İnsanoğlu âciz bir varlıktır. “İnsan zayıf olarak yaratılmıştır.” (Nisa, 28) ayetinde bu gerçeğe dikkat çekilmiştir. İnsan zayıf olarak yaratılmıştır ki, bir kul olarak Yaratıcısına karşı acizliğini idrak edebilsin. Bu âcizliğini ona en iyi hatırlatan durumlardan birisi de hastalıklardır.
Mevsimsel hastalıkların arttığı şu günlerde ailemizde ya da çevremizdeki insanlarda ateşlenen, nefes almakta zorlanan, dövülmüş gibi her yeri ağrıyan, öksürüğe boğulup soluğu hastanede alanlar var. Üzerinde genelde düşünmeyip şükretmediğimiz; alamazsak öleceğimiz, veremezsek öleceğimiz “bir nefes”in en hayati şey olduğunu Rabbimiz (svt) bizlere bu vesile ile hatırlatır. “Bir nefeslik” canı olan Mümin insan bu acziyeti karşısında Rabbine el açıp dua eder ve O’ndan (svt) şifa ister. Çünkü bilir ki Allah (svt) şifa vermezse ne doktor ne doktorun yazdığı ilaç ne de kullandığı herhangi bir şey ona şifa verebilir. Şu ayet şifa verenin kim olduğunu bizlere ne de güzel hatırlatır:
“Hastalandığım zaman O’dur bana şifa veren.” [Şu’arâ, 80]
“Hasta olmayan sağlığın kıymetini bilmezmiş” derler ya işte Mümin kul hastalandığı vakit Rabbinin (svt) ona verdiği sağlık nimetini hatırlar. Tabi bu nimete nankörlük edip onu vereni yok sayan, şifayı ilaçtan ya da kendinden bilen insanlar da çoktur. “Hastalıkla çok mücadele ettim, sonunda onu yendim”, “Şifamı şu doktorda, bu ilaçta buldum”, “Doktorun her dediğini yaparak iyileştim” gibi sözler seküler bakış açısına sahip gafillerin sözlerindendir.
Tabii, sağlık dediğimiz kavram sadece insanın vücudunda hastalık veya sakatlığın bulunmayışı değil, kişinin bedenen, ruhen ve sosyal yönden tam bir iyilik halinde olmasıdır. Her ne kadar bedensel olarak sağlam olsa da ruhen hasta olan insanlar sağlıklı insanlar değillerdir. Gözlemlediğimiz bir vakıadır ki modern çağ dediğimiz bu çağda ruhsal hastalıklar eskisine nazaran ciddi oranda artmıştır.
Modern hayat teknoloji alanında, tıp sektöründe ilerleme kaydetmiş, insanlığa maddi anlamda büyük imkânlar sunmuşsa da, ruhsal anlamda sorunlarını çözemediği gibi aksine daha da karmaşık hale getirmiştir. Eskiden daha çok yetişkinlerin maruz kaldığı pek çok psikolojik bunalıma günümüz dünyasında, gençler ve küçük yaştaki çocuklar da maruz kalabilmektedir. Modern hayat bu tür psikolojik sorunlara gerçek çözüm yolları aramak yerine ya onları çeşitli ilaçlarla geçici olarak baskılamaya, uyutmaya ya da sanal ortamlarda içinde bulundukları hali unutturmaya çalışmaktadır.
Mesela psikolojik bir hastalık olan Kaliforniya sendromunu hiç duydunuz mu? Bir zamanlar sadece Amerikalılara ait olduğu sanılan çağımızın sosyal kanseri Kaliforniya Sendromu hızla dünyaya yayılmaya başlamıştır. Kaliforniya Sendromunun üç ana belirtisi: zevke düşkünlük, bencillik ve yalnızlıktır. Bunların tümünün sonucu olarak da mutsuzluk meydana gelmektedir. “Bana zevk veren şeyler iyidir, zevk vermeyen şeyler kötüdür” şeklindeki düşünceyle insanın iyi-kötü, doğru-yanlış değerlerinde değişmeler meydana gelir. Bu tip kişiler somut zevk ve eğlenceleri yaşamın amacı olarak görürler. Tüketmek için yaşayan, her zaman kendisini düşünen, kimseye yardım etmeyen, maddi hedefleri kutsallaştıran, beden güzelliği için yaşayan, toplumsal hedefleri önemsemeyen bir anlayış olarak hastalık yaygınlaşır ve zamanla sosyal bir kansere dönüşür. Bu sendrom aileyi de tehdit etmektedir. Hedefleri olmayan, kimseyi düşünmeyen merhamet yoksunu insanlar gün geçtikçe artmaktadır. Hayattaki tek amacı zevk ve eğlence olan bu kesimler aile ve değerleri küçümsemekte ve sorumluluktan kaçmaktadırlar.
Kaliforniya Sendromunun en son evresinde ise oluşan mutsuzluk ile birlikte depresyon ve intiharlar görülmektedir. Böyle bir gidişattan sadece batı dünyası değil, küreselleşmenin etkisiyle İslam dünyası da nasibini almaktadır. Nihayetinde küresel laik kapitalist sistemin bir dayatması olarak “kişisel gelişim” uzmanlarının direktif ve yönlendirmeleriyle bireyler hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamak noktasına getirilmişlerdir. Hâl böyle olunca hep daha çok kazanmak, daha çok harcamak, daha çok bencillik ve sonuçta yalnızlaşma, dışlanma doğuran pek çok psikolojik ve patolojik hastalık insanlarda görülmeye başlanmıştır.
Peki, bu hastalıkların şifası için ne yapılmalıdır? Kime müracaat edilmelidir? Bizler görüyoruz ki seküler modern hayatın psikolog ve doktorları insanların artan hastalıklarına kalıcı çözümler bulamıyorlar. Bu meseleye özellikle biz inananlar açısından baktığımızda Allah’ın (svt) kelâmı olan Kur’an’da pek çok ayetin günümüz modern insanının sorunlarına ışık tutacak mahiyette olduğunu görüyoruz. Zira her şeyden önce Kur’an kendisini bir “bereket kaynağı”(En’am, 92) ve Müminler için bir “şifa ve rahmet” (İsra, 82; Fussilet, 44) kaynağı olarak takdim etmektedir. Ayrıca Allah (svt) inananların kalplerinin ancak Allah’ı anmakla huzur bulacağını (Ra’d, 28), erkek veya kadın, kim Mümin olarak iyi iş yaparsa, ona hoş bir hayat yaşatacağını (Nahl, 97), Kur’an’dan yüz çevirenlerin ise, dar bir geçime sahip olacağını (Ta-Ha, 124) ve dünyada rezil bir hayat süreceğini (Hac, 8-9) bildirmektedir. Allah’ı (svt) sosyal hayatın içine karıştırmayan, insanları Kur’an ve Sünnetten uzaklaştıran, İslam’ın öğretilerini reddeden bu kapitalist sistemin bizatihi kendisi hastalıkların ana kaynağıdır. Eğer her yönden iyilik halinde olmak istiyorsak, dünya hayatını oyun ve eğlenceden ibaret gören kapitalist sistemden kurtulmalı ve Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın şifa ve rahmet reçetesi olan Kur’an’a ve Sünnete sımsıkı tutunmalıyız.
“Ey insanlar! Rabbinizden size bir öğüt ve kalplerde olana şifa, inananlara doğruyu gösteren bir rehber ve rahmet gelmiştir.” [Yunus, 57]