
Allah’ın Rasulü (sav), Bedir Savaşı’na hazırlanırken Müslüman ordusunu daha düzenli bir yapıya kavuşturmuştur. Bu düzenin bir parçası olarak, ordunun bir sembolü olan bayrak (raye) belirlenmiştir. Rivayetlere göre Resûlullah’ın (sav) savaşlarda kullandığı bayrak çoğunlukla siyah renkte olup "Ukab" adıyla bilinirdi. Bunun yanı sıra liva ise beyaz renkliydi ve devletin, ordunun ve birliğin sembolü olarak kullanılırdı.
Taberânî’nin el-Evsat adlı eserinde İbn Abbas’tan rivayet edildiğine göre:
“Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in rayesi siyah, livası ise beyazdı. Üzerlerinde ‘La ilahe illallah Muhammedun Resulullah’ yazılıydı.”
Nebi Aleyhisselatu ve Sellem hicretle birlikte Medine’de fiilen İslam Devleti’ni kurduğunda, bir devlet yapısında bulunması gereken tüm kurumları da inşa etmiştir. Çünkü Allah’ın Resûlü’ne indirilen şeriat, hayatın bütününü kapsayan çözümler sunmaktaydı. Bu çözümlerin tatbiki ise devletin görevi olmuştur. Medine’de kurulan bu İslam devleti; ordu teşkilatına, komuta hiyerarşisine, diplomasiye, hukuka, toplumsal düzene, ictimai nizama, eğitime ve siyasal yapılanmaya sahip, kapsamlı bir yapıya dönüşmüştür.
Medine'de Müslümanların siyasi birliği sağlandığında, sancak artık sadece savaş işareti değil, devlet düzeninin bir parçası ve sembolü haline gelmiştir. Devletin resmî otoritesini temsil eden tevhid bayrağı, Müslümanların ortak aidiyetinin ve siyasi birliğinin simgesi olmuştur. Bu bayrak, elçilere gönderilen mektuplarda, ordunun düzeninde ve seferlerde de kullanılmaktaydı.
Tevhid bayrağı, İslam inancının özünü oluşturan Allah’ın birliği ve hüküm koyma ilkesini temsil eden en güçlü sembollerden biridir. Bayrak üzerindeki Kelime-i Tevhid ise, bir Müslümanın kalbinde yer eden en temel inancın ve adanmışlığın şahitliğini hatırlatır.
Bu bayrağın temsil ettiği tevhid, yalnızca dilde söylenen bir kelime ya da zikir değil, hayatın her alanını kuşatan bir bilinç, diriliş ve şuurun sembolüdür. Bu bayrak, insanı kula kulluktan Allah’a kulluğa yükselten; Allah’tan başka tüm otoriteleri reddeden bir çağrının nişanesidir.
Asırlar boyunca dalgalanan bu bayrak, İslam Devletinin ve Ümmetin kimliğini en güçlü biçimde yansıtmıştır. Devletin bağımsızlığını, otoritesini ve diplomatik kimliğini temsil etmiştir. Ancak İslam Devleti, I. Dünya Savaşı sırasında imzalanan Sykes-Picot Anlaşması ile öç alırcasına parçalanmış, Müslüman coğrafyalar manda yönetimlerle işgale uğramıştır. Sözde “bağımsızlık” verilen Müslüman halklara kendi ulusal yapıları ve bayrakları verilmiş, Ümmetin birliğinin sembolü olan Tevhid sancağı onlarca milli (!) bayrağa bölünmüştür. Tevhid bayrağı, Müslüman toplumların hafızasında, kimi zaman mimarilerin duvarlarında ve Müminlerin gönüllerinde yer bulmuştur. Nereye taşınırsa taşınsın, ait olduğu anlamdan ayrılmamıştır.
Fakat bugün bu bayrak, sömürgeci güçlerin oluşturduğu olumsuz algılarla kirletilmeye çalışılmaktadır. Oysa diğer ulusal bayraklara sahip çıkılırken, Tevhid bayrağı yalnızca “tarihi bir sembol” olarak gösterilmek istenmektedir. Özel sandukalarda saklanmasında bir beis yokken, dalgalanması ve taşınması bir tehdit olarak görülmektedir.
Oysa onlar, tevhid bayrağının Ümmetin bilinç dirilişinin, yeniden birleşmesinin ve güçlerinin toplanmasının sembolü olduğunu bilmektedirler. Kurulacak olan Hilafet Devletinin bayrağı olan bu sancağı yeniden anlamına kavuşturmak, onu özel kutulardan çıkarıp ait olduğu gökyüzünde özgürce dalgalandırmak her Müslümanın üzerine düşen bir görevdir.
Bizler, Rasûlullah’ın (sav) bize bıraktığı bu yüce mirası gururla taşımaya ve O'nun (sav) bayrağını daima dalgalandırmaya devam edeceğiz.




