Çocukluğumuzdan beri 23 Nisan'ı “Çocuk Bayramı” olarak biliriz; çünkü zihinlerimize bu şekilde kazınmıştır. O günün bayram yapılma sebebi de bellidir: Kurtuluş mücadelesinin önemli adımlarından biri olarak kabul edilen, ilk meclisin açılış tarihi olan 23 Nisan 1920’dir. Ancak çocuklarla doğrudan bir ilgisi olmayan bu meclis açılışının kutlanma hakkı nedense çocuklara verilmiştir. Her ne kadar beraberinde “Ulusal Egemenlik” ifadesi kullanılsa da, 23 Nisan'da baskın olan anlamın “Çocuk Bayramı” olduğu ve kutlamaların da çocuklar üzerinden yürütüldüğü aşikârdır.
Bayramı kutlama şerefine nail olmuş çocukların, yaşları gereği ulusal egemenliğin ne olduğu ve başka hangi tür egemenliklerin bulunduğu konusunda kapsamlı fikirlere sahip olmaları beklenemez. Zaten tahakkümü altında oldukları laik eğitim sistemi de buna müsaade etmez. Mesele, ulusal egemenlik kavramını algı odaklı faaliyetlerle taze zihinlerin bilinçaltına işlemektir. Haftalar öncesinden başlayan hazırlıklar, oluşturulan bayram havası ve o günün heyecanlı bekleyişi çocukların zihnini yeterince meşgul eder. Dolayısıyla bu aşamada “Ulusal Egemenlik” kavramı, bayramın içinde geçen sadece bir isimden ibarettir. Çocuklar büyüdükçe bayram ve etkinlikler hatıralarda ve fotoğraflarda kalırken, “Ulusal Egemenlik” kavramı -anlamı tam olarak idrak edilemese de- sisteme ait kutsal bir kavram olarak zihinlerde yerleşik hale gelir.
İşte 23 Nisan’ın “Çocuk Bayramı” olarak kutlanmasının ardındaki ince detay budur. Bu konuda atılan hiçbir adım gelişigüzel değildir; bilakis toplum üzerinde uygulamaya konulmuş siyasi bir planın pratiğe geçirilmiş hâlidir. 23 Nisan’ın çocuklarla birlikte ilk kutlandığı tarih 1924’tür. Müslümanlara ağır bedeller ödeten ve “inkılaplar” olarak bilinen zorbalıkların yoğunlaştığı yıllarda ise doğrudan “Çocuk Bayramı” olarak ilan edilmiştir (1927). 1935 yılında bayramın adı “Hâkimiyet-i Milliye Bayramı” olarak değiştirilmiş olsa da, çocuklara ait bir etkinlik olarak kutlanmaya devam edilmiştir. Bugünkü ismini ise 1981 yılında alarak “Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı” olarak resmiyet kazanmıştır.
Amaç, zihinlerine “ulusal egemenlik” kazınmış bir nesil yetiştirmektir ki; böylece Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın egemenliğine iman etmiş bir toplumda, hile ve tuzaklarla kurulmuş laik bir devletin bekası sağlanabilsin. Bu, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kurucu kadrolarının ve onların arkasındaki İngiliz siyasetinin sinsice uygulamaya koyduğu planlardan biridir. Esasen “Milli Egemenlik” kavramı, saptırıcı ifadelerden arındırılıp gerçek anlamıyla ortaya konulduğunda, bu topraklarda zemin bulacak ve halklar tarafından benimsenecek bir kavram değildir. Çünkü “Milli Egemenlik” ifadesi, Allah Subhanehu ve Teâlâ’ya ait olan hüküm koyma ve egemen olma yetkisinin insanlara verilmesi anlamına gelir. Bir başka ifadeyle, Allah Subhanehu ve Teâlâ’dan başka bir gücün hükmüne boyun eğmek ve onu itaat makamı olarak kabul etmektir.
[اِنِ الْحُكْمُ اِلَّا لِلّٰهِۜ اَمَرَ اَلَّا تَعْبُدُٓوا اِلَّٓا اِيَّاهُۜ] "Hüküm ancak Allah’a aittir. O, kendisinden başka hiçbir şeye kulluk etmemenizi emretmiştir." [Yusuf Suresi 40]
Hükmetme/egemen olma hakkı yalnızca Allah Subhanehu ve Teâlâ'ya aittir. Hüküm koymayı -şartlı ya da şartsız- insanlara ait kılmak, Allah Subhanehu ve Teâlâ’dan başka ilahlar edinmenin hayat bulmuş şeklidir.
Sonuç olarak “Ulusal Egemenlik” kavramı; yıkılan Hilâfet Devleti’nin ardından, bu topraklarda sömürgeci kâfirlerin projelerini hayata geçirebilmek için kullandıkları, içi boş ve pratiği olmayan bir söylemdir. Hilâfetin son merkezi olan Türkiye toprakları üzerinde, kendileri açısından kalıcı hale gelmenin ve diğer İslâm beldelerine rol model oluşturmanın bir projesidir. Kısacası amaç, İslâm beldelerinde ulus devletlerin varlığını kalıcı hale getirmektir. Sömürgeci kâfirler, bu ulus devletler vasıtasıyla ümmetin evlatları arasına sınırlar çekmiş ve onları birbirine düşman etmiştir. En zor zamanlarında bile birbirlerine yardım edemez hâle getirmiştir. Uluslararası kanun ve düzenlemelerle, akraba bile olsalar sınırların farklı taraflarında oldukları için birbirlerine yabancı sayılmışlardır. Bu nedenle:
• Ulusal Egemenlik; sömürgeci kâfirlerin çöreklendiği İslâm topraklarında, Müslümanların kanlarını akıtıp namuslarını kirletirken, hemen yanı başındaki kardeşinin bu zulme kayıtsız kalması demektir. Hassasiyet sahibi, yüreği ümmetiyle atan Müslümanlar içinse bu tablo; Gazze, Suriye, Irak ve daha nice beldedeki zulüm karşısında elleri bağlı, sadece dua eden bir çaresizliğe mahkûm olmaktır.
• Ulusal Egemenlik; Hilâfet Devleti olarak bir bütünken, kâfirlerin hayal dahi edemeyeceği işgallere bu toprakları uygun hale getirmek ve onları yağma, işgal ve sömürüye açmak demektir.
• Ulusal Egemenlik; demokrasi, insan hakları, özgürlük, hukukun üstünlüğü ve bağımsızlık gibi aldatıcı söylemlerle, bir ümmetin enerjisini ve potansiyelini bir asır boyunca heba etmek demektir.
• Ulusal Egemenlik; Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın dininin hüküm sürdüğü bu topraklarda, Allah’a ve Rasulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e isyan etmek, ona meydan okumak ve O Subhanehu’nun hayat nizamını yok saymak demektir.
[وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ] "Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar kâfirlerin ta kendileridir." [Mâide Suresi 44]