Bilindiği üzere son haftalarda Türkiye'de Ak Parti ile Nur (Gülen) Cemaati arasında çok büyük bir kavga başladı. Kamuoyuna bu kavganın Başbakan Erdoğan'ın cemaate ait dershaneleri kapatma kararından dolayı başladığı yansıdı. Fakat kavganın asıl sebebinin bu olmadığı ve gerçek sebebinin iktidarı paylaşamamak olduğu da bazı yorumcular tarafından dile getirildi. Aslında MİT Başkanının ifadeye çağrılması sürecinde ilk taşı atanın cemaat olduğu ve asıl hedefin ise Başbakan olduğu da bu günlerde çok net konuşulmaya başlandı. Şimdilerde ise, Hükumet tarafından da teyit edilen 2004 Milli Güvenlik Toplantısında alınan Cemaati bitirme planı başka bir şeyi ortaya çıkardı. Meğer İlk taşı atan Cemaat değil, hükumetmiş.
Ak Parti ile Cemaat bu güne kadar hiç bir konuda çatışma yaşamamışken ve aksine birbirini desteklemişken bugün açık bir şekilde devam eden bu kavganın asıl sebebi nedir? Bundan tam dokuz yıl önce 2004'te Ak Parti'nin Gülen Cemaatini bitirmek ve faaliyetlerini engellemek için Milli Güvenlik Kurulu Toplantısında alınmış bir karara imza atmış ama uygulamaya koymamış olmasının anlamı nedir? Ayrıca asıl çok daha önemli olan şey şudur: Ak Parti'nin cemaati bitirme planını bugün uygulamaya koymuş olmasının anlamı nedir?
Tüm bu değerlendirmeleri yapmadan önce kısaca Türkiye siyasi tarihine geri gitmekte fayda var: Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı Hilafet Devletinin kaldırılması sonrasında İngilizlerin desteği ile kurulmuştur. İngiliz siyasi nüfuzu Türkiye üzerinde uzun yıllar egemen güç olmuştu. Amerika bazı dönemler kendi adamlarını (Adnan Menderes ve Turgut Özal) iktidara taşıyabilmiş olsa da sistem olarak İngilizci zihniyet egemen sistem olarak varlığını hep korumuştu. Ta ki, Recep Tayyip Erdoğan'ın siyasette kendini bir belediye başkanı olarak göstermesi ve süreç içerisinde Ak Parti'yi kurmasına kadar Amerika Türkiye'de kamil olarak siyasete egemen olamamıştı. Ak Parti'nin kurulması ve seçimlerde tek başına iktidara gelmesi ile Amerika planlı bir şekilde Türkiye'de kendi siyasi nüfuzunu yerleştirmeye başladı.
Daha önce iktidara taşıdığı adamlarının Askeri darbe veya başka hileli siyasi oyunlar ile devre dışı bırakıldığını görünce bu sefer tek adam üzerinden nüfuz elde etmeyi değil, sistemi değiştirerek veya dönüştürerek nüfuz elde etmeyi amaçlamış ve bugün bu planında başarı elde etmiştir. Erdoğan ve Ak Parti'nin iktidara taşınması ile birlikte Avrupa Birliğine Türkiye'nin girme çalışmaları bahanesi ile demokratikleşme adımlarını tek tek attırmaya başlamış ve bununla derin yapılanmalara müsaade etmeyeceğini açık bir şekilde göstermişti.
Ak Parti öncelikle Devlet içerisinde derin güçlerin kullandıkları çete yapılarını tek tek pasifize ederek ceza evine koydu. Yani yürürken ayağına takılacak küçük çakıl taşları ile uğraşmamak için bu çeteleri ve liderlerini etkisiz hale getirdi. Sonra Avrupa Birliği uyum yasaları çerçevesinde yeni adımlar attı ve ilk defa Avrupa birliğine Türkiye'nin alınması için görüşmelerin başlatılmasını sağladı. Tüm bu süreçlerde Ak Parti'nin ve Erdoğan'ın yetişmiş kadrolara, genel kamuoyu desteğine ve hem de büyük bir medya desteğine ihtiyacı vardı. İşte bu destek Gülen Cemaati ile sağlandı ve Ak Parti'nin uzun yıllar iktidarda kalması garanti altına alındı.
Bu süreç içerisinde Türkiye'deki ulusalcı İngiliz derin yapılanmalarını tek tek ortaya çıkardı. Bunu yaparken cemaatin desteğini hem polis hem de yargı aşamasında arkasına aldı. Medya desteği zaten tartışılmaz bir şekilde yoğun Amerikancı propaganda ile Ak Partinin arkasındaydı. Ancak tabii ki bu süreç içerisinde Cemaat hem yönetimde, hem güvenlikte, hem de yargıda etkin olmaya başladı. Ortadoğu ya modellik için hazırlanan Türkiye'den hiç bir şey esirgenmiyor, Avrupa ve Amerika'da ekonomik kriz yaşanırken bu kriz Türkiye'den teğet geçiyordu. Tabi ki Türkiye'ye sağlanan bu ekonomik bolluktan cemaat fazlasıyla istifade etti. Diğer tüm menfaatçi holding ve şirketler gibi. Buda cemaatin ekonomik olarak hem daha çok büyümesine ve devletin kurumları içerisinde yapılanmalar oluşturmasına sebebiyet verdi.
Cemaatin bu şekilde büyümesi ve devletin kurumları içerisinde ağırlık oluşturması Amerika'nın Türkiye siyasetine aykırıdır. Amerika her ne olursa olsun Türkiye'de uzun yıllan siyasi nüfuza sahip olmak ve Türkiye'yi kendi istediği şekilde yönetmek için bir sistem kurmak istiyordu. Bu sistemi Ak Parti modeli ile kurdu ve şimdi olgunlaştırıyor. Ancak cemaat bu sistemin istemediği bir yapılanmaya doğru gidiyor. Nasıl ki Ergenekon gibi ulusalcı İngiliz yapılar devlet içerisinde derin örgütleşmelere gittiler ve Amerikancı nüfuzun varlığına hayat tanımadılar sa, şimdi aynı şekilde Cemaat de kurumlardaki bu derin girift yapılanması ile Amerika'ya güven vermiyor. Dershaneler tartışmasında Cemaatin lobi gücü ABD'de yüksel olmasına rağmen, Obama yönetiminin bu konuya hiç müdahil olmaması da durumu açık bir şekilde gösteriyor.
Şimdi bu değerlendirmelerden sonra iki önemli soru akla gelebilir.
Birincisi: Ak Parti 2004 Milli Güvenlik Kurulunda alınan kararları niçin uygulamaya koymadı ve sadece tavsiye değerinde tuttu?
Aslında 2004'te yapılan Milli Güvenlik Kurulu toplantısına katılan askerlere dikkatle bakılırsa bu kararın toplantı zabıtlarına kaydedilmiş olması çok anormal gözükmüyor. Bu gün Ergenekon veya Balyoz davalarından içerde olan bir çok komutan 2004'te bu belgeye imza koymuş ve belki bu maddeleri onlar hazırlamış olabilir. Ancak Ak Parti'nin bu kararları uygulamaya koymamasının hem konjektürel hem de siyasi sebepleri var. Avrupa Birliği uyum sürecinin yaşandığı, Avrupa Birliğine kabul görüşmelerinin başladığı bu dönem Ak Parti'nin fazlasıyla medya ve kamuoyu desteğine ihtiyaç duyduğu dönemdi. Nihayetinde bu dönem Ak Parti'nin ilk acemilik dönemiydi. Peki o dönem bu kamuoyu desteğini kim verecekti? Medya desteğini kim verecekti? Bu sebeple Ak Parti'nin bu kararları uygulamaya koymamış olması konjektürel açıdan böyledir. Ayrıca Ak Partiyi bu dönemde rahatlatan önemli bir faktör de Hilmi Özkök'ün Genelkurmay Başkanı olmasıdır. Buda unutulmamalıdır.
İkincisi: Amerika Ak Parti üzerinden cemaati tasfiye ederken neyi amaçlıyor olabilir?
Burada iki şeyi birbirinden ayırmanın gerekliliğini vurgulamak isterim. Ak Parti'nin, Türkiye'deki ulusalcı İngiliz yapılanmasını tasfiye etmesi ile Cemaati tasfiye etmesi aynı şeyler değildir. Burada cemaatin elinde ki imkanların daraltılması amaçlanıyor. İktidar ve kurumlar üzerindeki ağırlığı ortadan kaldırılmak isteniyor. Yoksa top yekun cemaatin gözden çıkarılması diye bir durum söz konusu değil.
Dikkat edilirse Hükumet bu konuda cemaatin faaliyet alanı olan yerler ile ilgili projeler oluşturuyor. Mesela eğitim ile ilgili Dershaneleri kaldırırken proje geliştirmeye çalışıyor. Başka ülkelerdeki halklar ile ilişkileri geliştirmek için TİKA üzerinden çalışmalar yapıyor. Bu iki alanı da şimdiye kadar cemaat dolduruyordu.
Hulasa, işte bu sebeple Erdoğan ile Gülen cemaati arasında devam eden bu kavga Dershane kavgası değildir. Aynı zamanda iktidarın paylaşımı için verilen bir kavgada değildir. Çünkü Cemaat devlet yönetimi konusunda Ak Parti ve Erdoğansız hiç bir şey yapamaz. İşte kavganın asıl sebebi Amerika'nın kendi siyasi nüfuzunu Türkiye'de tam yerleştirmesine engel olacak Cemaati tasfiye etmesi aslında bir nevi dizginleme sidir.
Amerika için Cemaat mi önemli, Yoksa Ak Parti mı önemli diye sorulacak olursa: Şu an Amerika için Ak Parti daha önemli. Yani şu an Ak Partiden vazgeçemez. Ama bu, yarın vazgeçmeyeceği anlamına da gelmez. Nasıl ki bugün Cemaatten kısmen vazgeçiyorsa yarında Ak Parti'den vazgeçebilir.