
Hizb-ut Tahrir, yayımladığı “Çin ve Dar Bölgesel Bakış Açısından Kurtulması” başlıklı siyasi analizde, Pekin yönetiminin bölgeselci siyasi bakış açısından kurtulup, Amerika ile küresel ölçekte boy ölçüşecek bir vizyona sahip olup olmadığına ışık tutuyor.
Amerika’yı kendi bölgelerinde ve nüfuz alanlarında sarsmak için harekete geçmeyen ancak kendi bölgesini korumakla yetinip, ABD ile mücadelesini, Amerika’nın kendi bölgesine yönelik hamlelerine sadece bir tepki (reaksiyon) vermekle sınırlı tutan Pekin yönetiminin, son zamanlarda nadir elementlerin Amerika’ya ihracatını kısıtlaması, elinde bulundurduğu Amerikan Hazine tahvillerini satması, ordusunu modernize etmesi ve Pekin’in güneybatısında dünyanın en büyük askeri kompleksini inşa etmesi, bölgeselci siyasi bakış açısından kurtulup, Amerika ile küresel ölçekte boy ölçüşecek bir görüş açısına sahip olduğunun bir göstergesi olup olmadığına odaklanan analizin girişinde Çin tarihine kısaca değinilen paragrafta şu kısım öne çıkıyor:
“Mao liderliğindeki Komünist Parti ile ABD’nin alenen desteklediği Çan Kay-Şek liderliğindeki Milliyetçi Parti arasında yaşanan çatışmanın ardından, Mao’nun galip gelmesiyle 1949 yılında Çin Halk Cumhuriyeti kuruldu. 1978 yılında Çin Komünist Partisi’nin başına Deng (Şiaoping) geçtiğinde ise, Mao’nun aksine ideoloji yerine ekonomiye öncelik verdi. Böylece düşük ücretlere ve yüksek dış ihracata dayalı bir ekonomik model icat etti ve daha fazla yabancı yatırımcı çekmek için kapıları açtı.”
Çin, ekonomi, dış siyaset vb. alanlarda komünist ideolojiden vazgeçip, kapitalizm ile komünizmi birbirine karıştıran karma bir sistem uygulamaya başlamasıyla ekonomik olarak büyüyüp, Amerika’dan sonra dünyanın en büyük ikinci ekonomisine sahip ülke olduğu vurgulanıyor.
Askerî açıdan ise büyük bir yol katettiğinin altı çizilen analizde, ABD Savunma Bakanlığı’nın Kongre’ye sunduğu rapordaki yer verilen bilgilerde, 2024 yılının ortalarında Çin’in 600’den fazla nükleer başlığa sahip olduğu ve 2030 yılına gelindiğinde bu sayının bini aşacağına dikkat çekiliyor.
Siyasi açıdan ise Avustralya, Japonya, Güney Kore gibi bölge ülkelerinin aksine Amerika’nın yörüngesinde hareket etmeyen bağımsız bölgesel büyük bir güç olduğu ayrıca önemli deniz yolları, balıkçılık alanları ve Çin’in sürekli büyüyen imalat sektörünü ve ekonomisini beslemek için olmazsa olmaz olan deniz altı petrol ve gaz yatakları barındıran, (11 milyar varil petrol ve 190 trilyon metreküp doğalgaz) jeopolitik ve jeostratejik bir bölge olan Güney Çin Denizi’ne ilgi duyduğuna ve üzerinde hak iddia ettiğine değiniliyor.
Öte yandan ABD’nin ise , Asya stratejisi gereği Avrupa’daki asker ve ekipmanını pasifik bölgesine kaydırarak, Tayvan krizini ve Hindistan’ı kullanarak, bölgesel ülkeler ile AUKUS (Avustralya, Birleşik Krallık ve Amerika Birleşik Devletleri) ve QUAD ile (Amerika Birleşik Devletleri, Avustralya, Hindistan ve Japonya) askeri ittifaklar kurarak ayrıca Çinli şirketlere ticari savaşlar açarak Çin’in yükselişini engellemeye ve Çin’i çevrelemeye çalıştığının, Irak ve Afganistan savaşı sonrası ise bu bölgeye odaklandığının altı çiziliyor.
Baş tarafta geçen Çin’in adımlarından biri olan stratejik öneme sahip endüstride kullanılan ‘nadir toprak elementlerinin ihracatına kısıtlama’ getirilmesini, ABD’nin, Çin’e olan gümrük vergilerini kademeli olarak artırarak yüzde 104’e çıkaracağını açıklamasına karşı tepki olarak alınan bir karar olduğu ifade ediliyor.
‘Çin’in elinde bulunan ve Ekim 2017’de 1 trilyon 189 milyar dolara ulaşan ABD Hazine tahvillerinin bir kısmını satma’ adımının da yine ideolojik bir vizyondan ziyade risklerini azaltmak amacıyla savunma hamlesiyle alınmış bir karar olduğu belirtiliyor.
‘Çin’in ordusunu modernize etmesi ve Pekin’in güneybatısında dünyanın en büyük askeri kompleksini inşa etmesi’ adımı ise ABD’nin askeri donanmasının yüzde 60’nı bölgeye yığmasına karşılık verilmiş bir tepki olarak görülüyor. Analizde, Pentagon’dan çok daha büyük olan kompleks hakkında şu ifadeler de yer alıyor:
“Çin, bu askeri kompleksin inşasıyla ikinci dünya savaşı sonrası sömürgelerinde İngiltere’yi tehdit etmek ve yerine geçmek için çatışmaya giren ABD ile sömürgelerinde çatışmaya girmeyi ve yerine geçmeyi amaçlamamaktadır ya da ABD’yi sömürgelerinden çıkarmak, nüfuzunu sarsmak ve yerine geçmek için ordusunu modernize etmeyi hedeflememektedir. Daha çok bunlar, ABD’nin Çin’in bölgesel alanı üzerindeki hegemonyasını engellemekle ilgili eylemlerdir.”
Hizb-ut Tahrir tarafından 22 Kasım 2025 tarihinde yayımlanan siyasi analizin son kısmında ise özetle, Çin’in, küresel çapta büyük bir devlet olabilecek her türlü maddi imkânlara artık sahip olduğuna ancak şu ana kadar Çin’in hem kendi nüfuz alanlarında hem de diğer bölgelerde Amerika ile rekabet edebilecek cesarete sahip olmadığına dikkat çekiliyor.

Bu sebeple Çin’in, Amerika ve Batılı ülkelerin, 2022’de Ukrayna’yı işgaliyle birlikte Rusya’ya uyguladıkları yaptırımları görünce, daha önce planladığı ve tehdit ettiği üzere Tayvan’ı zorla ilhak etmekten geri durduğu, Amerika ve Batı’nın Afrika, Asya ve diğer bölgelerdeki nüfuz alanlarında Amerika’ya meydan okumaya kalkışamadığı, Panama’daki çıkarlarına yönelik Amerikan tehditleri karşısında da kararlı ve ciddi bir tavır sergileyemediği ve birçok planını rafa kaldırdığı hatırlatılıyor.
Yalnız bu tablonun değişebileceği ve Çin’in askerî ve ekonomik açıdan ilerlemesini sürdürmesiyle birlikte, ileride siyasal ve fikrî alanda yeni gelişmelerin ortaya çıkması ve bunun da onu daha aktif ve küresel bir siyasal rekabete sevk etmesinin ihtimal dışı olmadığı vurgulanıyor.
Analizin son kısmında ise şu dikkat çekici ifadeler yer alıyor:
“Amerika da Çin de, bu dünyada hayırdan ziyade hem kendilerini hem de yandaşlarını çepeçevre kuşatan bir şer ve halkını da asla kurtuluşa erdirmeyen sahte bir uygarlık uğrunda birbirleriyle itişip kakışmaktadırlar... Bugün yeryüzünde onlarda görülen bu üstünlük ise; dünyanın dört bir yanına hayrı yayacak, onların şerlerini bertaraf edecek ve yapılarını da yerle bir edecek olan bir devletin yokluğundan kaynaklanmaktadır... Şüphesiz ki Allah’ın izniyle o Raşidi Hilafet Devleti geri dönecektir. Daha önce Farsları ve Bizanslıları ortadan kaldırdığı gibi, onları da yeryüzünden silip atacaktır... Zira İslam ümmeti canlı ve faal bir ümmettir ve Allah’ın onun için seçip beğendiği o ilk siretine doğru hızla ilerlemektedir.”
Hizb-ut Tahrir’in, Çin yönetiminin siyasi vizyonuna dair yayımladığı ve detaylı bilgilerin yer aldığı “Çin ve Dar Bölgesel Bakış Açısından Kurtulması” başlıklı siyasi analizin tamamına aşağıdaki görseli tıklayarak erişebilirsiniz.

