24 Haziran ve Sonrasına Nasıl Bakmalıyız?
29 Haziran 2018

24 Haziran ve Sonrasına Nasıl Bakmalıyız?

16 Nisan 2017 Anayasa Referandumuyla yapılan sistem değişikliğinden sonra Türkiye’de 24 Haziran 2018 Pazar günü ilk genel seçimlere gidildi. Daha önceki seçimlerde görülmemiş stratejik ittifaklar bu seçim sürecinde kuruldu. Adeta iki taraflı bir kutuplaşma oluştu. Partiler hem parlamentoda çoğunluğu elde etmek için milletvekili koltuk yarışına giriştiler hem de kabineyi oluşturup yürütmeyi yapacak Cumhurbaşkanlığı için adaylar, birbirleri ile mücadele ettiler.

Her yarışın bir kazananı olur elbet, bu yarışın da somut kazananları oldu. %52.55 ile Cumhur İttifakının adayı R. Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı seçildi. Onu %30,67 ile CHP’nin adayı Muharrem İnce takip etti. Parlamentoda ise %42,50 ile Ak Parti birinci parti oldu. Ak parti 2002’den bugüne girdiği seçimlerde ikinci kez mecliste salt çoğunluğu sağlayamadı ama belki de ilk kez mecliste çoğunluk sağlayamadığı için koalisyona ihtiyaç duyacak. Bu süreçte Ak Parti’nin parlamentodaki partneri MHP olacak. CHP ise mecliste ana muhalefet olmayı kendisi için kazanç görüyor.

Cumhur ittifakı seçim kampanyasını Türkiye’nin beka sorunu ve Ak Parti iktidarının 16 yılda gerçekleştirdiği yatırımlar üzerinden yürüttü. Batı’nın Türkiye’yi çökertmek istediğini, terör grupları üzerinden bölüp parçalamak istediğini seçim propagandasının merkezine koydu. Bunun reel gerçekliğinden ziyade toplumun algısındaki gerçekliği sonuç verdi ve cumhur ittifakı kazandı. Millet ittifakı ise kampanyasını ekonomi ve adalet üzerinden yürüttü. 16 yıllık Ak Parti iktidarının ekonomi ve yargı konusundaki politikalarını eleştirdi. Bu süre içinde yapılan savurganlığı, kayırmayı, talanı, lüksü ve konforu halka göstermeye çalıştı ve kaybetti. Seçim kampanyası sürecinde vura vur ölümüne bir yarış içinde olan partiler ve liderler 24 Haziran akşamı seçim sonuçları açıklanınca ortak bir dil kullandılar ve bu seçimin kazananının demokrasi olduğunu söylediler.

Kim ne dedi, biz ne diyoruz?

Cumhurbaşkanı Erdoğan ilk önce İstanbul’da Huber Köşkü’nde bir basın açıklaması yaptı ve şöyle konuştu: “Yurt içinde ve yurt dışında oy kullanma hakkına sahip tüm kardeşlerime demokratik görevlerini yerine getirdikleri için teşekkür ediyorum. Milletimin 24 Haziran Demokrasi zaferini bir kez daha tebrik ediyorum.”

Bu teşekkür ve tebrik, böyle bir sorumluluğu üzerine almamış, kabul etmemiş ve “demokratik görevini” yerine getirmemiş olanlar için değil elbet. Demokratik seçimlerde oy kullanmayı İslami şeri bir görev-sorumluluk olarak görenlerin bu teşekkürü nasıl karşıladıklarını-karşılayacaklarını bilmediğim gibi kendileri izah ederler mi-edecekler mi onu da açıkçası bilmiyorum.
Erdoğan seçim gecesi Ankara’daki parti merkezinde yaptığı balkon konuşmasında ise şunları söyledi: "Bu seçimin galibi demokrasidir, milli iradedir. Türkiye bir demokrasi imtihanını daha tüm dünyaya örnek olacak şekilde geride bırakmıştır."

Müslümanlar olarak biz İslami sorumluluklarımız üzerinden imtihan ediliriz “demokratik sorumluluklarımız” üzerinden değil. Zira İslam’da demokratik bir sorumluluk bulunmamaktadır. Vatandaşlık -aynı toprak üzerinde yaşamak- dediğimiz sorumluluk ise demokratik sorumluluğu içermemektedir. Ayrıca biz İslam’ın tarihi ile dünyaya örnek oluruz ve gelecek nesiller tarafından İslami çalışmalarımız ile anılırız öyle anılmak isteriz. Türkiye’nin demokrasi tarihi ile dünyaya örnek olmak bizim ne şanımıza ne şiarımıza ne de Müslümanlığımıza yakışmaz.
Başbakan Binali Yıldırım seçim gecesi yaptığı balkon konuşmasında şu ifadeleri kullandı: "Bugün bayram günüdür, Türkiye'nin günüdür. Gün, 81 milyonun kazandığı, kaybedeni olmayan bir gündür. 24 Haziran seçimleri demokrasi tarihimizin en önemli dönüm noktası olmuştur.”

Bizim için bayram günü; Müslümanların yüzlerinin güldüğü, akan Müslüman kanının dindiği, esaretlerinin son bulduğu, zindan kapılarının ve kilitlerinin kırıldığı, toprak ve servetlerimizin korunduğu, düşmanlarımızın düşman görüldüğü ve en önemlisi İslam’ın hükümlerinin yeryüzünde yeniden uygulanabildiği gündür. Biz, düşmanlarımızın zaferimizi tebrik ettiği bir güne asla bayram diyemeyiz ve sevinemeyiz.

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçim sonuçlarına ilişkin yaptığı basın toplantısında yaptığı açıklamadaki ortak vurgu ise şunlardı: “Hangi partiye mensup olursa olsun oy kullanan bütün vatandaşlarıma demokrasiye sahip çıktıkları için yürekten teşekkür ediyorum.”
Kılıçdaroğlu’nun bu teşekkürü de bizim için değil. Zira biz değil demokrasiye sahip çıkmak onun köhnemiş yapısının yer ile yeksan olmasından yanayız, bunu istiyor ve bunun için çalışıyoruz. Böyle bir teşekküre muhatap olmadığımız için de mutluyuz.

Kazanımlar ne?
Buraya kadar yazdıklarım ile 24 Haziran genel seçimlerinin esasen siyasi ve sosyal olarak hak-batıl mücadelesi, İslam-küfür savaşı olmadığını anlatmaya çalıştım. Aksi durum olsaydı seçim sonuçlarına göre hak galip gelirdi yani İslam tarafında olduğunu söyleyenler kazanırdı. Biz kazandık, hak kazandı yani İslam kazandı denilirdi. Ama bu savaşın galibi daha öncekilerde olduğu gibi yine demokrasi oldu. Ve Müslümanlar bunu bir kez daha tecrübe etmiş oldular. Bundan sonra yazacaklarım ise 24 Haziran seçimlerinin sonrasında kazanımların olup olmayacağına ilişkin olacak.

Seçim sonuçları açıklanıp liderler konuşmalarını yaptıktan sonra ben sosyal medya hesabımdan şu mesajı paylaştım: “24 Haziran geçti. "Seçimin kaybedeni yok Demokrasi kazandı" denildi. Aslında yok değil var, İngiliz geleneği Laik Parlamenter sistem çöktü, Amerikan geleneği Demokratik Başkanlık sistemi geldi.” Dediğim gibi bu seçimin kazananı her ne kadar demokrasi olsa da somut siyasi karşılık açısından bir kazananı bir de kaybedeni var. Kazanan, Amerikan geleneğinden gelen "Demokratik Başkanlık" modelidir, kaybedeni ise İngiliz geleneğinden gelen "Laik Parlamenter" sistemdir. Aslında bu nazarla bakıldığında ortada bir hak batıl mücadelesi, İslam küfür savaşı falan yok, iki sömürgeci küfür devletin bir İslam beldesi olan Türkiye toprakları üzerinde Ortadoğu üzerinde siyasi, askeri, ekonomik ve stratejik nüfuz mücadelesi var. Onlar İslam coğrafyasının zenginliklerini sömürmek, halklarını kontrol etmek için bölgede stratejik öneme sahip Türkiye üzerinde söz sahibi olmak istiyorlar. 24 Haziran ve daha önceki seçim süreçlerindeki mücadelede mesele bu kadar net aslında ama bunu sadece biz bu şekilde söylüyoruz maalesef.

Peki, ne söyleniyor ne söylendi?
“Cumhur ittifakı kazanırsa Türkiye kazanacak, ümmet kazanacak, Suriye kazanacak, Kudüs kazanacak, Filistin kazanacak, Mısır kazanacak, Arakan kazanacak, Doğu Türkistan kazanacak ve ve ve… Kısaca Ak Parti ve Erdoğan’ın eksikleri, yanlışları var ama yine de bunlara rağmen cumhur ittifakı kazanınca mazlum coğrafyalardaki Müslüman halklar kazanacak, bu sebeple Müslümanlar muhakkak demokratik seçimlere katılmalıdırlar, taraflarını seçmelidirler zira bu seçimlere katılmamak ve tarafsız kalmak bir vebaldir.” denildi.
24 Haziran sonrasına ilişkin Suriye’nin, Kudüs’ün ve mazlum coğrafyaların durumunun nasıl olacağına geçmeden bu seçimlerin oy oranları üzerinden kısa bir siyasi değerlendirme yapmak istiyorum.

Seçim sonuçlarına baktığımızda Türkiye’de "Devletçilik" ve "Milliyetçiliğin" yükseldiğini görüyoruz. Bu tespitimi, İslam’ı kullanarak Türk Milliyetçiliği üzerinden oy devşiren, bir o kadar da katı Atatürkçü ve cumhuriyetçi olan MHP ve İyi Parti’nin aldığı toplam oy oranları (%11,10 + %10,00 toplam %21,10) ile izah edebiliriz. Yine bu tespitimi Laik Cumhuriyet tarafından on yıllarca baskı ve zulüm altında tutulduğu için kendini Marksist-Leninist örgütlerin kirli ve kanlı siyasetlerine mahkûm eden Müslüman Kürt halkını temsil ettiğini söyleyen, Kürt milliyetçisi HDP’nin %11,70 oranında aldığı oy ile açıklayabiliriz. Ak Parti’nin %42,50 oranının en az %15,00’inin 15 Temmuz sonrası kullanılan devletçi ve milliyetçi söylem ile şekil aldığını dikkate aldığımızda, toplamda Türkiye halkının %50’ye varan oyunun Milliyetçilik üzerinden konsolide edildiğine şahit oluyoruz. Geriye CHP’nin %22 ile %25 arasında gidip gelen laik ulusalcı, Atatürkçü kesimi temsil eden oyu kalıyor. CHP’nin genlerinde ulus Milliyetçiliği fikrinin yatıyor olması da apayrı bir gerçektir. Önemli olan diğer bir şey ise hem Kürt Milliyetçisi HDP’nin hem de Türk Milliyetçisi partilerin seçimlerden bu oranda yüksek oy almalarını sağlayan, bir dönem çözüm süreci politikaları ve daha sonraki dönemde de uyguladığı güvenlikçi politikalar ile bunun müsabbinin Ak Parti olmasıdır.

Bu realite demokrasiyi araç olarak kullanmanın Müslümanları nasıl bir yanlışa sürüklediğini gösteriyor. Çünkü 19. Yüzyılın sonu 20. Yüzyılın başında Milliyetçilik ve Vatancılık fikri ile Batı tarafından parçalanan ümmet coğrafyamızda yeniden uyanış ve birlik için mücadele eden Türkiye’deki Müslümanlar, bu arayışlarına demokratik sistemi yol-metot edindiler. Bugün ise kendilerini parçalanmalarına ve yıkılmalarına sebep olan Milliyetçilik ve Vatancılık fikrini öyle yada böyle destekler halde buldular. Hülasa demokrasi rüzgârı Müslümanlara acımadı ve onları sağa sola çok şiddetli bir şekilde savurdu.

Şimdi Türkiye’nin ümmetin, Suriye’nin, Filistin’in ve mazlum tüm coğrafyaların kazanıp kazanmayacağına seçim sonuçlarındaki gerçeklik üzerinden bakalım isterseniz.
• Giderek daha ulusçu, devletçi, milliyetçi politikalar belirleyecek olan Ak Parti iktidarı ve Erdoğan, Suriye meselesini Amerikan planına göre Rusya ve İran ile Astana ve Cenevre masalarında çözüme kavuşturunca mazlum Suriye halkı kazanmış mı olacak?
• Esed’li ya da Esed’siz Suriye’de oluşturulacak yeni yönetim ile devlet politikası gereği resmi ilişkiler kurulduğunda ve muhacir Suriyeli kardeşlerimiz bu cani rejime teslim edildiğinde kim kazanmış olacak?
• Filistin’de Amerika’nın iki devletli çözüm planı uygulamaya konulurken Ak Parti iktidarının bu planın uygulayıcı aktörü olması ve bununla övünecek olması ile mi Kudüs davası Filistin davası kazanmış olacak?
• Süreç içinde yine devlet politikası gereği darbeci Mısır yönetimi ile normalleşme başlatıldığında Mısır zindanlarında idam sehpalarına çıkarılmayı bekleyen ihvanlarımız mı kazanmış olacak?
• Amerika ve sömürgeci Batı tarafından servetleri yağmalanan, kanları akıtılan, İrancı yönetim ile Kürt yönetiminin insafına terk edilen Iraklı Müslümanlar hangi Milliyetçi ve devletçi “ideal” politikalar ile işgalcilerden kurtulacak?
• Çaresizlikleri ve sahipsizlikleri devam eden Arakanlı Müslümanlar bu sonuçlara ne için sevinecek? Kendilerine ulaşacak bir parça yardım için mi?
• Çin’in toprak bütünlüğü ve egemenliğini savunan siyasilerin ve iktidarların politikaları ile mi Doğu Türkistan mazlumları zulümden kurtulacak?
• Yer altı ve yerüstü servetleri sömürgeci Batılı devletler tarafından çalınan Afrika halkı, devletçi ve Milliyetçi yeni Türkiye iktidarı ile neyi kazanacak?
• Kâfir batılıların çizdiği suni sınırları hudut kabul eden ulusçu ve Milliyetçi yeni Türkiye, güya ümmetçi söylemler ile 10 yıldır yapamadığını bundan sonra devletçi politikaları ile mi yapacak?

Denilebilir ki Cumhur ittifakı değil de Millet ittifakı kazansaydı ne olacaktı? Onlar kazansaydı da farklı olmayacaktı ve belki de daha kötüsü olacaktı. Ancak mesele onlar ya da bunlar arasında bir tercih yapmak meselesi değildir. Mesele tümünün dışında bizim de bir İslami tercih, İslami bir proje ve yolumuzun olduğunun bilinmesi, Müslümanların bu konuda aydınlatılması meselesidir. Müslümanlar olarak biz kendimize 5 yılda bir dayatılan 5 dakikalık bir sandık tercihi ile siyasetin aktörü olamayız, bu şekilde ümmetin beka sorununu çözemeyiz. Onlar, yani laik Türkiye Cumhuriyeti’nin bekasını düşünenler, bizi bu tercihe zorlayamazlar, zorlayamamalılar. Bizim siyasi olarak Müslümanlara sunacak İslami bir projemiz yok mu ki, onların dayattığı tercihlere mahkûm oluyoruz. Bizim ümmet bekamız varsa projemizin de ümmetçi olması tüm İnsanlığı kuşatıcı proje olması gerekmiyor mu? Milliyetçi dar siyaset ile ümmet ve insanlık kurtarılabilir mi? Biz Müslümanlara dayatılan vakıanın esiri olmamalıyız, aksine o vakıayı değiştirecek ideal fikrin, projenin öncüsü, savunucusu ve neferi olmalıyız.

Türkiye’de 50 yıldır Müslümanlar demokratik seçimlere katılarak, destekledikleri partilerin İslam’ı getireceği umudu ile kandırılıyorlar. Mesele sadece 5 yılda bir önümüze konulan sandıkta demokratik partilerden birine mührü basmak ve bunu da ehveni şer ile açıklamak kadar basit bir mesele değildir. Bu sandık ve partiler 50 yıldır Müslümanları uyutuyor. Neden peki biliyor muyuz; küfre karşı, laik demokrasiye karşı alternatif olan İslami düzen ve sistemi Müslümanlar görmesin, teveccüh etmesin ve Raşid-i Hilafeti istemesinler diye.
Bu kandırma ve uyutma ne zamana kadar devam edecek bilemiyorum ama güneş balçıkla sıvanmaz ve İslam güneşi muhakkak doğacaktır. Bu doğuş demokrasi ile değil Rasulullah’ın sünneti ile doğacaktır. Bugün nasıl ki laik parlamenter sistem çöktü bir gün demokratik başkanlıkta çökecektir. Bizler ise Müslümanlar ile kendi geleneğimizden gelen Raşid-i Hilafeti kuracağız inşaAllah. İşte çalışanlar bunun için çalışsın, sevinecekler ise gerçek zafer ve izzet için o vadeliden günü beklesin! Gerisi bir hiç…

@mk_mahmutkar