“Dünya daha yaşanılabilir bir yer haline gelebilir mi?” Bu soruya farklı birçok cevap verilebilir. Kimisi, “Bana ne dünyadan” derken kimisi de “evet/hayır” cevaplarını verebilir. Soruyu farklı açılardan da sorabiliriz elbette. Hatta daha da köke inerek “Dünya neden daha yaşanılabilir bir hale gelmeli?”den başlayabiliriz.
Dünya, yani üzerinde insanoğlunun yaşaması için tasarlanmış bir yer, elbette ki “yaşanılabilir” bir yer olmalı. Çünkü gerek tarihî süreç gerekse de şimdilerde yaşadığımız olaylar, bize bu problemin çözülmesi gerektiğini çok açık bir şekilde göstermektedir. Bir avuç mutlu azınlığın inisiyatifine terkedilmiş bir dünyanın ne halde olduğunu görmek için pek uğraşmaya gerek yok sanırım. Milyarlarca insanın katliam, soykırım, açlık, sefalet, sömürü… altında ezilmesine neden olan; dünyanın, sadece “kendi bencil çıkarları için oluşturulmuş bir yer” olduğuna inanan azgın azınlıktır. Tabii bunu yaparken de temel argümanları; “Biz, her şeyi sizin için yapmaktayız!”dır. Ve bu yaptıklarına karşılık kendilerine minnet duymamızı isteme cüretlerini de göstererek… Tıpkı Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın söylemlerinde kendini bulan ifadelerde olduğu gibi: “Biz yaptık!”
Neydi, bu ve benzeri insanların yaptıkları şey? Yaşanan tüm fuhşiyatın sebebi olan “laiklik-demokrasi” denen melanetin yani insan aklından çıkma nizamların çeşitli illüzyonlar (bu işe yaramaz ise), şiddet ve cebir ile halklara tatbik edilmesinden başka? Zaten yeryüzünü yaşanamaz hale getiren de bu sistemler değil midir? Avrupa’nın göbeği olan Bosna’da, Çeçenistan’da, Afrika’da, Ortadoğu’da şimdilerde Gazze’de, Doğu Türkistan’da vd. yerlerde yaşatılan acılar, hep bu nizamların suçu değil midir?
Kayseri’de yaşandığı iddia edilen olaydan sonra başlayan mülteci düşmanlığıyla, Türkiye’yi ve dünyayı yaşanamaz bir yer haline getirmeye çalışanlar, -yani Rabbimizin tanımlamasıyla- bozguncular/fitne-fesat çıkartanlar değil midir?
Verilen tepki, fiilin kendisine ise aynısı ve hatta daha fazlası ülkenin çeşitli yerlerinde yapılmasına rağmen neden herhangi bir infial oluşturmamıştır? Ülkede yaşanan gerek ekonomik gerekse de ahlaki yozlaşmayı mültecilere yani ötekilere yükleyerek işin içinden çıkmalarına neden fırsat veriyorsunuz? Hemen her gün gördüğümüz ve hatta artık sıradanlaşan gasp, tecavüz, öldürme, hırsızlık, ahlaksızlık vd. tüm fiillerin toplumda yaygınlaşmasını sağlayan gayr-ı İslami düzenler değil midir? Aciz insan aklından çıkma kanunlar sayesinde ülkenin tüm servetleri, enerjisi, öfkesi; dünyayı yaşanamaz bir yer haline getirmeye çalışanların hizmetine sunulmuyor mu? Kafirlerin kurduğu birliklere katılarak ülkenin askerlerini, silahlarını onların hizmetine sunanlar, söz konusu Gazze, Doğu Türkistan olunca “üç maymun”u oynamıyor mu? 9 aydan fazladır tüm dünyanın gözü önünde katliama maruz kalan mukaddes beldenin evlatlarının çığlıklarına sessiz kalanlar, sadece kınayanlar, yaşanan her türlü fuhşiyatın sorumlusudurlar.
Ekonomik iflası, ahlaki yozlaşmayı, gencecik beyinlerin ateizm, deizm sarmalında dumura uğratılmasını, eşcinsellik reklamları ile aile, nesil ve toplumun helake sürüklenmesini sağlayan kafir Batı özentisi yöneticilerin, ırkçılık/ kavmiyetçilik gibi insan onuruna yakışmayan rezil bir argümana sığınarak bu yaptıklarını örtbas etmelerine müsaade edilmemelidir.
Evet gerek Kayseri’de gerekse de diğer yerlerde yapılan çirkin hareketleri; kim tarafından yapıldığına bakmaksızın reddediyoruz ve eğer suçlu iseler cezalarını çekmelidirler elbette. Ama asıl müsebbibin gözden uzaklaştırılmasına da izin verilmemelidir.
Asıl hesap sorulması ve cezalandırılması gereken; laik/demokratik nizamın ta kendisidir! Uygulandığı herhangi bir yerde insanlığa huzur ve mutluluk sunamayan aksine kan ve gözyaşından başka verdiği hiçbir şey olmayan bu karanlık çağ uygulamasını artık terk etmek gerekmektedir. Bizler Müslümanız ve İslam, âlemlerin Rabbi tarafından gönderilen bir hukuk sistemidir. Yüzlerce yıl hükmettiği topraklarda hak ve adaleti tesis eden Hilâfet nizamını, çeşitli entrikalarla ortadan kaldıranlara verilecek en güzel cevap; Râşidî Hilâfet’i yeniden ikame etmek olacaktır. Zihnini, kafir Batı’nın fikirleri ile dolduran yönetici ve aydın kesimlerin her türlü saptırmasına karşı durarak vahyin önderliğinde “en hayırlı ümmet” olmak için yeniden çalışmalıyız.
Bunu elde etmenin tek yolu da her nerede olursa olsun Rabbimizin şanını yüceltmekten geçmektedir. Çünkü mülkün sahibi O’dur; yardım ve nusret de O’ndandır.
“Sabret. Allah’ın vaadi muhakkak ki gerçektir. Günahlarından bağışlanma iste ve sabah-akşam Rabbini tespih et.” [Mümin Suresi 55]