zaman hassas bir denge üzerinde yürüdüğünü” belirterek, “bu dengeyi bozmadan barış içinde sürdürmek gerektiğini” belirtti. “Mavi Marmara olayı hiç yaşanmasaydı keşke ama yaşandı" dedi.

Amerika hem Türkiye’de hem de nüfuz ettiği diğer ülkelerde iktidarda ki yönetimlerle ilişkileri bulunmakta ve çizdiği çizgilerin dışına çıkma emareleri gördüğü zamanda iktidarın alternatifi olan muhalefet ile ilişkiler geliştirmekte ve bunu iktidara bir sopa olarak göstermektedir. Yani Kılıçtaroğlu’nun ziyareti, Türkiye ve bölgesel konularla ilgili bakışlarını ortaya koymaları ve altı çizilerek ABD ile aynı bakışa sahip olduklarını ifade etmeleri ve kendilerine gösterilen yoğun ilgi daha çok Ak parti iktidarına gönderilen mesajlar olarak yorumlayabiliriz.

Türkiye’de gerek iktidar partisi, gerekse ana muhalefet partisi ABD ile ilişkiler kurmayı, Batı’nın zehirli nizamını tatbik etmeyi bir övünç kaynağı olarak sunmaktadırlar. Türkiye halkı bu yöneticilerin içerisinde bulundukları bu durumu görmeli ve susarak da olsa böylesi durumlara sessiz kalmamalıdır. İzzet ve şerefi Batı’nın yanında arayan bu yöneticilerin muhasebe edilmemesi hiç şüphesiz Rabbimizi öfkelendirir. Batı devletlerine bağlılık ve sadakat gösteren bu yöneticiler, Batı’yı razı etmek için birbirleriyle kapışırcasına yarışıyorlar. Türkiye halkı, sistemi çürümüş, adamları bozulmuş bu siyasi ortamı değiştirecek gücü vardır. Toplum, kötü ile en kötü arasında, laiklik ile laiklik arasında, seçime zorlanıyor. Yöneticiler artık işbirlikçi yönlerini açıktan ifade etmekten bile çekinmiyorlar. Unutulmamalı ki dünyada kim kimin peşine gidiyorsa, kim kimi takip ediyorsa kıyamet günü onunla haşr olacaktır.