1-Halep’in düşmesinin önünü açan Fırat Kalkanı harekâtından önceki durum nasıldı?
Öncelikle Muhalifler için stratejik bir öneme sahip Halep kenti, düşmeden önce neler yaşandı, şöyle bir hatırlayalım: Geçtiğimiz yıl Güneydoğu bölgesinde ve Suriye sınırında çeşitli patlamalar, saldırılar meydana geldi. Bu saldırıların sonucunda gerek Suriye tarafında, gerekse Türkiye tarafında birçok asker ve sivil öldü, yaralananlar oldu. PKK/PYD'ye bağlı güçler tarafından Menbiç'in ele geçirilmesi ve ardından bu grupların Cerablus'a doğru yönelmesini kendi sınırlarına yönelik bir tehdit olarak algılayan Türkiye, planlanan “Fırat Kalkanı” operasyonu ile Suriye’ye girdi. Türkiye, Fırat Kalkanı operasyonu için Sultan Murad Tugayı, Şamlılar Cephesi, Feylak eş-Şam, Ceyş el-Nasr, Ceyş el-Tahrir, Hamza Fırkası, Liva el-Mutasım, Nureddin Zengi Tugayı, 13. Tümen ve Liva Sukur el- Cebel'den oluşan muhalif unsurları uzun bir eğit-donat sürecinden geçirmişti. Çobanbey'i IŞİD'den temizlemek için oluşturulan Havar-Kilis operasyonunda bulunmayan Nureddin Zengi Tugayı, 13. Tümen, Ceyş el-Nasr ve Feylak eş-Şam da Fırat Kalkanı operasyonuna katılmışlardı. Fırat Kalkanı operasyonu böyle bir siyasi atmosferde gerçekleşti.
2- Fırat Kalkanı harekâtının amacı neydi?
Harekâtın birinci amacı, IŞİD’i Cerablus’tan temizlemek. Cerablus-Azez arasında terörden arındırılmış bölge oluşturmak ve Türkiye’nin sınır güvenliğini sağlamak olarak açıklandı. TSK’nın öncülüğünde başlatılan bu harekâtın amacı konusunda ABD, Rusya, İran tarafında geniş bir uzlaşma sağlandı. IŞİD’in Türkiye sınırından güneye doğru kaydırılması konusunda hepsi hemfikirdi.
Fırat Kalkanı operasyonunun ikinci önemli amacı ise ABD'den aldığı destekle bölgede yayılmacı ve saldırgan bir politika izleyen PKK/PYD yapılanmasının kantonları birleştirerek bir kuşak oluşturmasını engelleyebilmekti. Türkiye, uzun yıllardır mücadele ettiği PKK/PYD’nin bölgedeki varlığını hem kendi ulusal güvenliği açısından hem de Suriye'nin toprak bütünlüğü açısından ciddi bir tehdit olarak görüyor. Ancak ABD, hem Türkiye’yi kendi siyaseti doğrultusunda yönlendirmede, hem de PYD üzerinde ciddi söz sahibidir.
3-Bu süreçte kamuoyu nasıl yönlendirildi?
“Fırat Kalkanı” operasyonu öncesi sınır ötesinden yapılan saldırılarla oluşturulan kaos ortamı üzerine; sınırlarımız tehdit altında, terörist yapılara gereken cevabın verilmesi gerekir, aksi halde ulusal güvenliğimiz ciddi zarar görür algısı oluşturuldu. Öyle ki; Fırat Kalkanı harekâtı için gazete manşetlerinde, televizyonların tartışma programlarında, güvenlik uzmanlarının analizlerinde, hükümet yanlısı yazarların köşe yazılarında operasyon sıkça gündem edildi. Suriye sahasında Amerika tek aktörken, sanki ABD’ye karşı bu mücadele veriliyor anlayışı oluşturuldu. Hatta Osmanlı’nın yeniden bölgeye dönüşü olarak manşetler atıldı. Milli duygular en üst seviyeye çıkarılarak, kamuoyu desteği sağlandı ve Suriye’ye operasyon olmazsa olmaz aşamasına getirildi.
4-Operasyon sonrası Türkiye neden bölgede kaldı?
Bölgede tehdit olarak görülen IŞİD ve PKK/PYD gibi yapılar işgal ettikleri topraklardan çıkarılmasına rağmen Türkiye bölgedeki varlığını geri çekmedi. Aksine, çeşitli takviyelerle sınırdaki birliklerini daha da güçlendirdi. Türkiye’nin gayesi, Rakka operasyonuna Amerika’nın yanında katılmaktı. Ancak müttefik ABD, Türkiye’nin bütün ısrarlarına sırtını döndü. Rakka operasyonunu PKK/PYD, YPG ve Suriye Demokratik Güçleri (SDG) gibi yerel güçler ile yapmayı tercih etti. ABD’nin bu kararından sonra Fırat Kalkanı Harekâtıyla ilgili Başbakan Binali Yıldırım şunları söyledi: "Fırat Kalkanı harekâtı bitmiştir, bundan sonra ihtiyaç olması halinde artık yapılabilecek bir hareket artık başka bir isimle anılacak." Ancak Suriye halkı İslamî direnişi devam ettirdiği sürece bu, ABD için bir tehdittir. Dolayısıyla Suriye devrimini Halep’te olduğu gibi diğer bölgelerde de akamete uğratacak tek güç Türkiye’dir. ABD ve Rusya tarafından çeşitli tarihlerde yapılan açıklamalarda, "Türkiye olmasaydı başaramazdık" sözüyle, Türkiye’nin ihaneti dile getirilmiştir.
Muhalifler ve Suriye Müslümanları ABD, Rusya ve İran’ı düşman olarak bilirken, Türkiye’yi dost ve ağabey olarak görmektedirler. Siyasi uyanıklıktan yoksun olan bu bakış, Halep’in düşmesinde Türkiye’nin yaptığı büyük ihaneti görmeye engel bir perde oldu. Muhaliflerin elinde kalan son kent İdlib’e yapılacak operasyon için Türkiye, bölgede kendine verilen rolü en iyi şekilde yine oynayacaktır. Başbakan Yıldırım’ın kastettiği yeni harekât da, İdlib operasyonudur.
5-Halep’te oynanan oyun şimdi de İdlib’de mi oynanıyor?
“Fırat Kalkanı” operasyonu başladığı dönemde rejimin kuşatması altındaki Halep, Muhaliflerin kuşatmayı kırmasıyla neredeyse Esed rejiminin elinden tamamen çıkmak üzereydi. Tam da bu dönemde ABD’nin talimatı ile Fırat Kalkanı operasyonunu başlatılarak Türkiye, Amerika ve Esed’e can simidi oldu. Şimdi ise 2,5 milyon Müslüman “demokrasiye boyun bükmediler” diye terörist ilan edilerek İdlib’in düşürülmesi ve Esed rejiminin orada gücü yeniden ele alabilmesi için uzun süredir Türkiye, ABD, Rusya ve İran arasında görüşmeler yapılıyor. Suriye sorunu, Astana ve Cenevre görüşmelerinin ana gündemini oluşturuyor. Bu şer ittifakı, muhlis Müslümanlara karşı Suriye devrimini sonlandırmak amacıyla yeni planlar kuruyor, yeni hazırlıklar yapıyor. Bölgesel yapılar, televizyon, gazete, köşe yazıları, sosyal medya vb.leri aracılığıyla kamuoyunu hazırlama çalışmaları, İdlib’e yapılacak harekât üzerine inşa ediliyor.
6-Türkiye, Suriye’de Uluslararası güçlere karşı mı mücadele ediyor?
Yukarıda da belirttiğim gibi Suriye’de siyasi olarak hakîm güç Amerika’dır. Dolayısıyla Rusya, İran ve Türkiye, ABD projelerinin bölgede uygulayıcısıdır. Muhakkak her ülkenin gözettiği kendi çıkarları vardır. Ancak uluslararası arenada birinci devlet konumunda olan Amerika’nın yanında olmak bölgesel kapitalist devletler için her şeyin üstündedir. ABD’nin Suriye politikalarının bir aktörü olarak, Fırat Kalkanı operasyonu adı altında grupları yanına çekmesi ve Halep’i 2016 yılında Esed Rejimi’ne teslim etmesi, Türkiye’nin Suriye devrimine ve Suriyeli Müslümanlara karşı nasıl bir ihanet içinde olduğunun kanıtlarından sadece birisidir. ABD’nin “Çatışmasız Bölgeler” planının bir parçası olarak Türkiye, “Fırat Kalkanı” ile Azez, Cerablus ve Halep’te yaptıklarını yeni dönemde İdlib için de uygulayacak.
Türkiye’nin, laikliği reddeden muhaliflere karşı gösterdiği canhıraş mücadeleyi maalesef ABD’nin PKK/PYD'ye gönderdiği binlerce TIR dolusu silah yardımına karşı gösteremediğini de burada not etmek gerek.
7-İdlib için medya seferber edildi mi?
Halep operasyonu öncesinde olduğu gibi İdlib’e harekât zamanı yaklaştıkça medya, bölgeye yönelik yeni saldırı haberleri ve Türkiye’nin güvenliğine zarar vereceği düşünülen girişimleri daha çok gündem etmeye yöneldi. 17 Ağustos tarihli bir haber; “14 Ağustos’ta ABD destekli kurulan “Kuvvet-i Suvvar” örgütünün Fırat Kalkanı bölgesine savaş ilan ettiği bilgileri paylaşıldı. Amerika; silah, cephane, lojistik ve eğitim desteği verdiği, on binlerce militanın katılması talimatını verdiği örgütün amacı ise Türk Silahlı Kuvvetleri’ni bölgeden çıkarmak!” şeklinde geçti.
Kimi köşe yazarları ise kalemlerinden kan damlarcasına işi daha da ileriye taşıdı. İşte köşe yazılarında yer alana cümlelerden bir kaçı:
-“Acil müdahale şart”
-“Sınırımızda oluşturulan terör koridoru, Türkiye’yi imha planıdır.”
-“İdlib’de sergilenen alçakça senaryoyu boşa çıkaramazsak Fırat Kalkanı ile girdiğimiz bütün bölgeden çıkacağız.”
-“Şam yönetimine karşı bütün öfkemizi bastırmak, takıntılarımızdan kurtulmak zorundayız.” vb. cümlelerle, toplumsal dinamikleri harekete geçirme gayreti içerisine giren kimi yazarlar, kamuoyu manipülasyonu işine başladılar bile. Yine TV tartışma programlarında, “ABD’ye rağmen Rusya ile birlikte Suriye’de olmalıyız” ve “İdlib operasyonuna katılarak Amerika’nın planlarını boşa çıkarmamız gerekir” türünden dile getirilen söylemler de aynı değirmene su taşıyan söylemlerdir.
8-İdlib için kamuoyu nasıl hazırlanıyor?
Günümüzün en sihirli sözü “terörle mücadele”. Bölgemizde gerçekleşen tüm uluslararası operasyonlar bu sihirli kelime üzerinden gerçekleşiyor. Halkları terör eylemleri üzerinden bastırarak, sözde terörle mücadele adı altında milyonlarca Müslüman katledilmekte, masum yavrucaklar en son teknolojik silahlarla hunharca öldürülmektedir. Konu terörle mücadele olunca kamuoyu yapılan operasyonlara duyarsız kalmakta ve bana neci bir anlayışla sessiz yığınları oluşturmaktadır. Medya’nın manipülasyonu da bütün bunların üzerine tuz-biber olmaktadır.
Evet, bölgemizde bir terör sorunu var. Bunu durduk yerde bölge halkları çıkarmadı. Bu, Amerika’nın terörüdür; İngiltere’nin terörüdür; Rusya ve İsrail’in terörüdür. Zira saydığım bu devletler, “terör devletleridir”. Bu devletlerin düşmanlığı “İslam’a ve Müslümanlaradır”. Toprakları işgal eden, zenginlikleri sömüren, kadın-erkek demeden katleden, namusumuza el uzatanlar bu alçak terör devletleridir. Bütün bunları yapmalarına rağmen kamuoyunda, çeşitli algı operasyonlarıyla terörist olarak gösterilenler, tüm bu zulümlere maruz kalan Müslümanlar olmuştur. Ne kadar adil değil mi?
Rusya, İran ve Türkiye birlikte hareket ettikleri ABD’nin “Çatışmasız Bölge” planıyla Suriye’de, Halep’te, İdlib’de operasyonlarını kolaylıkla yapmakta, hain yöneticilerin ihanetiyle izzetli Suriye devrimine darbe vurmaktadırlar. Korkarım ki, katil Esed’in laik rejimini ayakta tutmak için milyonlarca Müslümanı heba eden bu hain liderler, katil kimliklerini maazallah zafer türküleri ile örtecekler.
Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
*لَهَدْمُ الْكَعْبَةِ حَجَرًا حَجَرًا أَهْوَنُ مِنْ قَتْلِ الْمُسْلِمِ
“Kâbe'nin taş taş üstünde kalmayacak şekilde yıkılması, Allah katında tek bir Müslümanın kanının akmasından daha ehvendir.”