OVERTON PENCERESİ
25 Temmuz 2023

OVERTON PENCERESİ

Şairin “Bize bir nazar oldu, Cumamız Pazar oldu, ne olduysa bize hep azar azar oldu.” mısraları toplumsal değerlerimizin değişimini özetler niteliktedir. Eskiden olsa “Yok canım olmaz öyle şey!” dediklerimizi bugün “Alıştık artık, normal bir durum” diyerek karşılar hale geldik. Genel kabul sınırlarımız değişmiş durumda ve günden güne de bu sınırlarımız kötü yönde esnetiliyor. Batı’da kınadığımız, “Bizim ülkemizde olmaz” dediğimiz durumlar, Batı’yı kutsallaştırmanın getirdiği dayanılmaz taklitçilikle insanlarımız arasında kabul görüyor.

Laik sol kesim yapsa Müslümanların ayağa kalkacağı işler, muhafazakâr sağ kesim yapınca enteresan bir şekilde kabul görüyor.

Peki, toplumumuzun görüşleri nasıl bu kadar değişkenlik gösteriyor?

Bununla alakalı “Overton Penceresi” denilen politik bir teori var. Bu teori, kamuoyunda belirli fikirlerin nasıl meşrulaştırıldığını ve bazı insanların bu fikirlere nasıl uyum sağladığını açıklamaya yardımcı oluyor. Overton Penceresi, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki en önemli kamu politika merkezlerinden birini yöneten Joseph Overton tarafından geliştirilmiştir. Overton’a göre halkın kabul ettiği görüşler dar bir çerçevededir. Bu görüşlerin değişmesi ve siyaset sürecine entegre edilmesi ise halkın “kabul çerçevesinin değişmesi” ile mümkündür. Bunu açıklayacak bir örnek verelim: Mesela insan eti yemek olan yamyamlığın normal kabul edilmesini isteyen bir grup insan var. Ancak “yamyamlık” bu pencerede kabul görmeyen bir düzeyde yer alır. Çünkü halkın genel ahlâki ölçülerine uymaz ve insanlık dışı kabul edilir. Bu yüzden pencerenin dışında yer alır. Fakat bilim adamları bazı ilkel kabilelerde bu geleneğin olduğu doğrultusunda araştırma yapınca bu fikir “kabul edilemez” olmaktan çıkar ve konu tartışma ortamına taşınır. Sonrasında halk bunu kabul etmeye başlar ve şöyle der: “Ben insan eti yemem ama yemek isteyenlere de karışmamak gerekir”.

Bilim adamlarının araştırmalarını reddedenler ise “radikal”, “hoşgörüsüz” olarak etiketlenir. Yamyamlık aynı zamanda medya üzerinden filmlerde ve dizilerde işlenerek kabul görür. Hatta yamyamlığı normal görenler siyasette yer alır ve bu fikri savunmaya başlayarak kanunlarda yer almasına doğru giden bir “pencere” açmış olurlar. İnsan eti yemek belli düzenlemelerle serbest bırakılır. İşte bu şekilde toplumun genel kabul sınırlarına girmeyen fikirler; önceleri “düşünülemez”den “kabul edilebilir”e, sonrasında “makul”den “popüler”e doğru çekilirler.

Bu teori üzerinden düşünecek olursak daha önce toplumumuzun kabul etmediği -ki bu bir Müslümanın asla kabul etmeyeceği şeydir- ancak şu an normalleşmeye başlayan LGBT’yi örnek verebiliriz. Genel ahlaki normlara uymayan LGBT zamanla bazı bilim adamları tarafından önce hastalık olarak kabul edilip tartışılmaya başlandı. TV ve sosyal medyada halka işlendi, şarkıcılar konserlerinde bayraklarını açtı. LGBT’liler sokaklarda yürüyüş yapıp boy gösterdiler. Sonra siyasiler tarafından desteklenip kanunlarla koruma altına alındılar. Cinsiyet değiştirme ameliyatları SGK kapsamına alındı ve şu an cinsiyetini değiştirmek için sırasını bekleyen binlerce insan var. Gençler arasında da bu “kabul edilebilir ve makul bir durum” haline geldi. “Kendini nasıl hissediyorsa öyle olsun, bizi ilgilendirmez. Aslında o çok iyi biri” kabilinden sözleri de duyduk. 20 yıl önce biri gelip bunların olacağını söyleseydi herhalde inanmazdık.

Evet, işte bu şekilde kitleler yönlendirilmekte; en kabul edilemez fikirler toplumlara kabul ettirilmektedir. Geçmişte de Overton penceresine uygun düşen çok acı bir örneğimiz var: Küfür hükümlerini tatbik eden Cumhuriyet’in ilanı ve Hilafet’in kaldırılması. Müslümanlar için düşünülemez olan bu durumun, kâfirler ve ajanlarının eliyle propagandası yapılmıştır. Âlimlerin verdikleri yanlış fetvalarla, Batı hayranlarının neşriyatlarıyla Müslüman halk arasında bu fikir yaygınlaştırılmıştır. Diğer milletlerden geri kalmanın ve cehaletin sebebinin İslam olduğunun vurgusu güçlü bir şekilde yapılmıştır ve durum kabul edilebilir seviyesine çıkarılmıştır. En nihayetinde de Büyük Millet Meclisi’nde Hilafetin kaldırılmasına ve dinin devlet işlerinden ayrılmasına karar verilmiştir. Sonraki yıllarda laiklik ve demokrasi popülerlik kazanmış, İslam dini gericilik olarak lanse edilmiştir. Hatta İslam ve Hilafet öylesine pencerenin dışına itilmiştir ki uzun dönem “düşünülemez” seviyesinde olmuştur. Biz Müslümanlar özelde ise davet taşıyıcıları bu tip toplum mühendisliklerine karşı daima siyasi uyanıklık içinde olmalıyız. Üzerimizde oynanmak istenen oyunları deşifre etmeli, değerlerimizden asla taviz vermemeli ve olaylara daima Kur’an ve Sünnet çerçevesinden bakmalıyız. En gür sesimizle Müslümanların olmazsa olmazı olan Hilafete çağrı yapmalı, bu yönde kamuoyu oluşturmalı ve Müslümanların gündemine Hilafeti yeniden getirmeliyiz.